dokuz

186 22 14
                                    

Temmuz, 2012

Bazen bir lanetin başımızın tam üstünde kara bulutlar gibi gezdiğini düşünürdük. Ve bu lanetin nereden geldiğini sorgulayıp kendimizi harap ederdik. Neden bizi seçtiğini ve ne günah işlediğimizi. Bu lanetten kurtulmaya çalışırdık. Bir şeyleri yoluna koymaya. Fakat her zaman düşerdik. Kalkmak istemezken bile kalkmak zorunda olduğumuzu hatırladığımızda bu ezici hissin altında kalırdık. Kara bulutlarımız yetmiyormuş gibi. Sonra bu bulutlar yer değiştirir ve ruhunuzun üstüne kış yağmurları bırakmaya başlardı. Ruhunuzun attığı çığlıklar, üzerinize düşen gök gürültüsüne, gözlerinizden akan yaşlar ise üzerinize düşen dondurucu yağmura karışırdı.

İnsanlar sonbahar ve ilkbahar yağmurlarını severlerdi. Yaz yağmurlarını en çok sevdikleri gibi. Fakat kış yağmurlarını sevenler çok nadirdi. Çünkü kış yağmurları acımasızdı. Bunları seven insanlar çoğunlukla bir acımasızlığın esirinde olan insanlardı. Yine de adı Sonbahar olan birinden kış yağmurlarını sevmesini kimse bekleyemezdi. Eziliyordu. Boğuluyordu. Artık bu lanet olası hisse ne ad veriliyorsa onu hissediyordu.

İnsanların aksine her zaman adının hüznü simgelemesiyle güzel olduğuna inanırdı. Sarıyı ve turuncuyu severdi. O Sonbahar olmayı severdi. Çünkü onu hüznüyle seven birisi vardı. Çünkü Gün, onu hüznüyle seviyordu. Şimdi ise Gün yoktu ve nasıl hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Tamamen hüzünle kaplanmıştı ve adını sonuna kadar taşıdığını biliyordu. Sanki Gün ile daha kavuşamadan ayrılmaları tüm insanların ayrılıklarını omuzlarına yüklemişti. Hastalıklı bir düşünceydi fakat bunu engelleyemiyordu. Sonbahar hüznüyle güzel miydi hala?

Delireceğini hissettiğinde yatağına girdi ve gözlerini yumdu. Gece sürekli uyanıp penceresine gitmeyi ve sanki Gün karşı evden ona bakıyormuş gibi orayı izlemeyi artık durdurmalıydı. Yaşadıkları tüm her şeyin, her gece gözlerinin önünden geçmesini engelleyemiyordu. Onu ilk öpüşü sürekli tekrar eden bir görüntüydü. Her gece gözlerini kapattığında o sözleri hatırlıyor ve tüm dünyasını baştan aşağı sarsan o öpücüğü hatırlıyordu. Sesler yoktu. Sadece siyah beyaz bir film ekranıydı. Anılarının canlı kalmasını istiyordu. Bunu deli gibi istiyordu. Ama Gün yoksa, renkli anılar da yoktu.

Tekrar ayağa kalktı ve geçen günlerde Gün'ün ona verdiği ve şiir defterinin arasında kuruyan çiçeğe baktı, her gece yaptığı gibi. Ona bakmadan duramıyordu. Ona bakmazsa delirecekmiş gibi hissediyordu ve kuruduğu halde sanki Gün'ü kokluyormuş gibi çiçeği kokluyordu. Gözlerinden bir damla yaş aktığında sinirle soludu. İyi değildi. Hiç iyi değildi. Ve suçlu da sorumlu da oydu. Belki o şu an burada ağlıyor olmasaydı Yaprak ağlıyor olacaktı ve normalde bencil olan Sonbahar kardeşine karşı bencil olamamıştı. Çiçek ona verilen en güzel hediye ve cezaydı. Her baktığında o eski anıyı hatırlıyordu. Çiçeği yere atışı, Gün'ün hıçkıra hıçkıra ağlaması ve Yaprak'ın Gün'e sarılan cılız kolları... Sanki dün olmuş gibi hatırlıyordu. Gün bu çiçeği ona vererek canını mı yakmak istemişti bilmiyordu fakat canı deli gibi yanıyordu. Ona bu çiçeği verirken Gün'ün tüm o can acıtan sözleri sarfetmesine rağmen gözlerindeki çocuksu heyecanı görmüştü. Bunun yanında çocukluğundan kalan, kızın alıp almayacağına dair olan korkuyu da görmüştü gözlerinde ve bu canından can almıştı. Ah, bu çiçeği sonunda alabildiğine çok seviniyordu. O gün o çiçeği deli gibi almak istemişti ve zihnini süsleyen bir numaralı hayallerden biri Gün'ün ona çiçeği tekrar vermesiydi. Bu şekilde verilmesini hayal etmemişti. Bu kadar yıkıcı olacağını tahmin etmemişti. Hep eskiyi hatırlayıp buruk bir kırıklık yaşayacağını ve Gün'e özürler sıralayıp ona sarılacağını hayal etmişti. Sonra ondan ise sorun olmadığını duymayı ve anın mutluluğuyla ona teşekkür etmeyi.

Ayakta durmakta zorlanırken sandalyesine oturdu ve gözyaşlarını sildi. Çiçeği tekrar yerine koydu. Kısık iç çekişlerinin arasından saate baktı ve gece bir olduğunu gördü. Mutfağa inip su alsa fena olmazdı. Tam inecekken odasının penceresinden gelen sesle durdu. Nefesini tuttu ve elini kalbine koydu. Gelmiş olamazdı değil mi? Ah, sadece saçmalıyordu. Muhtemelen pencereye başka bir şey çarpmıştı. Tık sesi tekrar kulağına dolunca koşarak pencerenin önüne gitti. Eli ayağı titriyordu. Perdeyi heyecanla açtı ve pencereyi yukarıya kaldırdı. Gördüğü yüz ile neredeyse çığlıklar atacak ve aşağıya kollarına atlayacaktı. Gözyaşlarını nasıl tutabilirdi? Ona sarılmak istiyordu. Onu öpmek.

Sonbaharın Yapraksız GünüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin