Bloody Tear -1.Bölüm-

401 36 11
                                    

‘’Hı-hı.’’ Elimdeki kolamdan sesli ve büyük bir yudum alırken sanki telefondan görüntüm de gidecekmiş gibi kafamı sallıyordum. ‘’Evet. Birazdan evime gideceğim.’’ Kolamı masaya bıraktım ve yavaşça arkama yaslandım. Hesabı istediğime dair bir işaret yapıp garsonu çağırdıktan sonra Jessie’ye veda ettim ve telefonumu kapattım.

Jessie yetiştirme yurdunda benimle ilgilenen kişiydi ve oradan çıktığımdan beri her gün beni arayıp ne yaptığımı soruyordu. Onun düşüncesine göre daha tam olarak kendi başına yaşayabilme çağına gelmemişim.

Kola ve hamburger için yeterli olan parayı elime hazırladığım için garson hesabı getirdiği anda parayı verdim ve ayağa kalkıp dışarı çıktım.

Temiz hava ilk yüzüme çarptığında bende şok etkisi yarattı. Soğuk havaları çok fazla sevmiyorum, benim üşümeme neden oluyor. Ceketimi önünü kapattıktan sonra yürümeye devam ettim. Kim bilir kaç kere aynı yolu yürümüştüm, kaç kere aynı insanların yüzünü görmüştüm?

 Şimdi yanımdan geçen ve 10-12 yaşlarındaki sarı saçlı, çilli çocuk her zaman yanımdan geçer ve nasıl yaptığına anlam veremediğim bir şekilde bu soğukta aldığı dondurmaları yer. Bugüne kadar yanında kimseyi görmedim. Hep tek başına gelir ve tek top çikolatalı dondurma alıp geri döner. Bütün bu yaptıkları sırasında suratındaki o kocaman gülümseme hiçbir şekilde silinmez.

Karşımdaki çiftin ilişkisi ise belli ki gizli. Her seferinde sessizce burada buluşurlar ve birbirlerine sarılırlar. Kız her seferinde elinden gelenin en iyisini yapmış, en güzel kıyafetlerini giymiş, saçını ve makyajını yapmış durumda olur. Erkenden gelen çocuk dakikalarca kocaman yeşil gözleriyle kızı bekler, geldiğinde ise gözleri sevinçten parlardı. İkisi de birbirleriyle birlikteyken gülümser ve özlemlerini giderirler.

Sanırım hiç böyle şeyleri yapma şansım olmadı. Hiçbir zaman dışarının nasıl göründüğünü, nasıl hissettirdiğini veya nasıl koktuğunu bilemedim. Hiçbir zaman yurdun duvarları arkasındaki dünyayı görmedim ve yıllar sonra artık çıkabileceğim zaman geldiğinde dışarı koşarak çıktım. İlk hissettiğim soğuk oldu, ilk gördüğüm ağlayan bir çocuk ve ilk aldığım koku kanın kokusu oldu. Köşeye sinmiş bir hasta çocuk ağlıyordu ve her gözyaşında daha fazla kan akıtıyordu.

İlk deneyimim bu olduktan sonra dışarının sandığım kadar güzel olmadığını fark ettim, hastalık, acı, üzüntü ve yalnızlık her yerdeydi. Peki şimdi gördüğüm insanlar? Onlarınki sadece göstermelikti. Hiçbiri göründüğü kadar mutlu değildi, hepsinin mutlulukları sadece geçiciydi. Dondurma yiyen çocuğun dondurması düşerse veya dondurmacı kapanırsa gülümsemeyecektir. O kız ve o çocuk eğer birbirini göremezse mutlu olmayacaktır. Bu yüzden hala o kuralı uyguluyorum. Bu dışarıya çıktığım ilk gün, o çocuğu gördüğümde aldığım bir karardı. ‘’Kendini anlık mutluluklara kaptırma.’’

Hızlı adımlarla evime doğru gitmeye devam ettim. Tam evimin olduğu sokağa gelmiştim ki, yol üstündeki kazı çalışmasını fark ettim. O yoldan gitmeye çalışmış olsam da yoldaki işçiler beni engelledi ve beni tam evimin önüne çıkaracağını iddia ettikleri, ara sokaklardan geçen bir yol anlattılar.

İşçilerin anlattığı yoldan ilerlerken bir yandan da kendi kendime söyleniyordum. Sanki başka zaman kalmamış mıydı? Bugün zaten yeterince yorulmuştum. İş yerinde patron beni sürekli azarlamış ve bir ara kafeye gelen genç çocuklar beni rahatsız etmişti.

Bazen gerçekten de harcandığımı düşünüyorum. Biz küçükken yetimhaneye gelen bir sağlık görevlisi bize IQ testi yapmıştı ve benim IQ’mun diğerlerininkinden yüksek olduğunu, bunun da beni diğerlerinden daha zeki yaptığını söylemişti. Ama tabii ki kimse bunu önemsemedi. Belki de normal bir hayatım olsaydı iyi bir üniversitede okuyup, daha iyi bir hayata sahip olabilirdim. Şimdi tek yaptığım berbat bir patron ve berbat müşterilerin bulunduğu bir kafede bütün gün servis yapmaktı.

Duyduğum çığlıkla kendime geldim ve olduğum yerde durdum. Bir an geri dönüp koşmakla ileri gidip oradaki her kimse yardım etmek arasında kaldım. Daha sonra kaybedecek hiçbir şeyim olmadığını fark ettim. Cebimde doğru düzgün param bile yoktu. Pekala, gitmeden önce polisi arayabilir ve ben onları oyalarken polis gelip beni ve zavallı kızı –kadın da olabilir emin değilim- kurtarabilirdi. Mutlu son.

Cep telefonumu çıkardığımda telefonun çekmediğini fark ettim. Birini sıkıştırmak için gerçekten güzel bir yerdi. Fakat ben o kıza zarar vermelerine izin vermemekte kararlıydım. Kendimden emin adımlarla sesin geldiği yere gittim.Ve gördüklerim karşısında donup kaldım…

İki tane erkek bir kızı sıkıştırmışlardı ve biri onu zorla tutmuş, öpmek üzereydi. Bir süre olduğum yerde durduktan sonra elimde bulunan tek şey olan çantamı tuttum ve kızı öpmek üzere olan adamın kafasına doğru fırlattım. Tam isabet. Adam kafasına yediği darbeyle hafifçe sarsıldıktan sonra kendine geldi ve dönüp bana baktı.

Sanırım daha sonra olacakları hesaba katmamıştım, şimdi iki adamın ilgisi de benim üzerimdeydi ve ikisi de çok sinirli gözüküyordu. Acaba geri dönüp koşsam bir yararı olur muydu? Beni yakalamaları kolay olurdu, değil mi? Kurtulsam bile evimin etrafındalar, beni bulurlar. Peki o zaman ne yapmalıyım? Dövüşebilir miyim? Sanmam. İkisi de benden çok daha uzun ve çok daha kaslılar, ayrıca onlar erkek ben ise kızım.

‘’Hey, George! Baksana patron çok sevinecek. Bir gecede, iki kişi.’’ Beni düşüncelerimden kurtaran bu ses oldu. Bunları söyleyen arkada duran kahverengi saçlı-kahverengi gözlü çocuktu. Öndeki daha yaşlı ve yine kahverengi saçlı-kahverengi gözlü kişi ise anladığım kadarıyla George oluyordu.

‘’Sen gidip onu yakala, ben bu kızı hallettikten sonra yardıma gelirim.’’ George’un söylediklerinden sonra aklıma kaçmam gerektiği geldi. Sonuç olarak ortada bir ‘’yakalama’’ durumu var. Hızla arkamı döndüm ve olabildiğince hızlı bir şekilde koşmaya başladım.

Nefes alamayacak duruma geldiğimde durdum. Dönüp arkama baktım, kimse yoktu. Olduğum yerde hafifçe eğilip bütün ağırlığımı ellerimle birlikte dizlerime verdim ve derin derin nefes alıp vermeye başladım.

Tam kurtulduğumu düşünmüştüm ki tanıdık bir ses ‘’Kolay oldu.’’ dedi. Kafamı kaldırdığımda George’u ve arkadaşını gördüm. Nasıl geldiklerine anlam vermeye çalışırken George bana yaklaşmaya başladı. Refleks olarak şeyine bir tekme attıktan sonra ‘’Benden uzak dur seni iğrenç herif!’’ diye bağırdım. Sanırım bu onu daha da kızdırmıştı ki bana sinirle bakmaya başladı. Elini arka cebine attı ve bir bıçak çıkardı. Şaşkınlıkla bakarken bana ‘’Bulaştırmanın başka yolları da var.’’ dedi.

‘’Bulaştırmak?’’ derken kaşlarımı sorar gibi kaldırmıştım. Sonra kendi sorumu kendim cevaplayıp başka bir soru sordum:

‘’H-hasta mısınız?’’ George kalın sesiyle sokağın yankılanmasına sebep olacak bir kahkaha attı.

‘’Ne sanmıştın? Tecavüzcü olduğumuzu filan mı?’’ Böyle bir ortamda gülebiliyor olması beni gerçekten de korkutuyordu. Şaşkınlıkla ona bakmaya devam ederken gözüm elindeki bıçağa kaydı. Belki de birazdan bana saplanacak olan bıçağa. Sonra dank etti, kan yoluyla bulaşması için kendilerini de kesmeleri gerekirdi ve bu onların ölmesine neden olabilirdi. Bir açıklarını bulmuş gibi sırıttım ve onlara sordum:

‘’Eğer kan yoluyla bulaştıracaksanız kendinizi kesmeniz gerekmez mi? Ve bu sizi öldürmez mi?’’

George elini tekrar arka cebine attı ve bu sefer içinde kırmızı bir sıvı –büyük ihtimalle kan- bulunan bir kap çıkardı.

‘’Bize kendi işimizi öğretmeye çalışma!  Bu muhabbet yeterince uzadı. Sen bizden biri olduktan sonra çok istersen yine sohbet edebiliriz.’’

Bıçağını havaya kaldırıp kabzasını tam avcunun içine denk gelecek şekilde hafifçe oynattıktan sonra bana doğru hamle yaptı.

Lanet olsun! Keşke o aptal yetiştirme yurdundan hiç çıkmasaymışım…

Bloody TearHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin