Handa bulunanların hemen hemen hepsi kasabada yaşayan insanlardı. Çiftçiler ve küçük çaplı tacirler... Bu kasabaya zaten çok fazla yabancı gelmezdi. Çünkü bu kasaba, Lunthar, tüm Ordach kıtasını baştan başa saran göç yollarının dışında kalıyordu. İşte bu sebep bu küçük kasabayı kendi kabuğuna çekilmeye zorluyordu. Kasabalılar kendi içlerine kapandıkça, dışarıdan gelenlere karşı güvensizlikleri arttı, elbette hancı hariç. Bir zaman sonra yalnızca kendi tacirlerinin getirdikleri haberlere inanır, yalnızca onların getirdikleri malları kullanır olmuşlardı.
Hancı elinde koca bir tabak dumanı tüten baharatlı tavukla kalabalık arasında görüldü. Yemeğin kokusu odayı dolduran tütün ve gaz yağı kokusunu bastırıyordu ve gerçekten de muhteşem kokuyordu. Tabak masaya geldiğinde yabancının yüzü geniş bir gülümsemeyle aydınlandı. Yemeğin görüntüsü, sabahtan beri hiçbir şey yemediğini hatırlattı ona. Adam hemen yemeğe koyuldu. Hancı arkasını dönüp yerine dönerken odanın ortasında bulunan, etrafı geniş bir kalabalıkla kaplı yaşlı bir adama seslendi:
"Hey Argile, seni yaşlı tilki, bu gece bize anlatacağın bir hikayen yok mu?"
"Her gece vardır Noah, bilmez misin?"
Handaki insanlar bu cevabı gürültülü bir şekilde onayladılar ve yaşlı Argile'in sesini daha iyi duymak için ellerinde gaz lambalarıyla ona doğru yaklaştılar. Oysa Argile'in sesi gürdü ve arkalarda küçük bir gaz lambasının aydınlattığı masada yemeğiyle meşgul olan yabancıya dek uzanıyordu.
"İşimi oğluma devretmeden önce, yani daha dinçken ve uzak şehirlere iş seyahatlerine kendim çıkabiliyorken başıma gelen bir olayı anlatmak istiyorum. Harnak Dağları'nın ötesinde, Lastyl şehrine gitmiştim. Zontar'dan zengin bir müşterim kaliteli tütün sipariş etmişti ve en kaliteli tütünler Harnak Dağları'nın ötesinde yetişir."
Onay mırıltıları bir kez daha odayı doldurdu. Yaşlı adam tüm kalabalığı etkisi altına aldığını biliyordu artık, bıyık altından gülümsemesiyle hikayesini anlatmayı sürdürdü.
"Sonbaharın sonuydu ve doğa tanrıçası Xanita'nın rahipleri yaklaşan kışın çok sert geçeceğini duyuruyorlardı. İş bağlantılarımdaki birkaç küçük pürüz yüzünden ve kervancı başının yaklaşan kışın sertliği konusundaki sağduyulu davranarak dağlarda mahsur kalmak istemediği için üç gün önceden hareket etmesinden dolayı Lastyl'deki son kervanı da kaçırmıştım. Tek başımaydım ve dondurucu soğuğa yakalanmak istemiyorum. Acımasız Harnak haydutlarının yayılmış ünü sebebiyle kendime eşlikçi de tutamamıştım. Kendi başıma yola çıkmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Lasytl'den Harnak Dağları'na kadar geçirdiğim beş gün boyunca, günden güne sertleşen hava koşulları dışında hiçbir sorun yaşamadım. Harnak Dağları'nın eteklerine bir öğleden sonra varabildim ve o gece orada kamp kurmaya karar verdim. Kendime kuytu bir yer buldum, ateş için çalı çırpı topladım. Atımı ve yük katırlarımı yılın son yeşil otlarından faydalanmaları için etrafa saldım. Hava karardığında – artık çok erken kararıyordu – ateş yaktım ve karnımı doyurdum. O gece erken uyudum. Ertesi sabah erkenden uyanıp yüksek dağların diğer tarafına geçmeyi planlıyordum."
"Etraftan gelen seslerle uyandım. Hava aydınlanmaya yüz tutmuştu ve her şey mavi gökyüzünün altında siyah gölgeler olarak görünüyordu. Isınmak için yaktığım ateş közlenmişti. Beni rahatsız eden sesleri neyin çıkardığından emin değildim, dağdan inen vahşi kurtlar olabilirdi. Çalıların arasında bir gölge gördüm, bir insan silueti... Kim var orada , diye bağırdım. Ben esrarlı siluetin niyetinin ne olduğunu anlamaya çalışırken birisi arkamdan sinsice yaklaşmış, aniden üzerime atılıp ağzımı kapadı. Bir an dehşete kapıldım. Bağırmak ve yardım çağırmak için çırpınıyordum fakat sesimi kimseye duyuramayacağımı biliyordum. Etrafta kimseler yoktu. Ellerimi, ayaklarımı ve de ağzımı büyük bir süratle bağladılar. Beni bir ağacın altına attılar. Kurtulmak için çabalarken atımı ve katırlarımı yüklediklerini gördüm. Beş kişiydiler."
"Birden çalılıkların içinden ürkütücü bir çığlık koptu. Şaşırmıştım ve ne olduğunu öğrenmek için hafifçe doğruldum. Haydutların da en az benim kadar şaşırdıklarını gördüm. Sesin geldiği yönden bir mızrak fırladı ve katırların birinin yanındaki iri haydudun göğsüne indi. Adam acı çığlığı bile atamadan taş gibi yere düştü. Sonra bir adam yine aynı yönden haydutların üzerine doğru koşmaya başladı. Elinde kısa kılıcı vardı. Haydutlar yaşadıkları şoktan kısa sürede çıkmışlardı ve ellerini silahlarına atıp kendilerine doğru koşan adamı karşılamak üzere öne çıktılar. Karanlıklardan fırlayan gizemli adam, karşısına çıkan ilk haydudun kılıcına tüm gücüyle vurdu ve kılıcın onun elinden uçmasını sağladı. Hasmının sağından geçerek kısa kılıcını sol kürek kemiğinin altındaki boşluğuna sağlarken diğer eliyle yerde yatan cansız bedendeki mızrağı çekip çıkardı. Haydutlardan uzun boylu ve zayıf olanının hamlesini, silahını iki eliyle yatay bir şekilde tutarak savuşturdu, daha sonra da haydudun arka kısmından bir kavis çizerek sağ kalçasının altına vurdu. Aynı silah, usta savaşçıya saldıran son haydudun göğüs kafesini parçalayarak, kemiklerini kırarak, etini deşerek geçti ve sırtından dışarı çıktı. Haydut silahın ucunda sarsılarak can verdi."
"Geriye haydutların en çelimsizi ve tahminlerime göre en genci kaldı. Hayat tecrübesinin azlığından -ve biraz da korkudan elbette- savaşçıya saldıramıyordu ve öylece dikiliyordu. Savaşçı çocuğun kendisiyle düelloya girmeyeceğini bildiğinden, arkasını döndü ve yerde yatan haydudun kürek kemiğinden kısa kılıcını kurtardı. Silahındaki kanı cesetlerin elbiseleriyle temizledi. Tekrar çocuğa döndüğünde, çocuk gözlerini yerdeki cesetlere dikmiş kıpırdamadan bakıyordu. Kalçasından yara almış olan haydut hala hayattaydı ve inlemekteydi."
"Onu katırlardan birine yükle ve buradan götür."
"Onlar benim ailemdi" diyebildi çocuk yalnızca. Yeni doğan güneşin ışığında gözyaşları parlıyordu.
"Tuttuğunuz bu yolda, bugün yahut yirmi yıl sonra, nasıl olsa öldürüleceklerdi. Şimdi bir tanesinin hayatı senin ellerinde. Onu buradan götür."
"Seni katil!..." Genç haydut bir an elini kılıcına attı ve savaşçıya doğru bir hamle yaptı. Savaşçı genç adama buz gibi bir bakış attı. Bu bakış genç adamı taş kesti. Genç adam bir süre hareketsiz kaldıktan sonra elindeki kılıcı yere bıraktı. Yaralı akrabasının yanına diz çöktü. Kısa bir süre sonra yaralı akrabasını henüz yüklemeye fırsat bulamadıkları bir katırın üzerine yerleştirdi ve güneşin ilk ışıklarını saçtığı tepelere doğru yitip gittiler."
"Bense, beni attıkları ağacı dibinden olan biteni izliyordum. Savaşçı kısa kılıcıyla üzerime gelmeye başlayınca ödüm koptu. Olduğum yerde debelenmeye başladım. Elini omzuma koydu:
"Sakin ol ve kıpırdanmayı kes, sana zarar vermek gibi bir niyetim yok." dedi. Bunun üzerine biraz daha rahat hissettim kendimi. Kısa kılıcıyla ellerimi birleştiren bağları kesti.
"Burası tek başına kamp yapmak için oldukça tehlikeli bir yer. Bir daha buralarda tek başına dolaşma. Her zaman seni kurtaracak birileri olmayabilir."
"Teşekkür ederim savaşçı."
"Burada çıkan gürültü bütün dağ sırası boyunca duyulmuştur. Bu gece ikinci defa saldırıya uğramayacağını garanti ederim ama bir şey olursa tüm gücünle bağır, buralarda olacağım."
"Savaşçı geldiği çalılara doğru giderken bedenim hala titriyordu. Neredeyse tüm Ordach Kıtasını dolaştım, bin türlü insanla tanıştım ama hayatım boyunca böyle bir savaşçı görmedim. Savaşların tanrısı Pross'un ruhu bu adamın bedeninde dolaşıyordu sanki. O ruh bu adamın içinde bir ateş gibi yanıyordu ve karakterini şekillendiriyordu, tıpkı bir demircinin ocağında kor bir demire ağır çekiçlerle şekil vermesi gibi."
Yaşlı tüccar sözlerinin sonuna geldiğinde, etrafındaki kalabalık huşu içerisinde yerlerinde oturuyorlardı. Hikayenin salondaki etkisi o kadar büyüktü ki, dinleyenler kafalarında olayı tekrar canlandırmaya çalışıyorlardı ve bahsi geçen savaşçının yerine kendilerini koyuyorlardı. Yabancı ise ortalıkta görünmüyordu. Daha hikaye bitmeden hancıyı yanına çağırmıştı ve kendisine bir oda göstermesini istemişti. Hancı tahta basamaklardan üst kata çıkarken duvar kirişine dayadığı silahını almış ve hancıyı takip ederek üst kata çıkmıştı. Cılız ışıkların aydınlattığı koridorun sonundaki odaya geldiklerinde hancı durdu.
"İşte odan burası yabancı. Biraz küçük ama yine de temizdir. Rahat edeceğinden eminim."
Yabancı teşekkür ederek odaya geçti. Bir ara hancının gözü yabancının elindeki silaha kaydı. Yaşlı Argile'ın anlattığı hikayedeki silaha ne kadar çok benziyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Göç Yolları
FantasíaYapılacak tek bir şey vardı... Bu savaşa sürüklenen için de, bu savaşa birilerini sürükleyen için de... Savaşı çıkaran için de, bu yangını körükleyenler için de... Savaştan nefret edenler için de, şehirlerini savunmak zorunda olanlar için de... Herk...