Engin ve Burcu el ele kahvaltı masasının önündeydiler. Tüm bakışlar onlara çevrilirken Burcu masaya göz gezdirdi. Kahvaltı masasında bir tek kuş sütü eksikti. Burcunun dikkatini çeken şey bu değildi elbette. Anne ve babanın bir arada olmasıydı. O hiçbir zaman annesi ve babasıyla böyle bir kahvaltı masasında oturmamıştı. Belki masasında her şey vardı ama anne ve baba eksikliğini hiçbir şey tamamlayamazdı. Burcu zaten babasını hiç tanımamıştı. Engin'e bu denli bağlanmasının sebebi de buydu belki de. Annesi onu henüz 5 yaşındayken dedesinin yanına bırakıp gitmişti. Gidişini hala anımsıyordu.
Küçük elleriyle yüzünü kapattı. Kapının tok sesini duyduğu an birden tiz ve ağlamaklı sesiyle bağırdı:
"Dur! Gitme. Annecim ne olursun beni burada bırakıp gitme." Küçük kız minik adımlarla kapının yanına geldi. Kadın orada öylece dikilmiş, kapının kolunu sımsıkı kavramıştı. Burcu titreyen kadının eteklerine yapıştı.
Kadın gözlerini kapattı, gözyaşlarına hakim olmaya çalıştı önce. Sonra küçük kızın boyuna inerek ipek gibi saçlarını okşadı.
"Bazen büyükler uzaklara gitmek zorunda kalabilir. Ben de gitmek zorundayım. Sen beni her özlediğinde sadece bahçeye çık ve gökyüzüne bak. Geçen kuşlara beni özlediğini söyle onlar bana seni anlatacaklar. Şimdi gitmek zorundayım. Beni büyüdüğün zaman daha iyi anlayacaksın. Ben senin her zaman yanındayım güzel kızım. Beni affet!"
Burcu uzun uzun gözlerine baktı. Ürkek gözlerle yalvarır gibi bakıyordu kadına. Annesinin yanağını avcunun içine aldı, okşadı.
"Anneciğim seni üzdüğüm için mi gidiyorsun? Söz veriyorum seni bir daha hiç üzmeyeceğim. Tabağımda ki yemekleri hep bitireceğim. Senin odana girip rujlarını da sürmeyeceğim, topuklu ayakkabılarını da giymeyeceğim bir daha. Ne olur gitme. Hem ben, sen yokken çok korkuyorum."
Kadının titreyen ellerini sımsıkı tuttu minik elleriyle.
"Ellerimi bırakma anne!"
Küçük kızını göğsüne bastırdı, son kez içine çekti kokusunu kızının. Burcu'da son kez anne kokusunu ciğerlerinde hissetti.
"Büyükler zorunda oldukları şeyleri yapar Burcu. Ellerini şimdi bırakmak zorundayım yavrum. Büyüyünce anneni anlayacaksın. Elveda Prensesim."
O titrek eller küçük kızı kocaman bir boşlukta tek başına bırakıp gitmişti. Kız odanın ortasına diz çöküp hıçkırıklara boğuldu.
Kaç gece uykusundan sıçrayarak uyandı, annesinin dönmesi için kaç kez gökyüzüne yalvarmıştı... Ama yanında sadece dedesi ve anneannesi vardı. Dedesi onun iyi bir şekilde yetişmesi için elinden gelen her şeyi yapmıştı, en seçkin okullara göndermişti onu. Burcunun avukat olmasını çok istediler ama o hayallerinin peşinden koştu ve moda tasarımı okudu. Kalemi gerçekten çok güçlüydü. Kendi atölyesini açtı ve sevdiği işi yaptı. İşlerini dedesinin de yardımıyla büyüttü. Dedesi bu dünyadaki görevini tamamladıktan sonra ani bir kalp kriziyle ölmüştü. Anneannesi de hayat arkadaşının, biricik kocasının, acısına dayanamayıp birkaç ay içinde eriyip bitmişti. Burcu tek başınaydı, ama güçlüydü!
Evet! Annesini şimdilerde anlıyordu. Başka kadına ait olan bir evde, başka kadına ait olan bir adamla, kendinin bir parçası olmadığı bu tabloya katlanmak zorundaydı. O annesinin yaptığını yapmayacaktı, yavrusunu asla yalnız bırakmayacaktı. Ne olursa olsun tüm zorluklara katlanıp, bebeğinin ve sevdiği adamın yanında olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Metres
General Fiction"İnsan bile insana öğretir olmuş, Yaşayanlar ala bir hayat bulmuş. Hayat denen hırçın kendine yar olmuş , Bir umut ki bu hayat sana kavuşmuş." Her gecenin bir sabahı, her başlangıcın bir sonu vardır. Ya aşk? Aşkında bir sonu var mıdır? Aşkımızda yit...