Abimin ölümünden sonra şu dünyada sadece iyi günde değil de kötü günde de yanımda olan tek bir insan kalmıştı. Bana her düşüşün bir kalkışı olduğunu öğreten biri vardı. Canım yandığında canı yanan, sevindiğimde benden daha fazla sevinen biri vardı. Ve bu kişi şu an kanlar içinde yerde hareketsiz yatıyor. Gözlerim anlamsızca ona bakarken Ece ile olan anılarım canlandı gözümde. Aslında ben üniversiteyi burda değil Amerika'da okuyacaktım. Bunu ben değil babam istiyordu. Ama ben burdan ayrılmak istemiyordum. Ona yalvaracak da degildim. Babamı Ece ikna etmişti. Çünkü burda berber okuyacaktık. Beni Alican'la da Ece tanıştırmıştı. Hayatımın hemen her yerinde o vardı. Şimdi ise karşımda bu haldeydi.
Olanlara anlam vermeye çalışırken derin, düzensiz ve hızlı nefesler alıyordum. Şu an nefes alışımın kontrolü bile bende değildi. Gözlerimi kapattım, kötü bir rüya olmasını diledim. Ama değildi. Hatta her şey fazla gerçekti. Gözümden yaşlar süzülmeye çoktan başlamıştı. Ellerimin titremesine de engel olamıyordum.
Aniden sandalyemi arkaya ittim ve kalktım. Ece'nin yanına koştugumda hareketsizce yatıyordu. Dizlerimin üstüne yığıldım. Ece'yi iki elimle salladım. Nefes almıyordu. Elimle bulaşan kırmızı sıvıya baktım. Gözlerim kararmaya başladı. İki elimi de yüzüme kapatıp kendime gelmeye çalıştım. Deli gibi ağlıyordum.
"Ece uyan! Bırakma beni ne olur sen de gitme uyan nolur uyan!" Hıçkırıklarım arasında bu sözler çıktı ağzımdan. Onu daha fazla sarstım. İki gözümden de akan yaşların haddi hesabı yoktu. Uyanmadı. Ece kalkmadı. Bana her düşüşün bir kalkışı olduğunu öğreten insan düştü. Hem de hiç kalkışı olmayacak bir şekilde düştü. Bizim dostluğumuzda düşen hep ben olurdum ve hep o bana elini uzatırdı. Şimdi neden roller değişmişti?
Gözlerimi birbirine sıkıca bastırdım. İki damla daha yaş aktı. Bunu ona yapan adam yerinde öylece istifini bozmandan oturuyordu. Yüzünde memnun bir ifade vardı. Bakışları soğuktu.
Eceye bakarak, adama bakmadan kısık ama etkili bir sesle konuştum. "Kimsin sen?" aradan birkaç saniye geçti ve cevap alamadım. Yüzümü mekanik bir hareketle Ece'den o adama çevirdim. Ayağa kalktım. Gözyaşlarımı elimin tersiyle hızlıca silip bu sefer çıkabilecek en yüksek sesimle bağırdım. "Kimsin sen? Ne yaptın sen ya ne yaptın ne yaptın!!" kendimi kaybetmiştim. Adam ayağa kalktı.
Adamın yanına gittim ve bağırmaya devam ederek karnına, göğsüne vurmaya çalıştım. Aniden kolumu sıkıca kavradı ve tüm vücudumun sarsılmasına neden oldu. Sert bir ifadeyle yüzüme bakarak konuştu. "Bu kadarına müsade etmem. Arkadaşına vedan bittiğine göre gidiyoruz."
Beni kapıya doğru sürükledi. Direnmeye çalıştığımda kolumu daha çok sıktı ve canımı yaktı. Odadan çıktığımız anda bağırmaya başladım. Ama alt kattan gelen müzik sesi tüm oteli dolduruyordu. Beni burda kimse duymazdı. Her ne kadar karamsarlığa kapılsam da dışarda iki adım daha attıktan sonra merdivenlerden gelen Alican'ı fark ettim. Ona seslenmeye çalıştım. Ama şu an burnunun ucunu görebilecek halde görünmüyordu. Çok sarhoştu. Sendeleyerek yürüyordu. Bu haliyle yanımıza gelse bu adam ona da zarar verirdi. Ve ben bu gece birinin daha benim yüzümden zarar görmesini kaldıramazdım.
Adam da Alican'ın geldiğini fark etmiş olacak ki kolumu kavrayan elini mümkünmüş gibi daha çok sıktı ve diğer eliyle de ağzımı kapattı. Zaten ona seslenme gibi bir niyetim yoktu. Onu öldürtmek istemiyordum. Adam beni dinlenme odasına geri soktu.
Benden büyük duruyordu ama gençti.
Bu adam güçlüydü. Yaşıtlarına göre çok güçlüydü. Resmen kolları altında çırpınıyordum ama pek etkilenmiş gibi görünmüyordu. Odaya girince beni orta tarafa itti ve kapıyı kilitledi. Ece'nin bedenini tekrar yerde gördüm, artık kan etrafa iyice yayılmıştı. Nefes alışım tekrar düzensizleşti. Hızlı ve kısa nefesler alıyordum. Kontrol edemiyordum. Ona bakarken adam yanıma geldi. Odayı süzdü, balkon kapısını fark etti. Beni tekrar sürükleyerek odanın dar balkonuna çıkardı ve balkon kapısını geri kapattı.
Zaten elbisem ince ve küçük bir şeydi. Hava soğuk değildi ama ben deli gibi üşüyordum.
Burda bir yangın merdiveni vardı ama kapısı kilitliydi. Adam kolumu bıraktı ve elini beline götürüp silahını çıkarttı. Bana doğrultu. Kemikli yüzü gergin duruyordu. Tam gözlerimin içine baktı. Gözlerinde nefret vardı. "En ufak bir hareketini gördüğümde seni de arkadaşının yanına yollarım." dedi. İçimi titreten, korkunç bir ses tonuna sahipti. Kahverengi gözlerine öfke ve nefretle baktım. Merdivenlere yöneldi.İçimdeki korku, nefret, telaş, endişe karmaşası şu an zaten hareket etmemi önüyordu. Hiçbirşey düşünemiyordum. Öylece put gibi durup bir noktaya bakıyordum. Gözlerimi yanıyordu. Sanki birazdan ateş çıkacakmış gibi yanıyordu. Ama soğuk biraz daha iyi gelmişti. Kafamdaki sesleri susturamıyordum. Aklımda sadece Ece vardı.
Ece öldü
Benim yüzümden öldü.
Cansız bedeni sadece 3 adım ötemde.
Ece öldü.
Ece'yi öldürdü.
Kafam allak bullaktı. Sağ gözümden bir damla daha yaş aktı. Ellerimi başımın üstünde birleştirdim ve parmaklarımı saçlarımın arasına geçirip canımın yanmasını sağlayacak şekilde saçlarımın içine daldırdım. Ellerimi enseme getirdim. Ensemi tüm kuvvetimle sıktım. Ve oflayarak kollarımı iki yanıma bıraktım. Geceyi sadece ay ışığı aydınlatıyordu. Ve soğuk artık titrememe sebep olmuştu.
Adam yangın merdivenin olduğu yeri kontrol etti. Kimsenin olmadığına emin olduğunda silahı kilide doğrulttu. Bir elini silahin üstüne siper etti ve tetiği çekti. Kilit kırıldı. Çıkan ses yine korkmama sebep oldu. İki elimi kulaklarıma sıkı sıkı bastırdım. Gözümden iki damla daha yaşın akmasına izin verdim. Soyutlanmak istedim. O an neden orda olduğumu sorguladım. Bu gece bu salak mezuniyete gelmeseydim şu an herşey çok farklı olurdu. Ece hayatta olurdu. Benim suçumdu. O bunları hak etmemişti. Deliydi, doluydu. Hep neşeliydi. Belki de ölümü hak eden son kişiydi.
Adam beni kolumdan tutup önüne geçirdi, silah hala diğer elindeydi. Merdivenlerden inerken beni itiyordu. Şu an ne oluyordu? Kaçırılıyor muydum? Farkında değilidim. Ama o adama karşı direnmeye gücüm kalmamıştı. Nereye sürüklese oraya gidiyordum. Ağzımı açıp bağıracak halim bile kalmamıştı.
Merdivenlerden inince karanlık boş caddede ilerlemeye başladık. Gündüzleri tıklım tıklım olan işlek cadde şu an çok sessizdi. Neden bilmiyorum ama şu an acı çekmek istiyordum. Hatta belki de bu adamın beni şurada vurup öldürmesini istiyordum. Belki de acı çekerek içimi rahatlatmaya çalışıyordum. Acaba Ece'nin canı da çok yanmış mıydı? O pek fiziksel acıya dayanabilen biri değildi. Kim bilir nasıl canı acımıştı. Bunları düşünürken göz yaşlarım yanaklarımı ıslatmaya başladı.
Karanlık caddede yürümeye devam ettik. Önde ben arkada o vardı. Aramızda çok az bir mesafe vardı ve elindeki silah şu an belime dayalıydı. Dışardan herhangi biri görse belime sarıldığını düşünürdü.
Caddede biraz ilerledikten sonra ara bir sokağa girdik. Siyah lüks bir araba sokakta duruyordu. Arabanın önüne geldik. Beni arabaya sırtım gelicek şekilde döndürdü. Aramızda az bir mesafe vardı. Silahını tekrar beline koydu. Kafasını sağa yatırıp gülümsemesini yüzüne yaydı. Deri montunun iç cebinden bir şırınga çıkardı. Ne yapacağını düşünürken şırıngayı boynumun yan kısmına sapladı. Acıyı tüm iliklerime kadar hissettim. İçindeki sıvıyı damarlarıma boşaltırken benim gözlerim kararmaya başladı ve dizlerimin bağı çözüldü. Kendimi karanlığa teslim etmeden önce kulağıma yaklaştı. Fısıltıyla, yarı alaylı yarı ciddi bir şekilde konuştu:
"Çekip gitmek en güzeliymiş gibi gelecek ama çekip gidemeyeceksin güzelim. Artık tanışalım. Ben Giray."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DELİ DUMAN
Teen FictionKalbi kırgınlıkla, acıyla ve bir o kadar da öfkeyle dolup taşmış, artık kan pompalamak yerine sadece acıyan bir adamın içinde vicdan yoktur. Ve oynadığın oyunun kuralları arasında vicdan yoksa, hangi oyunu oynadığının da bir anlamı yoktur. 29.12.15