Bölüm 4 Kısım 2

22 6 5
                                    


Vargorn şehri, kendisini çevreleyen tepelerden muhteşem görünüyordu; özellikle akşam güneşi kavuşurken. Kocaman bir imparatorluğun başkenti olmanın vermiş olduğu ihtişam şehrin her yerini sarmıştı. Şehri çepeçevre saran surların ardından büyük meydanlar, yüksek kuleler, önemli binalar, temiz sokaklar kendisini gösteriyordu.

Saray şehrin tam ortasındaydı, etrafında devlet işlerinin yürütüldüğü çeşitli binalar vardı ve elbette sarayın etrafında olmanın gerektirdiği bir görkemle duruyordu. Zengin ve fakir halk iç içe yaşıyordu, ticarethaneler her şehirde olduğu gibi başkentin de can damarıydı. Ve son olarak şehri tüm gücüyle saran aşılmaz surlar... Ordach'ta hiçbir ordu bu surları aşamamıştı bu güne kadar. Sadece bir kez kuşatılmıştı ama yüzyıllar önceki Büyük İstila'ya dayanıyordu bu olay.

Şehir sakinleri bu gerçeği bildiğinden savaş söylentileri o kadar da canlarını sıkmıyorlardı. Yaşam her günkü tekdüzeliğiyle akıp gidiyordu Vargorn'da. Esnaflar her yeni günün getirdiği umutla açıyorlardı dükkanlarını. İnsanlar her günkü sıkıntılarıyla yaşıyorlardı. Evlerde, tapınaklarda, okullarda, sokaklarda, devlet binalarında her şey sıradandı. Sadece kışlada hararetli bir koşuşturma yaşanıyordu, bir de saraydakiler yaşıyordu savaş gerginliğini.

İmparator Garen yaklaşan ordudan haberdardı elbette. Ancak bu tehlike karşısında soğukkanlılığını koruması saray halkını endişelendiriyordu. İmparator, tehdidin başladığından bu yana daha da suskunlaşmış, içine kapanmıştı. Sadece günlük rutin meselelerde görüş bildiriyor ve ilgili görevlilerin bunları çözmesini istiyordu. Ordu ülke sınırlarından içeri girdiğinden beri savaş kelimesini ağzına almamıştı ve savaş konseyini toplamamıştı. Bir şeylerin olmasını bekler gibiydi.

Uzun süredir sarayda yaşayanlar imparatorun suskunluğunu onun yumuşak başlılığına yoruyorlardı. Bu savaşta, istediğini zorla almak isteyen ağabeyi karşısında, her zaman olduğu gibi, geriye çekileceğinden bahsediyorlardı karanlık koridorlarda. Saraydaki çıkarlarını devam ettirmek konusundaki istekleri üst düzeyde olan azınlık gruplar destekleyecekleri kişinin kim olacağına henüz karar verememişlerdi; çünkü yapabilecekleri en küçük hatada sarayda kalmaları imkansızlaşabilirdi.

Öğleden sonranın miskin sessizliği, teşrifat borularının çığlığıyla yırtıldı. İmparator tahtında düşüncelere dalmış otururken aniden odaya dolan ses yüzünden boş bulunup irkilse de kendisini toparlamayı bildi.

"İmparatorluk şövalyelerinden Zontar Başkumandanı Sör Fenriz!"

Sarışın şövalye iri adımlarla kabul salonunu baştan başa geçerek tahta beş adım kala durdu. Tek dizi üzerine çökerek imparatoru selamladı, selamlama sırasında zırhı ve kılıcı tangırdayıp duruyordu.

"Majestelerinin affını istiyorum, acaba buna nail olacak mıyım?"

"Sör Fenriz, affıma sığınacak nasıl bir kabahatte bulundunuz?"

"Düşmanınızın ordusunda bulunuyordum majesteleri." Bu itiraftan sonra kabul salonunda bir hayret uğultusu yükseldi ama Fenriz'in sesinde kendine güven vardı, hiçbir pişmanlık hissetmiyor gibiydi. Devam eden uğultunun içinden bariton sesiyle konuşmasına devam ettiğinde hala sağ dizinin üstündeydi ve sarı saçları da yüzünü gizleyecek şekilde, başı öne eğikti. "Ağabeyinizin size karşı olan ihanetinden haberdar değildim ve ordular komutanı rütbesiyle Yeni Satyr şehrine tüm garnizonumla gelmemi emrettiğinde tereddütsüz itaat ettim. Beni orada Astinalılardan ve parayla tutulmuş Zacklardan oluşan bir orduyla karşıladığı zaman bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım ama bu kadarına cüret edeceğini tahmin edemezdim. Bana ve adamlarıma sürekli düşmanı silip süpüreceğimizden bahsediyordu ancak kast ettiği düşmanın siz olduğunu bilemedim. Öğrendiğim andan itibaren de her şerefli Zack askerinin yaptığı gibi ordugahı terk ederek asıl olmam gerektiği yere, yanınıza geldim."

"Siz ordular komutanının vermiş olduğu emirleri uygulamışsınız, ben bunda af dileyecek bir kabahat göremiyorum Sör Fenriz."

"Majesteleri, bizler ülkemizi savunmak için yemin ettik, yıkmak için değil. Bu uğurda gerekirse can vermekten de kaçınmayız."

"Ayağa kalkın Sör Fenriz, siz ve garnizonunuzda bulunan her bir nefer affıma mazhar oldunuz ve daha önceleri birçok defa yaptığınız gibi sadakatinizi yine kanıtlayacaksınız. Yaklaşmakta olan savaşta ön cenahta, yanımda savaşacaksınız."

"Bu bizim için bir onurdur majesteleri."

Zontar garnizonu en iyi askerlerin kabul edildiği ülkenin en seçkin birliğiydi ve imparatorluk kanunlarına göre zaten ön cenahta imparatorun yanında savaşmalıydı. Yani imparatorun söyledikleri aslında eski bir kanunun yeniden hatırlatılmasından başka bir şey değildi.

Bilge Carakas zamanı barış içinde geçen – ufak tefek sınır ayaklanmalarını saymazsak – bir dönem olmasından dolayı yeni yetişen şövalyeler kendilerini savaş alanlarında gösterme şansı bulamamışlardı. Garnizon komutanı artık görevini yerine getiremeyecek kadar yaşlanınca Fenriz gelece vaat eden şövalyelerin içinde en iyisi olduğundan dolayı Bilge Carakas tarafından Zontar garnizonunun başına getirilmişti. İmparatorun yeniden hatırlattığı kanun gereği ön cenahta savaşacak olması, hatta bir savaşta kendisini gösterecek ve sadakatini ispat edecek olması kanını kaynatmaya yetmişti. Son sözlerini söylerken gözlerinden saçılan kıvılcım kabul salonunu tutuşturmuş, sesi kadim duvarlardan yankılanarak kalabalığın içinde bir umut ışığı yakmıştı:

"Sadakatim İmparator adına!" 

Göç Yolları Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin