11. "Pişman değilim"

85 6 2
                                    


Şu sıralar içime atıp kendimi yiyip bitirmemden kaynaklanıyordu sanırım çenemin düşüklüğü. Ben ne zamandan beri duygularımı bu denli kelimelere dökebilen birisi olmuştum? Hemde pür dikkat beni dinleyen onca kişinin arasında. Ne zamandır korkmaz olmuştum etrafa serilmiş acılarımın üzerinde çıplak ayakla yürümekten?

     Aklıma geldikçe utançtan yanaklarım kızarıp duruyordu şu son bir iki gündür. Neyden bahsettiğimi anlamışsınızdır sanırım. Şu toplantı meselesi. Üzerinden iki gün geçmişti ama aşırı derecede bir utangaçlık bırakmıştı üzerimde. Erdem'in itinayla aradığı telefonumu dahi açma cürretini dahi gösterememiştim. Dalga geçmezdi, anlattıklarımı sorgulamazdı elbette ama yapamamıştım işte.

     'Ben ve benim pişmanlıklarım' yerini 'Ben ve yaşanmışlıklarım'a bırakmıştı geçen şu zaman zarfında...

     Elimdeki gitarı bir kenara koyup oturduğum yerden kalktım. Ufak sahnenin kısa merdiveninden inerek arka tarafa geçtim. Siyah ceketimi üzerime geçirdikten sonra, sandalyedeki çantamı da alarak içeri döndüm. İçeride ki çoğu kişiye de iyi geceler dileklerimi ileterek dışarı doğru yürümeye başladım. Sevmişti sanırım herkes beni. Yüzlerindeki gülümsemeler yalan olmayacak kadar samimi geliyordu çünkü. Buranın ufak bir yer olması en sevdiğim yanıydı. Orta halli bir kafeydi işte. Bizim işimiz ortamdaki durgunluğu melodilerle hareketlendirmekti. Günün yorgunluğu tatlı bir halsizlik gibi çöküyordu üzerime. Çalışmak en güzel şeydi bir insanın gününü değerlendirebilmesi için. Uykuya ihtiyacım vardı, herşeyi sindirebilmek adına yatıp bir daha uzun bir süre uyanmayacağım türden. Aklımdaki düşünceleri boş vermeye çalışıp çantamda duran telefonumu aldım saate bakmak için. On ikiyi geçiyordu. Pekala. Evimin yakın olması şükür edeceğim ayrı bir şeydi en azından.

Mekanın kapısında durmaya devam ederken neden hala eve gidemediğimi düşünüyordum. Yine çelişkideydim. Bir yanım belki Rüzgar'ı görürüm umuduyla her zaman ki yere gitmek, diğer yanımda aklıma gelen bu düşünceyle arkama bakmadan koşarak eve gitmem için ufak dürtüler uyandırıyordu içimde. Bir süre daha durdum kapının önünde. Sürekli yaptığım şeyi yaparak düşünmeye devam ettim.

"Temmuz?" Yanımdan gelen sesle birlikte yerimden sıçrayışım, dalgınlığımın büyük bir göstergesiydi.

"Üzgünüm fark etmemişim seni"  dedim bir yandan hızla atan kalp atışlarımın düzene girmesini beklerken.

"Çok dalgınsın bu aralar. Dünde kötü gözüküyordun. Soracaktım ama üstüne gelmek istemedim. Bir sorun mu var?" Ertunç birlikte şarkı söylediğim partnerimdi. Partner oluyordu sanırım, her neyse.

     Buraya çalışmak için başvurmaya geldiğimde, saniyeler öncesinde Ertunç'un işe alındığını öğrenmiştim. Bütün gün onca yer gezdikten sonra burası tek umudum olmuştu. Okulumu dahi bitirememişken, bu işten daha iyi ne bulabilirdim ki severek yapabileceğim? O gün arkamı dönüp gidecekken ortaya attığı fikir getirmişti bir araya bizi. Birlikte çalışmayı teklif etmişti bana. Başta 'nasıl olur?' desemde, içimdeki istek ağır basıyordu sanırım. Mekanın sahibi birlikte birkaç şarkı söylememizi istemiş, daha sonrada seslerimizin çok uyumlu olduğunu söyleyip kabul etmişti benide işe. Ertunç'a minnettardım. Bugün burada olmam onun eseriydi. Neden bunu yaptığını bilmiyordum ama minnettardım işte. Bazı şeylerin kader olduğuna fazlasıyla inanan tiplerdendim o yüzden pek sorgulamazdım.

Temmuz'a Düşen Rüzgar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin