4) Uçurum

92 8 4
                                    

  UÇURUM

Davetiyeyi açıyorum ve gördüğüm isimle nefesim kesiliyor.

       ÇAĞLA & EGE

    Bu mutlu günümüzde sizleri...

Başım dönüyor nefesim kesiliyordu. Bu kadar tesadüf olamazdı herhalde. Davetiye ellerimden kayıp giderken telefonumun titremesi beni kendime getirdi. Dolan gözlerimle telefonuma baktım. Arayan Handeydi. Tamamen aklımdan çıkmıştı. Baygınlığımdı, yeni arabaydı, işlerdi derken unutmuştum kızı. Ah ne kadar aptalım!
"Hande!" Titreyen sesim kendini ele veriyor ve biricik can dostum bir şeylerin yolunda olmadığını anlıyor.
         "Biliyorum haber vermem gerekirdi ama bizimkileri biliyorsun Aysel ya olaylar karışmış yine. Sen iyi misin nasılsın?"
        "Olur mu öyle şey asıl benim seni aramam gerekirdi ama inan bana çok kötü şeyler yaşadım."
       "Aysel sen ağlıyor muydun?"
       "Yoo..."
       "Aysel!"
       "Hande müsaitsen görüşelim mi ya?"

     Handeyle kısa da olsa görüşmek iyi gelecek. Dostlar böyle zamanlar içindir zaten. Handeyle buluşmak için yer belirleyince yola koyuldum. Kafamın içinde sisler vardı ve dağıtamıyordum. Nişanlanana kadar Ege kalbimdeydi evet ama bu kadar yormuyordu beni. Ne olduysa nişandan sonra oldu. Ortaya çıkışı tesadüf müydü sahiden? Aşk tesadüfleri sever miydi? Sinirden direksiyonu öyle bir sıkmışım ki kan gitmediğinden parmak boğumlarım bembeyaz olmuş. Önüme aniden çıkan arabayla frene asıldım. Az kalsın çarpıyordum arabaya. Adam el kol hareketi yaptıktan sonra uzaklaştı. Handeyle belirlediğimiz yere gelmeme çok az kalmıştı. Dikkatimi toplarsam böyle kazaya sebebiyet verecek şekilde kullanmazdım. Camı açıp biraz hava aldım. Kışın yakıcı soğuğunun yüzüme vurması iyi gelmişti.

Handeyle buluşacağımız yere geldiğimde kafamda ister istemez anılar canlandı.

