sekiz

168 22 19
                                    

Kasım, 2004

"Bu çiçekler gerçekten çok güzelmiş." dedi Gün, bir tane çiçeğe narince dokunarak.

"Evet." diye onayladı onu Yaprak. "Annemle birlikte seçtik bunları."

Sonbahar evin verandasında oturmuş bir şeyler okuyordu. Gün ve Yaprak çiçeklere bakıyordu. Gün, Sonbahar'ın neyle ilgilendiğini deli gibi merak etse de kendisine hararetli bir şekilde çiçekleri anlatan Yaprak'ı bırakıp gidemiyordu. Sıkılmıştı fakat bunu belli etmemek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Hatta Yaprak sevinsin diye çiçeklere güzel şeyler söylüyor, tonlarca soru soruyordu. Küçük kız hiç bıkmadan cevaplıyordu heyecanlı heyecanlı. Arkadaşının yüzünde oluşan o masumane gülümseme Gün'ü de mutlu ediyordu.

"Bunların büyümesi ne kadar sürüyor?" diye başka bir soru attı ortaya Gün.

Sonbahar kafasını çizdiği şeyden ayırıp hararetle bir şeyler anlatmaya çalışan Yaprak'a baktı önce. Sonra onu mutlulukla dinleyen Gün'e. Burada sıkılmıştı ve ikisi de onunla ilgilenmiyordu. Çok sinirliydi. Çiçekleri sevmiyordu. Üçünün sevdiği ortak bir şey yapsalardı ne olurdu? Kendini önemsiz hissetti. Suratını asıp verandadan kalktı ve eve girdi. Gün onu izliyordu ve kızın yüzündeki o sıkılgan ifadeyi farketmişti.

"Yaprak, çiçeklerden bir tane koparabilir miyim?" diye sordu nazikçe. Normal biri sorsaydı şiddetle reddederdi Yaprak. Sonbahar'la sırf çiçeklerini kopardığı için bir hafta konuşmamıştı fakat Gün karşısında böyle nazik bir şekilde isteyince kıramadı ve gülümseyip kafasını olumlu yönde salladı. Çiçeği koparıp Gün'e uzattı. "Hadi gel Sonbahar ne yapıyor bakalım."

Yukarı çıktıklarında Sonbahar çizgifilm izliyordu.

"Biz geldik!" diye bağırdı Yaprak. "Ne yapıyorsun?"

Sonbahar cevap vermeden meyve suyunu içmeye ve çizgifilmini izlemeye devam etti. Gün ve Yaprak birbirlerine baktılar. "Bizimle konuşmuyor musun?" diye sordu kardeşine. Yine ses çıkmayınca ofladı.

"Sonbahar hep böyle yapıyorsun! Çok mızmızsın. Sürekli bize küsüyorsun ve kıskanıyorsun. Peşinde koşmaktan çok sıkıldık!" Gün'ün elinden tuttu ve "Hadi gel Gün, odama çıkalım." dedi sinirle. Gün gözleri dolan Sonbahar'a baktı ve yutkundu. Elini Yaprak'ın elinden kurtardı. "Aslında sana bir hediye getirdim Sonbahar." dedi. "Bana küsme lütfen ve bunu kendini affettirme hediyesi olarak kabul et. Lütfen?" diye soru sorarcasına konuştu. Sonbahar dolu gözlerini Gün'ün elindeki çiçeğe çevirdi ve aldı. Sonra yaptıktan sonra kendini bile şaşkınlığa sokacak bir davranışta bulundu. Çiçeği yere attı. Ağlayarak konuştu.

"Bunu bana değil, Yaprak'a ver. Hediyeni istemiyorum!"

Koşarak yukarı çıktı ve yerdeki çiçeğe bakan Gün ağlamaya başladı. Yaprak eli ağzına kapanmış Gün'e bakıyordu. Ağlamaya devam etti. Kalbi hiç böylesine kırılmamıştı. Bu Sonbahar'ın Gün'ün kalbini ilk kez kırışıydı. Son olmayacaktı. Çocuk bunu biliyordu ama yine de onu sevmekten vazgeçemiyordu. Sonbahar böyleydi çünkü. Küçüklüğünden beri agresif ve kırıcı taraftı. Peki Gün neden ondan vazgeçmiyordu? Çünkü çocuk kendini sevişini görmüştü. Hissetmişti. Sonbahar'ın sevgisi kutsaldı. Bu sevgiyi bir kez tadarsanız, tüm kırıklarınızı yok edecek kudrete sahip olduğuna şahit olurdunuz. Çünkü Sonbahar güzel seven taraftı. Sonbahar çok güzel severdi.

Gözyaşlarına karışmış acıyla birlikte çiçeği eğilip yerden aldı. Koltuğa oturdu ve gözlerini ovuşturdu. Çiçeğe bakarken minik bir beden koltuğa oturdu. Yaprağın küçük ve sıska kolları dolandı kendisine ve Gün daha çok ağladı.

Temmuz, 2012

Anılar zihnimizden geçerken yakıcı bir his bırakırdı bazen. Bazense tüm beyin hücrelerimizi uyuşturacak bir huzur getirir zihnimize. Sayılar pek netlik kazanmaz orada fakat yaşananlar sanki dün gibidir. En çok acıtan, en çok hatırlanandır. Mutluluğu pek hatırlayamazdınız. Acı, her zaman daha çok "Ben buradayım!" derdi insana. İnsan silmek istediklerini hatırlar, hatırlamak istediklerini elinde olmadan silerdi. Bu bize zihnimizin bir oyunu muydu bilinmezdi fakat bir şeyin oyunu olduğu kesindi. Acının tadı, kokusu olsaydı daha az yaralardı belki. Çünkü öyle olsaydı kanayan şey elimiz olurdu, ruhumuz değil. Dokunamazdığımız bir şeye hükmedemezdik ve bu yüzdendi belki de onu içimizden atamayışımız. Bize hükmeden acıydı çünkü asıl o bize dokunuyordu.

Çiçeklere bakarken aklından bir şiir geçti.

"acıyı yazıyorum çünkü
kelimelerimde herkes hissetsin diye
mutluluğu yazamıyorum çünkü
onu ben yaşayayım diye

acı bütün oluyor benliğimle
kelimelerime bulanıyor sessizce
mutluluk yaşatmıyor kendini kimseye
yerini acıya bırakıyor sessizce

çünkü yok cesareti
acı gibi yüreklice
mutluluk korkak
satmış kendini acıya
bizi bırakmış ona zalimce

haketmiyor seni
acı gibi
acısız insan
insansız acı
olmaz bu devirde"

Gözünden akmak için çırpınan yaşları geri itecek gücü kendinde bulamadı. Gözyaşlarıyla savaşamıyordu. Bu aralar o kadar şeye savaş açıyordu ki... Fakat bunlar hep yenilgiyle sonuçlanıyordu. Kendisiyle yaptığı savaşı kaybetmesi, yenilgilerin en büyüğüydü. Nefes almak bile bir savaştı. Kaybetmek istediği fakat kaybedemeği.

Sonbahar çiçeklere dokundu. O günden, çocuğun verdiği çiçeği yere attığı günden beri tüm çiçeklere iyi davranıyordu. Dokunduğu ve kokladığı her çiçek zihnindeki o anıyı sıkıştırıyor ve zihninin içinde bir yankı oluşturuyordu. Çocuktu o zamanlar evet. Yedi yaşındaydı ve yaptığı şeyi çocukluğuna veriyordu. Yine de içindeki o ezici hisse veda edemiyor oluşu onu boğuyordu. Hayır, onu boğan şey bu yaşında da onu üzdüğünü bilmesiydi. Gün'ün ağlayışının sebebiydi ve onu üzmeyi istemiyorken hep onu üzerken buluyordu kendini. En kötüsü de zaten paramparça olan o, Gün üzüldükçe daha fazla parçalara ayrılıyordu. Bir yangının dinmek bilmeyen alevlerinin tam merkezindeydi. Derisinin o yakıcı hisle kavrulmasından ziyade, ruhunun attığı çığlıklar daha fazla hissettiriyordu kendini.

O gün, Gün'ü orada bırakarak ikisini de uçurumdan aşağı atmıştı Sonbahar. Gün'ü ilk yuvarlayışı yedi yaşındayken yere attığı gül ile gerçekleşmişti. Merdivende saklanırken ve Gün'ün ağlayan o bedenini küçük gözlerinden yaşlar gele gele izlerken aynı bugün ki gibi Yaprak vardı yanında çocuğun. Yaprak sarılıyordu ona. Çünkü bunu yapan, buna izin veren bir aptalın tekiydi Sonbahar.

Gün ve Yaprak ileride çiçeklere bakarken çıkıp verandaya oturdu Sonbahar. O günki gibi izlemeye başladı onları. İçindeki o ağır his kendini öldürecekti. Onlara dalmışken kendisine çevrilen gözlerin içine baktı. Sanki ikisi de o anı hatırlamış gibilerdi. Gün gözlerini ondan çekip Yaprak'a bir şeyler söyledi ve Yaprak gülümseyerek Sonbahar'a baktı ve kafasını olumlu bir şekilde salladı. Sonbahar kaşlarını çattı. Dalından bir çiçek kopardı Gün ve vücudunu kıza çevirerek yürümeye başladı. Sonbahar elleri titrerken yutkunmaya çalıştı. Gün verandaya varıp kızın yanına oturdu ve çiçeği ona uzattı. Sonbahar ona baktı. Gün gülümsedi. Kız dudakları titrerken çiçeği aldı.

"Bu çiçeği öldürmeyeceğim." dedi Sonbahar gözünden bir yaş damlarken. "Özür dilerim Gün."

"Sen sararmış yaprakların ağacının katilisin. Bu çiçeği öldürsen ne farkeder?" diye sordu Gün yüzüne ciddi bir ifade yerleştirip.

"Yapma..." diye fısıldadı Sonbahar gözlerini kapatıp.

Gün onun çenesinden tuttu. "Ben sana yapma diye yalvarırken sen beni dinlememiştin." Sonbahar şiddetli bir ağlamaya kucak açtı. Çocuk ayağa kalktı.

"Bu çiçeği sana verdim çünkü dokuz yaşındayken o çiçeği sana vermek çok istemiştim. Sen o zaman almadın. Bu sefer şansımı tekrar denemek istedim çünkü bu benim hayalim. Sen o çiçeği yere attın fakat o çiçek ayağa kalktı, dönüp dolaşıp yeniden sana geldi. Aslında çiçek benim. Sen beni yere fırlattın fakat ben dönüp dolaşıp sana geleceğim. Belki yıllar geçecek ama yine de sana geleceğim."

Sonbaharın Yapraksız GünüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin