İrkilerek uyandığında gün ışımıştı. İnleyerek doğruldu, hala çalışma masasındaydı. Gözleri şişmişti, boynu ve beli tutulmuştu ve kulaklarında babasının tok sesi hala çınlıyordu. Eliys'den yiyecek bir şeyler hazırlamadan önce kendisine masaj yapmasını istedi.
Ordugah hareketlenmeye başlamıştı. Çadırın dışından zırh şıkırtıları, at kişnemeleri ve yirmi bin kişinin homurdanmaları geliyordu. Fronn kahvaltıdan sonra çadırından dışarı çıktı ve dosdoğru Nestor'un çadırına girdi.
Nestor her sabah olduğu gibi şafakla birlikte uyanmıştı ve zincir zırhını giymişti. Yüzünde endişeli bir ifade vardı. Fronn içeriye girdiğindeyse yüzündeki endişe gözle görülür bir şekilde artmıştı.
"Lunthar'a gönderdiğimiz keşifçiler geriye döndüler mi?"
"Hayır lordum, henüz bir haber alamadık."
"Garip. Bu işin içinde başka bir iş var. " Elini çenesine götürerek düşünceli düşünceli çenesini kaşıdı. "Yüz kişilik bir kol hazırla Nestor, elli Zack, elli Astinalı olsun. Kolun başında bizzat ben olacağım. Şu kasabada neler oluyor kendi gözlerimle görmek istiyorum."
"Emredersiniz lordum."
Bir saat sonra kol hazırlanmıştı ve kolun başında Fronn ve Nestor bulunuyorlardı. Koldaki askerler neyle karşılaşaklarını bilmediklerinden ötürü tam takım zırhlara bürünmüşlerdi. Günlerdir ordugahta sessizce beklemektense böylesine bir savaş gerginliğini tercih ediyordu hepsi. Askerlerin hepsi elbette bir gün önce gönderilen keşif müfrezesinin geri dönmediğini biliyorlardı ama yine de yüzlerinde küçük birer tebessüm asılıydı. Bir ordugaha tıkılı kalmaktansa işlerini yapmalarının verdiği rahatlık onları gülümsetiyordu. Onlar birer askerdi ve işleri ise savaşmak, adam öldürmek ve böylece ülkelerinin düşmanlarına boyun eğmemekti.
Ancak Zacklar için durum biraz daha karışıktı.Çünkü kendi ülkelerinin sınırları içinde ilerliyorlardı ve karşılaşacakları düşman yine kendi insanları olacaktı. Prens Fronn, imparatorluğun bütünlüğünü bozmaya çalışan hainlerle savaşacaklarını söylemişti onlara, oysa Astinalılarla birleşmek zaten yeterince bütünlüğü mahvetmek demekti. Prens Fronn'un bir bildiği vardı mutlaka...
Gün ortasına kadar ilerlemişlerdi ve kasabanın bulunduğu yere artık çok yakındılar, kasaba önlerinde uzanan tepenin hemen ardındaydı. Kasabaya girmeden önce öğle yemeği için mola verdiler. Yemekten sonra Fronn askerlerini topladı."Birazdan önümüzdeki tepenin ardında kalan Lunthar kasabasına gireceğiz. Hepinizin bildiği gibi oraya gönderdiğim öncü müfreze geri dönmedi. Orada neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz, bu yüzden tetikte olalım."
Lunthar'ın önündeki tepelerin en uç noktasına ulaştıklarında kasabanın korkunç görüntüsüyle karşılaştılar. Yoğun yanık kokusu tepenin zirvesine kadar ulaşıyordu. Kasabanın dış cephesini oluşturan evlerin büyük bir çoğunluğu yanmıştı. Evlerin duvarları alevlerin kızıl dillerinden dolayı kararmıştı. Karşılarına çıkan ilk manzara sonrasında Fronn'un yüzü çarpıldı. " Bir dahaki sefere hatırlat Nestor, Astinalıları tek başlarına keşifçi olarak göndermeyelim."
Kasabanın içerisinde durum çok daha kötüydü. Evlerin çoğunu isle lekelenmiş duvarlar çevreliyordu. Samandan yapılma çatılar çoktan küle dönmüştü. Evlerinin içerisini güvenli sananlar, ateşe verilen evlerine sıkışıp kalmışlar ve evleriyle birlikte canlı canlı yanmışlardı. Bu yüzden kasabanın kötü kokusuna mide bulandırıcı yanmış et kokusu da karışıyordu. Her tarafta ceset vardı, kimi oklanmış, kimi kılıçla öldürülmüş ama hiçbirine acınmamıştı.
Zack askerler gördükleri manzara karşısında neredeyse küçük dillerini yutacaklardı. Belli ki bu kasabayı bu hale getirenler, gönderilen keşif mangasını da yerle bir etmişlerdi. Gerçeği göremeyen ve hala liderleri Prens Fronn'un amacını anlamayan Zack askerleri şimdi ülkenin düşmanlarıyla karşılaşmak için can atıyorlardı. Ancak Zack askerlerinin en iyilerinden biri olan Zontar garnizonu komutanı Fenriz, durumun farkındaydı. Dişlerini sıkmış ve neredeyse çene kemikleri birbirine geçmiş bir halde Astinalılara bakıyordu. Onu durduran tek şey, kendisine verilmiş olan emirlerdi.
Kasabanın içlerine doğru ilerledikçe manzara daha da korkunçlaşıyordu, on yaşlarında bir erkek çocuğu cesediyle karşılaştıklarında gördükleri manzara bunu kanıtlar gibiydi. Çocuğun göğsünde yirmi beş santimetre boyunda bir yarık vardı. Elbisesi tamamen kanla kaplanmıştı. Toprağa akan kanı pıhtılaşmış ve kanlı elbisesinin altından iç organlarının pembemsi renginin yavaş yavaş kaybolmaya başladığı açıkça görünüyordu.
Bir Zack şövalyesi atından inerek yerde yatan çocuk cesedinin yanına koştu. Miğferini çıkarıp bir kenara fırlattı ve cesedi, içerisinde yattığı kan gölünün ortasından kaldırdı. Çocuğun saçları kendi kanıyla ıslanıp kaskatı kesilmişti. Şövalye cesedi çimenlerin üzerine yavaşça – ve sevgiyle – bıraktı. Ayağa kalktığında çenesi sinirden kasılmıştı, boynundaki damarları şişmiş ve gözlerinde karanlık bakışlar yer etmişti. Kılıcını kınından çıkardı ve korkunç bir savaş narası atarak Astinalı askerlerin arasına daldı. Fronn kendisini kaybeden şövalyenin ardından bağırmasına rağmen şövalyenin, ne olduğunu anlamayan Astinalının kafasını koparmasına engel olamadı.Ortalık bir anda karıştı. Kızgın şövalye bir Astinalının daha sağ kolunu kopardı ve kılıcını bir diğerinin boğazına soktu. Astinalı askerler kılıçlarını çekip kendilerine saldıran Zack şövalyesini durdurmak istediler ama kılıçlarını çekmeleriyle bir, diğer Zack şövalyeleri de kılıçlarını kınlarından sıyırıp taarruza geçmeye hazırlandılar. Bu sırada Fronn'un yeri göğü inleten çığlığıyla herkes irkilerek kavgayı bıraktı.
"Sör Fenriz, derhal kılıcınızı kınına sokun! Bu bir emirdir!"
Fenriz, isteksizce emri veren Fronn'a döndü. Kılıcını temizleyip kınına soktu. Astinalı askerler hala temkinliydi, gözleri diğer şövalyelerdeydi ve gergince bekliyorlardı. Fenriz, Fronn'un yanına geldi, yüzünde boyun eğmez bir ifade vardı. Gözleri delice bir şiddetle bakıyordu etrafa, sarı saçları sonbahar rüzgarında dalgalanıyordu. Eli hala kılıcının kabzasındaydı.
"Eğer yapacaklarım, Prens Fronn, böyle sonuçlar doğuracaksa bu oyunun içinde olmayacağım. Ne ben, ne de adamlarım..."
"Öyle olsun Fenriz, sen ve adamların bana bağlı askerlerdiniz. Bugüne kadar Zontar garnizonu olarak bana tam itaat gösterdin. İsteğini kabul ediyorum. Ancak adamlarını ordugahtan çekmeden önce senden yapmanı istediğim bir şey var, istersen son emrim olarak da düşünebilirsin. Buradaki cesetler için bir mezar kazın ve onları gömün."
"Emredersiniz Lordum."
Fenriz ve adamları mezar hazırlama işine girişirken Fronn, Nestor ve Astinalı askerler kasabanın doğu yakasındaki küçük hana doğru ilerlemeye başlamışlardı. Nestor atını Fronn'un yanına sürdü.
"Lordum biliyorsunuz biraz önce saflarınızdan üç bin adam kaybettiniz."
"Biliyorum Nestor ancak bu o kadar önemli değil."
"Önemli değil mi? Sör Fenriz ve adamlarına denk hiçbir kuvvet yok orduda. Ne Astinalı şövalyeler, ne Astinalı piyadeler, ne de Zack paralı askrler... Hiçbiri onlar kadar iyi değillerdi. Onlar imparatorluk ordusundandı ve size tamamen sadık tek kuvvetti."
"Hayır Nestor, onlar sadece halkına sadıktırlar. Sör Fenriz görevini çok ciddi bir katılıkla yerine getirir. Ona bir savaşta her halkın bazı fedakarlıklarda bulunması gerektiğini anlatamazsın. Bu mesele uzun zamandır kafamı kurcalıyordu ama şimdi böyle bir mesele kalmadı."
"Pekiyi ama Lordum, ya kaybettiğiniz askeri güç?"
"Merak etme Nestor, kuzeydeki prenslikler de benim yanımda ve bize Prens Darren önderliğinde yedi bin süvari gönderiyorlar. Neden Pargath'da bekliyoruz sanıyorsun?"
"Her şeyi düşünmüşsünüz lordum."
"İyi bir general de böyle yapmalı Nestor."
Han kapısından içeriye girdiklerinde Asrinalı Şövalyelerin cesetleriyle karşılaştılar. Astinalı askerler hemen cesetlerin etrafını sardılar. İri şövalyenin cesedini gördüklerinde ise hayal kırıklıklarını ortaya koyan birçığlık koyuverdiler.
"Bizim keşifçi müfrezenin neden dönmediği şimdi anlaşıldı. Nestor şu iri şövalye senin bana övgüyle bahsettiğin adam değil mi?"
"Evet lordum, Astialı şövalyelerin en iyilerinden biriydi."
"Demek ki asıl hareket burada yaşanmış. Ama kimle karşılaştılar acaba?"
"Belki de şans eseri burada bulunan bir müfreze tarafından yok edilmiş olabilirler."
"Sanmam. Çünkü burası insanların geçerken uğradığı bir yer değildir. Bu da demek oluyor ki yakınlarda olduğumuzu ve buraya geleceğimizi biliyorlardı. " Düşünürken hep yaptığı gibi elini çenesine koydu. "Acaba neler oldu? Nestor haydi bir de dışarı bakalım. Belki karşı tarafın bir askerinin cesedini buluruz, belki flamalarını düşürmüşlerdir; böylece bize kimin saldırdığını daha iyi anlarız."
Dışarı çıktıklarında kara bulutlar güneşin yüzünü kaplamaya başlamıştı. Yağmur ince serpintilerle düşüyordu toprağa. Düşen damlalar askerlerin miğferlerinde ve kalkanlarında melodik sesler çıkarıyordu.
Hanın biraz daha doğusunda yanan ahırdan arta kalanlar duruyordu. Ahşaptan yapılmış bina tamamen yanmıştı ve yer yer çökmüştü. Ahıra yaklaştıkça zırh ve vücut parçalarının etrafa saçılmış olduğunu gördüler. Kollar, bacaklar, kafalar, iç organlar, miğferler, mızraklar, kılıçlar, göğüs zırhları, kalkanlar ahırın enkazını çeviriyorlardı. Ahırın etrafı kanla kaplanmıştı. Astinalı askerlerin bazıları bir köşede kusarlarken, Fronn ve Nestor, mide kaldırıcı manzarayı izliyorlardı.
"Hangi silah bir insanı bu hale getirebilir ki?"
"Benim bildiğim hiçbir silahın böyle bir gücü yok lordum."
"Sandığımdan da garip bir durum içerisindeyiz."Fronn gözlerini korkunç manzaraya dikmiş bakarken birden bir gece öncesindeki gibi babasının gözlerini gördü. "Ulu Saloth'un adaleti!" diye gürleyen sesinde keyifli bir tını vardı sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Göç Yolları
FantasíaYapılacak tek bir şey vardı... Bu savaşa sürüklenen için de, bu savaşa birilerini sürükleyen için de... Savaşı çıkaran için de, bu yangını körükleyenler için de... Savaştan nefret edenler için de, şehirlerini savunmak zorunda olanlar için de... Herk...