Oturduğum koltukta abimin adını duyunca gözyaşlarımı silip başımı Giray'a çevirdim. Yüzü ifadesizdi. Kahverengi gözleri, gözlerime cevap bekler gibi bakıyordu. Anlatıp anlatmama arasında kaldım. O bana kendisini anlatmıştı. Gerçi ikisi aynı şeyler değildi. Şu an abimi, yaşama sevincimi nasıl kaybettiğimi anlatırken tekrar aynı şeyleri yaşamaktan, yeni yeni kabuk bağlamış yaralarımın tekrar kanamasından korkuyordum.
Tereddüte düştüğümü anlamış olacak ki "anlat" dedi. Sesini bilerek yumuşatmaya çalıştığı belliydi. Derin bir nefes alıp gözlerine baktım. Kıpırdamadan gözlerimin içine bakıyordu.
"Abim" dedim fısıltıyla. "Çok içerdi. Her içtiğinde kendini kaybederdi. Babamlar karşı çıkıyorlardı ama tam anlamıyla engel olamıyorlardı. Sonrasında da karaciğer yetmezliği başladı."
Ağzımdan çıkan her kelimeyi özenle dinliyor gibiydi. Gözlerini bir saniye bile gözlerimden ayırmıyordu.
"Abim bana çok değer verirdi. Söz vermişti bana. Bir daha içmeyeceğim demişti. İnandım ben de ona. Hemen tedavisi başladı" dedim. Gözümden bir damla yaş akınca gözlerimi ondan ayırıp yerdeki halıya çevirdim.
"On iki, on üç yaşlarında falandım." derin bir nefes aldım. "Bir gün gittim okuldan eve. Bağırış çağırış sesleri geliyor yukardan."
Gözümden bir damla daha yaş aktı.
"Abimle babam kavga ediyor, birbirlerine bağırıyorlardı. Abimin kendini kaybetmiş gibi merdivenlerden hızlı hızlı indiğini gördüm. Yanımdan geçerken beni fark edip durdu. Yüzümü avuçları arasına aldı. 'Sen korkma abim, bir şey yok, korkma' dedi. Montunu aldı, çarptı kapıyı çıktı."
Ağlamak istemediğim için gözlerimi sıkı sıkı birbirine bastırıp göz yaşlarımı içime akıttım. Ağlayamadığım için boğazımda tarifi zor bir ağrı oluştu. Gözlerimi açıp derin bir nefes aldım. Tek bir noktaya öylece boş boş bakıp anlatmaya devam ettim.
"O gece gelmedi abim eve. Yalvardım babama, yalvardım. 'Abimi getir' diye ağladım karşısında. Bir kere bile aramadı abimi. Hatta beni de ağlıyorum diye azarladı."
Sonlara doğru gittikçe sesim titremeye, kısılmaya başlamıştı. O anlar gözümde canlanıyordu. Yüzümü yerden Giray'a çevirdim. Hala gözleri gözlerimdeydi. Ciddi bir ifadeyle beni dinliyordu.
"Gece üç, dört gibi bir telefon geldi eve." dedim artık fısıltı gibi çıkan sesimle. Gözümü bir kere olsun kırpmadan ve her kelimenin üstüne basa basa devam ettim.
"Oğlunuz Aras Güner aşırı alkol kullanımı sonucu geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Başınız sağolsun."
Artık gözlerimden delicesine akan yaşları umursamamaya çalışarak Giray'a baktım. Yüzündeki ifadeyi okuyamıyordum. Yaşadıklarım ilk günkü gibi zihnimde acı hissini uyandırdı. Dokunmadığım, göremediğim, direnemediğim, dindiremediğim bir acı taşıyordu yüreğim. O zamanlar yanımda olan tek bir insan vardı. Ece. Ama şöyle bir gerçek vardı ki, Ece de hayatta değildi. Karşımda duran adam onu elimden almıştı. "Abimden sonra tutunduğum tek insanı da sen aldın elimden" dedim.
"Hissettiklerini anlıyorum" derken gözlerimi kapattım ve iki gözümden de birer damla yaş akmasına izin verdim. Derin bir nefes aldıktan sonra gözlerimi açtım ve kahverengi gözlerine baktım. Ayağa kalkıp ellerimi sallaya sallaya konuştum.
"Sakın bana ne hissettiğimi anladığını söyleme" dedim sinirle "senin tahmin ettiklerin benim hissettiklerimin yanından bile geçemez."
Sesim yüksek çıkıyordu. Yaşadığım acıları anlatırken tekrar yaşamıştım ve bu da şu an ki öfkemin kaynağı olmuştu. O da ayağa kalktı. Karşımda durdu ve gözlerime öyle bir baktı ki, bakışları beni delip geçti, bakışları beni susturmaya yetti. "Son kez uyarıyorum" dedi sesini sakin tutmaya çalışarak. Her kelimeyi vurgulaya vurgulaya "sesinin tonunu ayarla" dedi.
Gözyaşlarım akarken başımı yere eğdim. Kısık sesle "Ece'nin suçu neydi, benim suçum neydi?" dedim. Cevap alamayınca başımı ona çevirip "cevap versene" dedim. Bu sefer sesim güçlü çıkmıştı. Eliyle sağ kolumu dirseğimden sıkıca kavrayıp beni sürüklemeye başladı.
"Bırak!" diye bağırıp elinden kurtulmaya çalıştığımda kolumu daha çok sıktı. Merdivenlerden yukarı çıkarken beni hiç umursamıyordu.
Üst kattaki yatak odasına girince beni yatağa doğru itti. Yatağa fırlatmasıyla sarsıldım ve birkaç saniye sonra doğrulup ayağa kalktım.
"Ne yapıyorsun be sen?" dedim.
Çift kişilik yatağın yanındaki komidine yönelip çerçeveyi eline aldı. Çerçeveyi bana gösterip "bak!" dedi. Benim gördüğüm düğün fotoğrafını gösteriyordu. "Bu adamın ne suçu var?" diye bağırdı fotoğraftaki damadı gösterdi.
"Bu kadının, çocuklarının ne suçu var?"
Öyle bir bağırıyordu ki bütün tüylerim diken diken olmuştu. Hiçbir şey söyleyemedim.
Elleriyle kendini gösterip gözlerini kıstı ve fısıltı sayılabilecek bir tonda konuştu.
"Benim ne suçum var lan?"
Onu ilk defa böyle görüyordum. Kahverengi gözlerinin ötesinde farklı bir şey, bir dünya gördüm.
Söyledikleri beynimin içinde yankılanıp duruyordu. Haklıydı. Bu hikayedeki tek suçlu babamdı. Baba demeye utandığım adam kaç insanın hayatını karartmıştı?
Ben?
Abim?
Ece?
Giray?
Giray'ın abisi, abisinin ailesi?
Belki de karşıma çıkmayan çok daha fazla insan?
Benim babam organ mafyasıydı.
Gözyaşlarım yeniden akmaya başlarken Giray'ı elimle kenara doğru itip odadan çıktım. Merdivenlerden hızlı hızlı inip dizlerimin üstüne yığıldım. Gözyaşlarım deli gibi akıyor, nefes alışım düzensizleşiyordu. O halde yerde otururken ayak sesleri duydum. Giray oturduğum yerin karşısındaki koltuğa oturup beni izlemeye başladı. Gözlerimi kapatıp sakin olmaya çalıştım. Birkaç dakika sonra nefes alışım tekrar düzene girdiğinde göz yaşlarım da durmuştu ama hem zihnen hem bedenen çok yorgun hissediyordum. Gözlerim yanıyordu. Kalbim ağrıyordu.
Bir süre sonra Giray'ın oturduğu koltuktan kalktığını fark edip başımı yukarı kaldırdım. Yüzüme bakmıyordu, karşıya bakıyordu. Bir elini bana uzattı. Ben de ona bakmadan elini tuttum. Beni kaldırdı ve koltuğu işaret etti. Bir şey demeden koltuğa oturdum. Dirseklerimi dizlerime koyup ellerimle yüzümü kapattım. Koltuğun boş olan kısmı hareketlerince onun da oturduğunu hissettim. "Baban olacak adamın yaptıkları hep bunlar" dedi. Derin bir nefes alırken kollarımı serbest bırakıp arkama yaslandım. Gözleri gözlerime değince bakışlarımı ondan aldım. Bir şey diyemedim. Artık ağır geliyordu, yaşadıklarım ağır geliyordu.
"Bana karşı çıkmaktan, bağırıp çağırmaktan vaz mı geçtin?" dedikten sonra gülümsemesini yüzüne yaydı. Gözlerine içi boş bir bakış attıktan sonra konuştum.
"Bu vazgeçmek değil" dedim fısıltıyla. "Bu tükenmek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DELİ DUMAN
Teen FictionKalbi kırgınlıkla, acıyla ve bir o kadar da öfkeyle dolup taşmış, artık kan pompalamak yerine sadece acıyan bir adamın içinde vicdan yoktur. Ve oynadığın oyunun kuralları arasında vicdan yoksa, hangi oyunu oynadığının da bir anlamı yoktur. 29.12.15