İki saat kadar koştuktan sonra yorulmuş, terlemiş fakat memnun bir şekilde duşa girdim. Duşu bitirdiğim de canım kahvaltı hazırlamakla uğraşmak istemiyordum o nedenle anahtarlarımı ve cüzdanımı ceketimin cebine attıktan sonra kitaplarımı da alıp apartmanın alt katındaki kafeye indim. Cam kenarındaki masaya geçtim.
Kahvaltımı yaparken koşarak kafeden içeriye giren kız çocuğu dikkatimi çekti –daha doğrusu bütün kafenin dikkatini çekti-. Ancak diğerleri kendi işlerine döndüler. Bense garip bir şekilde dikkatimi çeken kız çocuğundan gözlerimi alamıyordum. İki kurdeleyle hafifçe arkadan toplanmış, omuzlarına inen kıvır kıvır sarı saçları; cam gibi masmavi kocaman gözleri ve beyaz yüzünde burnunun hemen üzerinden başlayıp yanaklarına doğru bir yelpaze gibi yayılan soluk ve az sayıda çilleriyle oyuncak bebeklere benziyordu.
-Papa... Papa est arrivé ici (Babacım... babacım burada var)
Olduğu yerde zıplayıp bağırması dudaklarımda bir tebessümün oluşmasına neden oldu. Kapıdan giren ve neşeli bir şekilde kıza seslenen adama baktım. Babası olmalıydı.
-Très bien, je suis ici, mon ange, ne soyez pas si impatient. (Tamam meleğim geldim, bu kadar sabırsız olma.)
Siyah kıvırcık saçları kızınınkiler gibi gürdü, küçük kız yüz yapısını ve gözlerinin şeklini babasından almış olmalıydı ancak adamın ne kahverengi gözlerinde ne de buğday teninde kızdan bir iz yoktu. Bunlar büyük ihtimalle annesinin mirasıydı.
Küçük kızın annesinin de arkalarından gelmelerini bekledim ancak kapıdan kimse girmemişti. Başkalarıyla ilgilenen birisi değilimdir; büyük ihtimalle İki ayağı çukurda bir bekçi köpeğiyle aynı merak duygusuna sahibim fakat kendimi kızın annesinin neye benzediğini sorgularken buldum.
Kızı gibi sarı saçlara sahip olmalıydı; sırtından aşağıya dökülen sarı saçları belki biraz da dalgalı olmalıydı, sonra beyaz bir tene sahip olmalıydı fakat anne büyük ihtimalle çillere sahip değildi, ve gözleri... Tuhaf yeşillikteki gözleri dökülemeyen yaşlarla parlasa da asil bir şekilde bakabilmeliydi. Ancak soğukluğundan veya uzaklığından değil; içtenlik ve dürüstlükle, doğal bir asaletle bakabilmeliydi o gözler. O tuhaf ye...
Hay ben senin!
Başımı hırsla iki yana salladım. Gözlerimin önündeki görüntünün sahibi kesinlikle bu kızın annesi değildi. Zihnimdeki resim küçük bir sarışına aitti. Karışmış sarı saçları yer yer öpülmeyle kızarmış beyaz teninden aşağıya dökülen bir kıza aitti. Şişmiş dudakları, kocaman açılmış gözleriyle korkuyla bakan küçük bir sarışına aitti. Dikkat dağıtıcı küçük bedenini bir yastığın arkasına saklamaya çalışan, utançtan yanaklarının rengi nara dönen, çelimsiz kollarına ve incecik bedenine rağmen karşısındaki öfkeli adama tokat atabilen cesur bir kı...
Hayda! Yine gidiyoruz iyimi(?).
O kızın yanında uyandığımdan beri on sekiz gün olmuştu. Tamı tamına on sekiz dolu dolu gün!
Tek gecelik bir ilişki yaşadığım kadın üç gün sonra karşıma gelse dikkat etmeyen ben, Araf ALTAY, bu on sekiz günde nasıl olduğunun bile farkına varmadan az öncekiyle tam dört defa küçük bakireyi ,düzeltiyorum küçük eski bakireyi, düşünmeye dalmıştım.
İlk seferinde hava alanındaydım. Paris uçağının anons edilmesini beklerken önümden geçen sarışın bir hostes dikkatimi çekmişti. Sarı saçlarını sıkı bir şekilde topuz yapmamış ve lacivert üniformanın üstünde su dalgası şeklinde sırtına bırakmıştı. Boyu daha uzundu ancak kendimi arkadan gördüğüm bu sarışının yanına gitmek için yerimden kalkarken bulmuştum. Kadın arkasına dönünce içimdeki hafif hayal kırıklığıyla yerime oturmuştum. Tabi hostesin benim uçağımda görev yaptığını fark edince hayal kırıklığımın acısını ondan çıkarmış üstüne bir de hayal kırıklığına uğradığım için kendime olan kızgınlığımı da ona yöneltmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞKI ÖĞRENEN RUHLAR
RomanceGİRİŞ Gözlerimin önündeki manzaraya bakmak istemiyordum ancak gözlerimi dans eden çiftten alamıyordum. Ona sarılan ben olmalıydım. Ona bugün evlenme teklifi eden ve mutlulukla 'Evet' cevabı alan da ben olmalıydım. Gecenin başından beri kaç kadeh içt...