Bölüm 2 Kısım 1

32 7 3
                                    

           Gün dönüyordu ve güneş Pargath Düzlüğü'nün otlarını adeta tutuşturuyordu. Gökyüzü batmakta olan güneşin kızıla boyadığı bulutlarla kaplıydı. Üç gündür burada konaklayan yirmi bin kişilik ordunun her bir üyesinin gözlemlediği gibi birazdan, doğudan sert bir rüzgar gelecek ve düzlüğün batı kanadının neredeyse tamamını kaplayan çadırların tentelerini sallayacak, flamalarını dalgalandıracaktı. 


          Ordugah sessizdi. Belirsizliğin ve bekleyişin esrarlı sessizliği hüküm sürüyordu geniş düzlükte. Bazen gece ateşi için toplanan odunun aniden yere bırakılmasından doğan takırtı, bazen çelik kılıçların, kalkanların ve zırhların çıkardığı sesler, bazen de atların kişnemesi sessizliği bozuyordu. 


          Askerler de genelde birbiriyle konuşmazdı, çünkü birbirine güvenmezdi. Ordu iki ayrı milletin askerlerinden oluşuyordu, Ordach kıtasının iki büyük gücü olan Zacklar ve Astinalılardan. Uzun yıllar süren kıtaya hakim olma hesapları kanlı savaşlara sebebiyet vermişti. Neredeyse tüm tarih boyunca yaşanan düşmanlık Bilge Carakas'ın oğlu Fronn'la Astina imparatoru Saladin arasındaki kimsenin bilmediği bir anlaşmayla askıya alınmıştı.

          Fronn, babasının ölüm döşeğindeyken kardeşi Garen'i tahta geçirmesiyle neye uğradığını şaşırmıştı. Cenaze töreninden hemen sonra başlayan resmi yas süresinin bittiği gece Vargorn'dan ayrıldı. Küçük kardeşi Garen'in taç giyme töreninde bulunmak istemiyordu, buna dayanamazdı. O güne kadar kadar sürekli arkasına saklanan, korkak, beceriksiz kardeşi Garen, bilge babasının yumuşak yüreğine girmeyi başarmıştı ve nasıl bir göz boyacısıysa, bugüne kadar veliaht olarak gösterilen Fronn, mutlak hakimiyet gücünden uzaklaştırılmıştı. Oysa ne kadar da yakındı...

          O gece Vargorn'dan bir kaçak gibi gizlice ayrılırken ne yapacağını biliyordu. Yas süresince planlarını yapmış ve her detayı düşünmüştü. Aslında yapılacak tek bir şey vardı. Türlü numaralarla bilge babasını kandıran bu şarlatandan hakkı olan şeyi zorla alacaktı. Elbette kolay iş değildi, bunun için desteğe ihtiyacı olacaktı. O gece ihtiyacı olan desteği sağlayacak olan tek yere, Astina başkenti Tusa'ya doğru yola koyulmuştu. 

          Astina İmparatoru, Yaşlı Kurt Saladin'in huzuruna çıkmak, her ne kadar Astinalıları şaşırtmış olsa da, bundan faydalanacaklarını biliyorlardı. Saladin zeki bir adamdı, Fronn kendisine isteklerini sıralarken bundan nasıl çıkar sağlayacağını anında görmüştü ve Fronn'a destek vermeyi kabul etmişti. İşin en iyi tarafı bu anlaşmadan yaşayan Hiçbir Zack'ın haberinin olmamasıydı. 

          Orta yaşlı bir adam, batı kanadını tamamen kaplayan çadır kentteki en büyük ve ihtişamlı çadıra doğru yavaş yavaş ilerliyordu. Çadıra ulaştığında, orada nöbet tutan iki asker mızraklarını kalkanlarına vurarak geleni selamladılar. Adam askerleri kısa bir baş hareketiyle selamlayarak çadırın giriş aralığından içeri süzüldü.

          Hava kararmaya yüz tutmuştu ama yine de günün son ışıkları hala çekilmemişti gökyüzünden. Buna rağmen çadırın içerisi karanlıktı. En tepedeki küçük hava deliği günün son ışıklarının birazını içeri alsa da, içeriyi tam olarak aydınlatamıyordu.

          Gözleri karanlığa alışmaya başladığında görebildiği ilk şey çadırın konforuydu. Çadır, saray odalarını andıracak şekilde çok kıymetli eşyalarla döşenmişti. Bu çadıra sık sık girmesine rağmen her seferinde bu büyük ihtişam karşısında dili tutuluyordu. Artık yaşlanıyordu, savaşmak, çadırlarda yaşamak, sert toprak üzerine serilmiş bir şiltede uyumak, ordugah gürültüleri artık ona hiç cazip gelmiyordu. O, bu maceraya atılmadan önceki hayatına geri dönmek istiyordu, aynı bu çadır gibi döşenmiş odasına ve lüks içindeki yaşantısına.

          Muhteşem eşyaları özlemle incelerken çadırın en karanlık yerinde bir çift parlak göz görünce irkildi. Yine de bozuntuya vermeden sol elini yumruk yaparak göğsüne götürdü ve başını sertçe öne eğerek selam verdi.

          "Lordum!"

          "Gel Nestor, sorun nedir?"

          "Bir şeyler var lordum, sürekli beynimin içinde dönüp duran bir şeyler var ve beni rahatsız ediyor. Acaba yaptığımız doğru mu, yani düşmanlarımızla birleşerek kendi başkentimize yürümek?"

          "Haydi Nestor, sen de bilmez miydin, bilge babam her resmi törende beni sağ yanına oturtmaz mıydı? Veliahtlık simgesidir bu. Öyleyse nasıl oldu da ölüm döşeğinde o şarlatanı tahta layık gördü? Ben söyleyeyim Nestor, o düzenbaz, babamın ölüm döşeğindeki zayıflığından yararlanarak beni karaladı ve kendisini övdü. Bu çok açık, aksi olsaydı eğer, babam ölmeden kısa bir süre önce özel bir konuşma talep edebilir miydi? Hem de garip olan bu konuşmadan sonra tahta geçecek kişi olarak Garen'in ismi açıklanmıştır. Taht benim hakkımdı ve hakkım olanı alacağım Nestor."

          "Ya dökülecek bunca kan lordum, bunlar ailemizin kanı olacak."

          "Babam ne derdi biliyor musun Nestor, yapılan savaşlar içinde en makbul olanı barış için yapılanıdır. Ben tahtı alarak kıtaya barışı getirmek istiyorum. Birbiriyle çekişen iki büyük güçten ziyade, tek büyük güç olmalı, avuçlarımda şekillenecek tek büyük güç..."

          "Ama lordum..."

          "Yeter Nestor, sebeplerimi sana açıklamak zorunda değilim ama açıkladım. Artık daha fazla konuşmak istemiyorum bu konuda. Sen Lunthar'a gönderdiğimiz birliklerden bahset bana. Hala geri dönmediler mi?"

          "Hayır lordum, şimdiye kadar dönmüş olmaları gerekiyordu."

          "Öyle olmalıydı."

          "Oraya oldukça küçük bir birlik göndermiştik, bir direnişle karşılaşmaları da mümkün."

          "O kasabadakiler sadece çiftçi Nestor, sadece çiftçi! Şövalyeler karşısında nasıl bir şansları olsun ki?"

          "Bence yine de her olasılığı göz önüne almalıyız lordum. Oraya daha büyük bir birlik göndermemi ister misiniz?"

          "Hayır Nestor, yarın sabaha kadar bekleyelim, sonra gerekeni yaparız."

          "Emredersiniz lordum."

          Nestor yine sol elini yumruk yaparak göğsüne götürdü ve Fronn'u selamladı. Çadırdan dışarı çıktığında güneşin gökyüzünden kaybolduğunu gördü. Hava yavaş yavaş kararıyordu ve kamp ateşleri için her şey hazırdı.

          Hava karardıktan sonra, kamp ateşleri yakılmıştı ve bu ateşle akşam yemekleri pişirilmişti. Koca ordugahın önemli noktalarına nöbetçiler konulmuştu. Ordugahtaki rutin işler Fronn görkemli çadırındaydı ve masanın üzerine yayılmış olan Ordach haritasına bakıyor, elleri Zacklarion İmparatorluğu üzerinde geziniyordu. Parmakları Zacklarion ve Astina İmparatorlukları arasında sınır kabul edilen Ryna Nehri'nin mavi çizgilerini okşuyordu. Sol elini Astina başkenti Tusa üzerine koydu. Gözleri alev alevdi. "Keşif mangası nerede kaldı?" diye düşündü.

          Lambanın içindeki gaz yağı bitmek üzereydi. Fronn, Ordach kıtasının büyük haritasının bulunduğu masanın üzerinde yorgunluktan bitap düşmüştü ve yarı baygın, adeta sızmışçasına serilmişti.

          Bir zaman sonra irkilerek uyandı. Üzerine başını koyduğu sol kolu uyuşmuştu ve başını kaldırdığında şiddetle karıncalandı. Gaz yağı çoktan bitmiş ve lamba sönmüştü. Etraf zifiri karanlıktı. Fronn, gözleri karanlığa alışması için bir süre hiç kıpırdamadan bekledi. Bir yerlerden serin bir esinti geliyordu ve bu, Fronn'un büzülmesine yol açtı. Tam tepesinden – büyük ve konforlu çadırının havalandırma deliğinin olması gereken yerden- garip bir ışık dolmaya başladı çadıra. Kısmen karanlığa alışan gözlerini yormayan yumuşak bir ışıktı bu. Fronn masanın üzerindekileri kontrol etti; herşey – büyük Ordach haritası, mürekkep hokkası, kuş tüyü kalem, savaş stratejilerini not ettiği iyi cins parşömen ve gaz lambası- yerli yerindeydi.Etrafına baktığında ise ordugahtaki büyük çadırın içinde değil de sanki bir tür mahzende olduğunu gördü. Masanın dört tarafına doğru karanlık koridorlar uzanıyordu. Büyük taşlarla örülmüş duvarlar, soğuk, karanlık koridorlar tam anlamıyla ürkütücüydü. İçinde bulunduğu garip mahzen, biraz önce onu uyandıran serin esintinin biraz daha şiddetlenmesi, tepesinde peydah olan ve çalışma masasını aydınlatan soluk ışık Fronn'un derinden ürpermesine neden oldu. "Eliys! Eliys!" Boş bir çabayla ordugahtaki çadırından ayrılmayan, bir dediğini iki etmeyen hizmetçisine seslendi ama gelen kimse olmadı. Yine de Fronn birilerinin gelmesini umut ederek karanlık koridorlara bakmayı sürdürdü. Esinti gittikçe şiddetleniyordu, önceleri Fronn'un bedeninde tatlı bir ürperti bırakırken, zaman geçtikçe masanın üzerindeki hokkayı ve gaz lambasını devirmiş, Fronn'un not aldığı parşömenleri etrafa saçmış ve büyük Ordach haritasını masanın üzerinden havalandırarak eğri büğrü katlamış ve masanın ayaklarının dibine atmıştı.

Göç Yolları Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin