Endişe. Belki biraz tedirginlik. Şu an duyduklarım bu iki duyguyu içerisinde barındırıyordu. Merdivenlerin korkuluklarından beni göremeyecekleri bir konumda aşağıdaki Giray ve Kuzey'in konuşmalarını dinliyordum. Uzakta olduğum için sesleri boğuk geliyordu. Ne konuştuklarını anlayamıyordum. Açıkçası çok da merak ettiğim söylenemezdi. Gerçekten eskiden en ufak bir şeyi bile kafasına takıp aklında sürekli bir şeyler kuran ben şu yaşadıklarımdan sonra fazla umursamaz olmuştum.
Giray sürekli "Yapmak zorundayız. Başka yolu yok." tarzı şeyler söylüyordu. Kuzey'in konuşmaları ise onu vazgeçirmeye çabalama yönündeydi. Ama ne kadar etkili olduğu tartışılırdı. Aralarında kısa bir süreliğine oluşan sessizliği Giray bozmuştu. "Mekanın adı neydi?" diye sordu. Kuzey bıkkınlıkla eliyle saçlarını karıştırırken "Maral." diye cevap verdi.
Artık beni fark edeceklerinden şüphelenip kendi odama geçtim. Girayla çatı katındaki olaydan sonra üç gün geçmişti. O olaydan sonra bir daha diyaloğa girmemiştik. Giray sanki yaşanmamış gibi, sanki o akşam çatı katında o da yokmuş gibi, unutmuş gibi davranıyordu. Ne zaman aramızda bir olay geçse Giray kendini birkaç günlüğüne benden soyutluyordu. Umursamaz görünmeye çalışıyordu.
Beni kaçırdığı ilk günlerde onun kötü bir insan olduğuna adım kadar eminken şu sıralar içimden, derinden bir şeyler Giray'ın kendini kötü biri gibi göstermeye çabaladığını söylüyordu. Diğer yanım ise ısrarla Ece'yi vurduğu anları gözümün önüne getiriyordu. Delirmek üzereydim. Giray tek bir kişilikten ibaret değildi. Onlarca maskesi vardı ve hepsini dilediği gibi kullanabiliyordu. Bense onun karşısında hissettiklerimi, kırgınlıklarımı, yorgunluklarımı saklayamıyordum. Çoğu kez karşısında tüm şeffaflığımla öylece duruyordum.
Zamanımın çoğunu bu odada öldürmeye çalışıyorum. Odadaki çekmecelerden birinde boş, orta boboyl kahverengi kapaklı bir defter ile bir kurşun kalem bulmuştum. Defterin sayfaları sarı tonlarındaydı ve çizgisizdi. Deftere bir şeyler karalayarak zaman geçiriyordum.
Yatağımın ucunda öylece otururken ellerimi yastığa uzattım ve yastığın altında duran defter ile kalemi alıp temiz bir sayfa açtım. Yine bir şeyler çizmeye çalıştım. Parmak uçlarında dans eden bir balerin çiziyordum. Saçını sıkı bir topuz olarak çizdim. Uzun kolları, uzun bacakları ve narin parmaklarıyla tam bir kuğu gibi duruyordu.
Çizmeyi seviyordum. Fazla zorlamıyordum, o an aklıma ne gelirse onu karalıyordum. Bu beni rahatlatıyordu. Çoğu zaman başladığımda ne çizdiğimi ben de bilmiyorum. İçimden geldiğince bir iki çizik atıyorum. Parmaklarımın ucu kalemi istediği şekilde yönlendiriyor. Sonra kağıda çeşitli yönlerden bakıp en çok neye benziyorsa çizimimi ona dönüştürüyorum.
Benim hayatım boyunca tuttuğum bütün günlükler çizimlerden ibaretti. Yazı yazmak benim olayım değildi. Ben yazı insanı değildim. Ben kesinlikle çizim insanıydım.
Ciddi anlamda çizmek insanın içini büyük ölçüde rahatlatıyordu. Ve benim rahatlamaya fazlasıyla ihtiyacım vardı.
Minik balerinimin topuzuna gelişi güzel bir kurdele çizdikten sonra kağıdın bir köşesine imzam olan HG'yi yazdim. Bu sayfa da bitmişti. Her sayfaya yalnız bir obje çiziyordum. Üstlerine tarih atmak istiyordum ama zaman kavramım tamamen kaybolmuştu. Temmuzda olduğumuzu biliyordum ama ayın kaçı olduğu hakkında bir fikrim yoktu. O yüzden sayfaların üzerine "Birinci gün." "İkinci gün." diye yazıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DELİ DUMAN
Teen FictionKalbi kırgınlıkla, acıyla ve bir o kadar da öfkeyle dolup taşmış, artık kan pompalamak yerine sadece acıyan bir adamın içinde vicdan yoktur. Ve oynadığın oyunun kuralları arasında vicdan yoksa, hangi oyunu oynadığının da bir anlamı yoktur. 29.12.15