13 yıl önce...
~ Yine sıkıcı bir felsefe dersiydi. Ben dersi dinlemek yerine defterime bir şeyler karalıyordum. Defterimin her yerinde aynı isim vardı: "EGE".
Zil çaldığında heyecanla başımı kaldırdım. Yıllardır uzaktan saf bir aşık gibi izlediğim çocuk sonunda beni farketmiş, konuşmak istemişti. Sonunda aslında her günle aynı olan ama bana 1000 kat daha fazlaymış gibi gelen okul bitmişti. Aceleyle eşyalarımı çantama koydum. Hande, diğer en yakın arkadaşım Selim ile beraberdi. İkisi de gülümseyerek bana bakıyordu. Heyecanımı en iyi anlayan onlardı. İkisine de el sallayıp koşar adım sınıftan çıktım. Tam okuldan çıkacaktım ki aklıma saçımı düzeltmediğim geldi. Koşa koşa tuvalete gittim, aynadaki yansımama baktım dikkatlice. Gözlerimin mavi rengini seviyordum. Bir de şu gözlüklerden kurtulursam daha güzel olabilirdim. At kuyruğumu tekrar yaptım. Yaz olduğu için üstümde hırkam yoktu. Gri okul eteği, beyaz kısa kol gömlek ve yakamızdaki lacivert kurdeleyle herkesin hayalindeki okul kıyafetini taşıyorduk. Beyaz spor ayakkabılarım da ayrı bir hava katıyordu ama yine de ağırbaşlı kız havamdan ödün vermiyordum. Eteğim dizlerimin biraz üzerindeydi. Yüzüme gözüme bakıp kendimi beğendikten sonra hem sıcaktan hem heyecandan terleyen avuç içlerimle çantamın askılarını sıkarak okuldan çıktım. Ortaokuldan beri hep hayal ettiğim belki bir gün diye ümitlendiğim çocuk tam karşımdaydı ve ben aptal hareketler yapmaktan çok korkuyordum. Gözlüğümü düzeltip yutkundum bana gülümsediğinde. Tokalaşmak için ince uzun parmakları elini uzattı. Çaktırmadan terleyen ellerimi eteğime silip bende elimi uzattığımda ölene kadar aklımdan çıkmayacak olan kulaklarıma dolup kalbime işleyen, her bir zerresinden erkeksi ton akan sesiyle konuşmaya başladı;
       "Merhaba. Imm... Şey... Ben seninle konuşmak istedim de... Geldiğin için sağ ol."
       "Evet... " konuşmakta güçlük çekiyordum. Hayallerimin prensi karşımdaydı. Dudaklarımı birbirine bastırıp başka yöne baktım. Gözlerine bakamıyordum. Ses tonundan onunda utandığı belliydi. Zaten kızlarla çok konuşan bir çocuk değildi, genelde kendi halinde takılırdı.
     "Bir kafeye gidelim mi daha rahat konuşuruz?"
     "Şey aslında benim bildiğim bir yer var. Denizi ve yeşili sever misin?"
     "Ben denize aşık bir adamım bana bunu sorma." Dedikleriyle gözlerim parladı. Aklıma gelen yer bizim uçurum kenarıydı. Denizin sonsuzluğuyla yeşilin maviye olan imkansız aşkını hissettirirdi bana. Sanki ayrılmak istememişlerde bir kuvvet onları ayırmış gibi. Birbirlerine tam kavuşacakken araya uçurum girmiş gibi.
    Egeyle sohbet tahmin ettiğimden de güzel gidiyordu. Hayallerimde bile böylesine uyumlu değildik. Uçurum kenarına geldiğimizde Ege şaşkın gözlerle bana baktı. Bende ona baktım, gülümsedim ve ellerimi iki yana açıp "böyle işte" der gibi hareket yaptım. Ege büyülenmişe benziyordu. Çok uzak olmamasına rağmen şehirde değilmişiz gibiydi. Çantamı çimlere atıp yere oturup bacaklarımı uzattım. Ege'ye de elimle yanıma oturmasını işaret ettim. Toprak tüm sinirimizi alıp götürürken güneş içimizi ısıtıyor, deniz ise tarifsiz bir huzur veriyordu.
     "Denize baksana güneş üzerinde dans ediyor sanki."
Dediğimle Ege gülmeye başladı. Dalga geçtiğini sanıp somurttuğumda ise daha çok güldü ve yanağımdan bir makas aldı. Ben ise kollarımı önümde bağlayıp dudaklarımı büktüm;
      "Ya neden gülüyorsun ki şimdi?"
  Yaptığı hareketle bayağı utanmıştım. Kıpkırmızı olmam ve sesimin titremesi de tuz biber olmuştu. Ege kesin anlamıştı ona karşı boş olmadığımı.
       "Güneşin dans etme olayını tek ben düşünürüm sanırdım. Meğer farklı yerlerde birbirimizi bile tanımıyorken aynı şeyleri düşünürmüşüz."
        "Hâla birbirimizi tam olarak tanıyor sayılmayız aslına bakarsan..."
     Dediğimle gülen yüzü ciddileşti. Acaba yanlış bir şey mi demiştim? Arkasını dönüp otlarla oynamaya başladı. Ona dokunmak sarılmak beni yanlış anladığını söylemek için can atsam da parmağımı bile kıpırdatamadım. Moralim bozulmuştu. Yıllardır beklediğim anı yaşıyordum ama onu mahvetmiştim. Diyecek bir şey bulamayınca sakinleşmek için denize baktım. Bana huzur vermesini bekliyordum ama yetmiyordu. Ellerimi arka tarafa yaslayıp destek alınca geriye doğru kaydırdım vücudumu. Kafamı gökyüzüne kaldırıp gözlerimi kapadım. Güneş yüzümü okşuyordu ki ışığıma bir gölge düştü. Gözlerimi açmamla karşımda ayağa kalkmış Ege'yi gördüm. Neden ayağa kalkmıştı ki? Gidiyor muydu? Gözlerimle şaşkınlıkla kırpıştırırken bana elini uzattı. Toprak olan ellerimi silkip eline uzandım. Beni kaldırmış olmasına rağmen elimi bırakmıyordu. Ne yapmaya çalıştığını anlayamayıp bir cesaret yüzüne baktığımda o orman gözlerini gördüm. Yeşildi ama koyu yeşildi. En asilinden... Daha önce hiç bu kadar yakından bakamamıştım gözlerine, kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Ege gözlerimin en derinine baktı sanki sonsuza dek orada yaşamak istiyormuş gibi... Dudaklarımı ısırıp yutkunmaya başlamıştım bile. Bir an önce tepki verse iyi olacaktı yoksa düşüp bayılacaktım derken konuşmaya başladı;
      "Ben denize aşık bir adamım demiştim. Evet, ben gerçekten aşığım denize. Özellikle senin gözlerinde bulduğum denize aşık oldum ben. Milyarlarca damladan oluşan denizin veremediği huzuru o minicik gözlerinde buldum. Belki geç kaldım sana, belki erken geldim. Belki de şu an imkansız bir aşkın kapısını çalıyorum ama umrumda değil. Ben senin yanına gelmeden önce kendime bir yemin ettim. Yaşadığım süre boyunca bu kızı üzmeyeceğim dedim. Bak Aysel... Ben bu duyguları sana iki gündür falan beslemiyorum. Senelerdir içimde tuttuğum ölçüp biçtiğim bir aşk bu. Sen eğer şimdi bana kızarsan giderim. Karşına çıkmam bir daha ama seni de asla unutmam. Sen benim kaderime yazılmışsın Aysel. Şimdi gidersem elbet yine buluşacağız seninle ben inanıyorum. Sakın bu sözüm seni korkutmasın. Ben seni takip ederim peşini bırakmam demiyorum. Kader bizi birleştirir diyorum. Aysel, sen benim hayatımın aşkı değil hayatımın ta kendisisin. Rüyalarım, hayallerim, gerçeğimsin... Bu dediklerim seni gücendirecekse hemen şimdi söyle. Koşa koşa uzaklaşayım buradan, sende bir hayal gibi hatırla beni. Ama sende bana karşı boş değilsen bana bir şans ver DENİZ GÖZLÜM."
    Dedikleriyle ne yapacağımı bilmiyordum. Bunları söylerken elimi bırakmamış ve gözlerimin ta içine bakmıştı. Her bir harfinden samimiyet akıyordu. Senelerdir beklediğim anı yaşıyor olmanın verdiği değişik duyguyla ağlamaya başladım. Ege beni üzdüğünü sanıp bıraktı ellerimi. Yüzümü avuç içleriyle kavrayıp baş parmaklarıyla göz yaşlarımı silerken;
     "Özür dilerim." Diye fısıldadı.
     "Hayır." dedim. "Özür dileme."
Ege acı çekiyor gibiydi. Gerçekten onu sevmediğimi sanmıştı herhalde. Kendimi geri çekip yüzüne baktım. Ağlamıyordu ama gözleri kıpkırmızıydı. Aniden cesaret ettim ve sarıldım. Evet evet, ben Ege'ye sarıldım. Şaşırdığı her halinden belliydi ama sarılışıma tepkisiz kalmadı ve kollarını bana sardı. Kulağına yanaşıp en kısık ses tonumda "Seni seviyorum Ege." Dedim. Ege dediğimle daha çok sardı beni. Hep sarıldığımızda nasıl olacağını düşünmüştüm ama bu kadar güzel ve huzur dolu olacağını tahmin etmemiştim. Beni kendinden uzaklaştırıp yüzüme baktı. Gülümsüyordu;
     "Sonsuza kadar benim olur musun Aysel? Buna katlanabilir misin?"
     "Eğer sonsuza kadar sen bana katlanabilirsen seve seve."
     Yumruk yaptığı elini açtı. İçinde kusursuz yaratılmış bir papatya duruyordu. Her yaprağı aynı ölçüde ve simetrik. Sanki yapay gibiydi. Ama kokusundan yeni koparıldığı ve canlı olduğunu anlaşılıyordu. Sanırım az önce otlarla oynarken bulmuştu bu güzel çiçeği. Ege ellerimi tutup avucuma papatyayı koydu.
    "Bu sana aldığım ilk çiçek olsun. Daha niceleri olur gerçi de ilkler unutulmazmış."
     "Ege... B-ben... Teşekkürler."

   Ege bu utangaç hallerime güldükçe ben daha çok utanıyordum. Eliyle çenemi tutup kaldırdı. Yine göz gözeydik. Üzerinde bulunduğumuz birbirine kavuşamayan maviyle yeşile inat benim gözümdeki maviyle onun gözündeki yeşil buluşuyordu. Baş parmağıyla sakin sakin yüzümü okşamaya başladı. Gözlerime kenetlenen gözleri ağır ağır dudaklarıma kayıyordu. Niyetini az çok anlasamda kendime dur diyemiyordum. Sanki tüm dünya donmuştu ve sadece biz vardık. Zaman farklı bir anlam kazanmıştı. Dudaklarını birbirine bastırdı ve ıslattı. Çenemi iyice kavrayıp yüzümü kendisine doğru çekerken gözleri kapandı ve bende gözlerimi kapatıp kendimi hislerime bıraktım. Dudaklarımız hafifçe birbirine değdi önce. İlk başta irkilsemde dudaklarının sıcaklığına alışmam uzun sürmedi. Hareket etmiyorduk. Eli hâla çenemdeydi, dudaklarımız ise birbirlerine kıpırtısız bir şekilde değiyordu. Kalbim duracak derken Ege beni gerçek anlamda öpmeye başladı. Sanki her bir hücremi keşfetmek ister gibi dudaklarıyla dudağımın her bir zerresini geziyordu. Tadını alabiliyordum. Ve kokusunu... Çenemdeki elini indirip belime doladı ve beni daha çok kendine çekti. Tamamen kenetlenmiştik. Kaç dakika sürdü bilmiyorum ama dudaklarımız zor olsa da birbirinden ayrıldığında deli gibi titriyordum. Ege gözlüğümü düzeltti ve saçlarımı sevdi. Ben ise kıpkırmızı olmuş bir halde yere bakıyordum. Bana sarıldı, şefkat dolu bir kucaklamaydı bu. Kulağıma eğilip fısıldayarak "Seni seviyorum deniz gözlüm." ... ~

   

    ...Handeyle biraz büyüyüp dert sahibi olmaya başladığımızda buraya gelirdik. Uçurum kenarıydı. Issızdı belki evet ama tam kafa dinlemelik yerdi. Ne sevinçlerimizi ne dertlerimizi gördü bu uçurum kenarı. Piknikte yapardık bazen. Egeyle ayrılmak zorunda kaldığımızda burada sabahlamıştım. Buradan tüm dünyaya acılarımı haykırmıştım. Burası benim en iyi sırdaşımdı. Handeyle aramızdaki sır gibiydi.

   Arabadan inip montuna sımsıkı sarılmış olan Handeye doğru kendinden emin adımlarla yürüdüm. Esen rüzgarla montuna daha da sıkı sarılıp bağırarak konuşmaya başladı;
    "Kızım nerde kaldın ya?"
    "Kusura bakma trafik işte ancak gelebildim."
    "Ç-çok soğuk arabaya binelim mi?"  Bunu söylerken çenesi titremişti. Gerçekten üşüyor olmalıydı. Dediğini kafamla onayladıktan sonra arabaya bindim. İçeriyi ısıtınca Hande ancak kendine gelebildi.
    "Ne oldu bakalım niye ağladın sen?"
   Hande'nin sorusuyla gözlerimi yakan yaşları daha fazla tutamadım. Her biri değdikleri her bir hücremi parçalaya parçalaya indiler çehremden sanki. Canım yanıyordu. Anlatamıyordum kimseye zaten kimse de anlamazdı. Ya dinlemiş olmak için ya da merak ettikleri için dinlerlerdi. Kimse seni anlamak için dinlemezdi. Tek biri hariç. Psikologlar. Onlarda bunu tonlarca paraya yaparlar zaten. Oysa ki bazen insanın tek ihtiyacı güvenerek dertlerini dökebileceği biri oluyor. Ege ile ilişkimizdeki en güzel şeylerden biriydi. Birbirimizi dinlerdik ve anlardık. Ve her ne olursa olsun yan yana olurduk. Sonrası malumunuz...
     "Hande buraya gelmek istemiyorum gidelim buradan."
     "Yeter Aysel yeter!"
Hande'nin bu tepkisi beni korkutmuştu.
       "Ne kadar bencilce ve şımarıkça davrandığını farkında mısın? Yok Ege falan yok! Anladın mı? Sen nişanlısın artık. Tamam yeni nişanlandı değişik duygular yaşıyordur dedim ama uzadı bu iş artık. Ege çok isteseydi bulurdu seni. Buldu mu? Hayır. Hakan sana aşık kızım. Bak üzme bu çocuğu hakkın değil. Hele de Ege için hiç üzme. Eğer olmuyorsa da ayrıl Hakan."
     "H-hande... S-sen ne dediğinin farkında mısın? Nasıl böyle şeyler söylersin bana? Acıma en yakından şahit olan sensin."
      "Aysel bitti gitti tamam mı? 7 yıl oldu. Tamam, belki o terketmedi seni. Ama bulmaya da çalışmadı. Bak Hakan çok iyi bir çocuk. Ya üzme, unut şu Ege denen herifi. Hakanla hayatını yaşa. Ya da bitir bu işi, at nişanı."

    Handeyle ilk defa bu kadar hararetli kavga ediyorduk. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Ben ondan destek beklerken en büyük tokadı atan o olmuştu. Hande baya sinirli olacak ki daha fazla konuşmamak için arabadan indi. Sakinleşmemiz gerekiyordu. Arabaya yaslanıp denizi izlemeye başladı. Neden böyle davrandığını anlayamıyordum.

   Düşüncelerimi Hande'nin telefonunun sesi bozdu. Önemli bir şey mi diye alıp mesaja baktım. Ve şok üstüne şok. Mesaj Hakandandı...

*** Oylarınızı bekliyorum çok teşekkürler :) ***

Yıllar SonraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin