altı

212 25 13
                                    

Haziran, 2012

Gözüne vuran güneş ışığıyla gözlerini açtı. Gözlerini açmak istemiyordu fakat zorundaydı. Her sabah aldığı nefes boğazına takıldığında, göz pınarlarında yaşlar birikiyordu kızın. Bugün de olduğu gibi. Boğulduğu bu perişanlık havuzundan nasıl nefes nefese kalmadan çıkabilirdi? Bir zamanlar gece onun dostuyken şimdi düşmanı olmuştu. Nasıl sabah nefes nefese kalmazdı? Zaten bir kabusu yaşarken, üstüne gerçekmiş gibi hissettiren ve varlığını her gece hatırlatan acımasız kabuslara ev sahipliği yaparken, nasıl olurdu da nefes nefese kalmazdı? Nasıl olurdu da nefesleri boğazına takılmazdı? Rahat olabilir miydi bu şartlar altında. Olamıyordu. Her gece şeytanların esiri olmuşken, rahat olamıyordu. Tükenişin ruhuna geçirdiği pençelerden kendi kanını seyretmek ve onları her gördüğünde pençe izinin olduğu yeri kendi kendine deşmek, işte bu suçlu hissetmekti. Bir insan, kendi kanında boğuluyorsa, nefeslerinde nasıl boğulmazdı?

Ağır ağır hazırlandıktan sonra, aşağıya indi. Muhtemelen annesi ve Yaprak kahvaltı ediyorlardı. Mutfağa doğru ilerlerken Gün'ün ona hediye ettiği ve sürekli taktığı gözlüğü düzeltti. İçeriye girdiğinde gördüğü şeyle yutkunamadı bile. Yaprak ve Gün kahvaltı hazırlıyorlardı. Bu manzaraya sevinmesi gerekiyordu çünkü haftalar sonra Gün gülüyordu ve kardeşi mutluydu. Fakat Sonbahar içinin burkulduğunu hissetti. Damarlarında gezinen kanın kaynadığını hissetti. Gün'ün gülüşünü görmeyeli bir hafta iki gün geçmişti ve şimdi o gülüyordu. Ama Sonbahar'a değil ve en çok acıtanı bunu kendisinin istemesiydi. Evet suçluluktu bu, pişmanlıktı. Buydu kanını kurutan şey. Tam ses çıkarmadan gidecekken Yaprak doğradığı salatalıkları masaya koymak için döndü. Sonbahar'ı görünce gülümsedi.

"İkizim uyanmış mı? Günaydın!" Sonbahar'a yaklaşıp yanağından öptü ve ikizim lafını duyan Gün hızla onlara döndü. Sonbahar ile göz göze geldiğinde Sonbahar kalbini kendi bedeninden uzaklaştırmak istedi. Yarasından kanlar fışkırırken özleminde pençe geçirmesiyle yarık büyüdü. Gün'ün gözleri ise o yaraya tuz oldu. Öylesine bir acıydı bu.

"Günaydın." diye fısıldadı.

"Sevgilim ve ben sana kahvaltı hazırladık. Hadi otursana." dedi Yaprak, Gün'e dönüp sırıtarak. Sonbahar kulakları uğuldarken yutkundu. Gözleri dolmamalıydı.

"Şiir yarışması için okula erken gitmem gerekiyor. Size afiyet olsun." Yaprak'ın yanağından öptü ve oradan hızlı adımlarla uzaklaştı. Ayaklarının yere bastığına şükrediyordu.

Kulaklığını taktığında çalan şarkıyla ağlayacaktı.

"Kalbimi kapıda bırakacağım.
Hiçbir söz söylemeyeceğim."

"Dürüstlüğüne ihtiyacım yok.
O zaten gözlerinde.
Ve eminim gözlerim yerime konuşuyorlar."

"Eğer bu bizim son gecemizse,
Beni bir arkadaştan daha fazlasıymışım gibi tut.
Bana kullanabileceğim bir anı ver.
Ellerimi, sevenlerin tuttuğu gibi tut."

Okula vardığında yazdığı şiiri öğretmenine verdi ve öğretmeni Sonbahar gittikten sonra şiiri okudu. Büyülenircesine kelimelere bakarken kağıttan somut bir şekilde acıyı aldı. Acı tokat gibi çaptı bedenine.

"hüznüyle güzel olan sonbahar
güzelliğini kaybediyor günden güne
yeşil yapraklar açıyor
günleri süslüyor güzelliğiyle
çık dışarıya
bak geldi işte ilkbahar
ne zaman gelecek tekrar sonbahar"

Ertesi gün Sonbahar okula girdi ve kantinden su almak için bahçeye indi.

"Sonbahar!"

Biri ona seslenince arkasını döndü ve ona doğru gelen Ezgi'ye baktı. "Şiirini okudum. Mükemmel olmuş. Tebrik ediyorum. Gerçekten çok başarılısın."

Sonbahar kaşlarını çattı. "Ne şiiri?" diye sordu sakin olmaya çalışarak. Çünkü şiirlerini edebiyat öğretmeni ve Gün'den başka kimseye okutmazdı.

"Okul gazetesindeki şiirin. Bak."

Eline uzatılan gazeteye baktı. Bu edebiyat öğretmenine verdiği ve yarışmaya katılacağı şiirdi. Sinirle ellerini saçından geçirdi. Ondan izinsiz nasıl bunu yapmıştı? Şimdi tüm okul bunu okuyacaktı ve Sonbahar bunu istemiyordu.

"Teşekkürler Ezgi." dedi ve koşar adımlarla yanından ayrıldı. Koridorda ilerlerken ağlamamak için kendini sıkıyordu. Öğretmeni bunu yapmamalıydı. On birinci sınıfların koridoruna geldiğinde birkaç kişinin o gazeteyi okuduğunu gördü. Kapıya yaslanmış Gün ve arkadaşı Onur'un da okuduğunu gördüğünde yerin dibine girmek istemişti. Bu seferki şiiri Gün okumamalıydı. Bunu istemiyordu. Fakat gözleri buluştuğunda her şey için çok geçti. Sonbahar hızla sınıfına çıktı ve titreyen ellerini sırasına koydu. Başını da sıraya koyduğunda gelen öğretmeni bile takamayacak kadar bitkin hissediyordu.

Teneffüs zilinin çalmasıyla kafasını sıradan kaldırdı. İçeriye giren Onur'u görmesiyle yutkundu.

"Selam, Sonbahar." dedi çocuk gülümseyerek.

"Merhaba." dedi Sonbahar tedirgin bir şekilde. Ne için gelmişti?

"Bunu Gün sana vermemi istedi." Bir kağıdı Sonbahar'a uzattı ve görüşürüz diyerek oradan ayrıldı. Sonbahar elindeki kağıtla ne yapacağını bilemeden durdu. Elini kalbine koydu. Nefes alamıyordu. Yavaşca kağıdı açtı ve içinde yazanları okudu.

"Ruhum hala sarı yapraklarla dolu. Kalbimde ılık rüzgarlar. Burası hala sonbahar."

Kağıdın üst kısmında bunlar yazıyordu. Anın sevinciyle bir nefes verdi. Kağıdın altına baktığında en sevdiği şairin bir şiirinden parça gördü.

"hadi gel bana
beraber ölelim bu sonbaharda"**

**MilenkaWohryzek

Sonbaharın Yapraksız GünüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin