2. Bölüm

755 26 1
                                    

   Alexandra şaşkınlıkla arkasına dönüp sesin geldiği yere baktı.

  "Entres."  Genç adam ona sarıldı, "Çok özledim." dedi  ve Alexandra'nın kokusunu içeri çekerek boynundan öptü. Alexandra "Birileri görecek." diyerek etrafa bakındı. Entres muzipçe gülümseyip omuzlarını silkti. 

   "Ne zaman geldiniz?" 

   Alexandra tezgahtaki at sütünün tadına baktıktan sonra "İki gün önce," diye Entres'i cevapladı. "Bir sürahi, lütfen." Entres kaşlarını çatıp alınmış bir ses tonuyla,

  "Ve seni daha yeni görüyorum." dedi. Alexandra tezgahları dolaşıyor, Entres de nedime gibi arkasından dolanıyordu. Hava biraz serinlemişti ve meltem kuzeyden esiyordu. Bu, gece şiddetli yağmurun olacağının habercisiydi. Yaz bitip sonbahara girerken yağmurlar sıklaşmıştı. Ithylien çiftçileri, yani Ithlysia'lı çiftçiler, hasat zamanını bitirdikten sonra yüksek dağların yamaçlarındaki dağ evlerine çekilirdi. Şehirde ise yaz-kış durmaksızın festivaller devam eder, şaraplar ziyan derecesinde harcanır ve şehir renk-alev cümbüşüne döner. Alexandra yaz mevsiminde doğmuştu. Yaza aşıktı o. Yağmurdan ve kardan haz etmezdi. Yaz kızıydı o, sıcağın kızı. İçi kavuran güneşin kızıydı. 

  Entres'in içi sıkılmıştı. "Alexandra, neyin var? Neden beni umursamıyorsun?" diye alınmış bir ses tonuyla sordu. Alexandra, Entres'e doğru döndü ve buz mavisi gözleriyle ona bir süre baktıktan sonra fısıldar gibi bir şekilde "İzleniyorum." dedi tereddütle. 

  Entres'in bir anda yüzü değişti. "Kim? Neden?" diye sordu aynı fısıltıyla, Entres de şaşırmış bir şekilde, tezgahtan sebze seçiyormuş gibi yaparak.

   "Bilmiyorum, babamın adamları olabilir." 

  Entres, Alexandra'yı belinden yavaşça kavradı. "Her zamanki yerde. İki saat sonra."  dedi ve pazarda kalabalığın arasında kayboldu.

   Alexandra, gürültülü pazar alanında alışverişe devam ederken izlendiği tekrar aklına düştü. Babası, çoğunlukla peşine adam tutmazdı. Ancak sadece ailesine zarar geleceğinden şüphelendiği zamanlar haricinde. Bu durumda iki seçenek kalıyordu; ya sahiden izleniyordu ya da Alexandra paranoya yapıyordu. İçine ürpertici bir huzursuzluk yayıldı. Hıncahınç dolu pazar yerinde kendini birden çok yalnız ve savunmasız hissetti. 

   Derince bir soluk aldı. Bir an önce bu meydandan gitmek istiyordu. Çabukça alışverişi bitirip yaldızlı at arabasına bindiğinde, içindeki endişe bir an olsun dağıldı. Arkasına yaslanıp dışarıyı izlemeye koyuldu. Uykusu gelmişti, esen rüzgar saçlarını dağıtıp ona vahşi bir görünüm veriyordu. Dışarıdan insan sesleri gelirken birden unutmuş olduğu şey aklına geldi ve tedirginlikle doğruldu. Perdeyi çekip arkasına baktığında iki beyaz atın çektiği kıpkırmızı bir araba hemen arkalarında olduğunu gördü. 

   "Biraz daha hızlı, lütfen." dedi arabacıya doğru. Ondaki huzursuzluğu sezen Lilia "Bir şey mi var, hanımım?" diye sordu. 

    Alexandra kısa bir süre duraksadıktan sonra "Hayır," dedi. "Bir şey yok." 

   Atların toynakları yeri sertçe döverken Alexandra tekrar arkasına dönüp baktığında araba gözden kaybolmuştu. Rahatlamayla birlikte derin bir nefes verdi. 

   Nihayet ona yıl gibi gelen yolculuktan sonra araba, ihtişamlı köşkün önünde durdu. 

   Misafirler daha gitmemişti. Merdivenleri üçer beşer hızlıca çıktıktan sonra odasına girip kapıyı kilitledi. Korsesini gevşetti; her şey onu boğuyormuş gibi geliyordu. Tüm pencereleri sonuna kadar açıp odayı havalandırdı. Çiçek tarhlarından gelen o muhteşem kokuyu içine çekip şehir manzarasını seyrederken sokağın başında bekleyen siyah şapkalı iki adam dikkatini çekti. Gözleri şaşkınlıkla irice açıldı. O sırada adamlardan birinin başını kaldırmasıyla göz göze geldiler. Göz göze gelmeleriyle Alexandra seri bir hareketle pencereden çekilip duvara yaslandı. Kalbi küt küt çıkacakmış gibi atıyordu ve nefes nefese kalmıştı. Ne yapacağını bilmez şekilde orada bekliyordu. Tekrar bakıp bakmamak konusunda tereddütteydi. O kendi fikirleriyle boğuşurken bu sırada odanın kapısı hafif bir şekilde çalındı. 

   "K-kim o?" dedi sesindeki titremeyi ve kekelemeyi kontrol edemeyerek. Bayan Natalie, kapının arkasından usulca seslendi. "Alex, benim." 

   Alex ağır ve titrek adımlarla kapıya doğru yöneldi. Derin bir nefes alıp kapının gümüş tokmağını kavradı ve kapıyı açtı. Annesi onun gevşemiş korsesi, dağılmış saçları, kızarmış yanakları ve nefes nefese kalmış haline şöyle bir bakış attı. "Ne yapıyordun?" dedi kaşları çatılarak. 

   "Ben- hiç, üstümü çıkarıyordum. Korsem sıkışmış açamadım." Bayan Natalie, bu cevabın üzerine üstelemedi. 

   "Sen neden gelmiştin?" diye sordu Alexandra da. Daha sonra giysi dolabına doğru yöneldi. 

  "Bizimle kurabiye saatine kalacak mısın diye soracaktım." dedi annesi odanın içinde dolanan Alexandra'yı gözleriyle izleyerek. 

  "Üzgünüm," dedi ve elbisesini kadife teninden kaydırıp çıkardı.  Yerine dolaptan daha güzelini, sema mavisi olanı seçti. "Arkadaşımla buluşacağım." Bayan Natalie'nin tek kaşı kalktı. 

   "Hangi arkadaşmış bakalım bu?" diye sordu sorgulayan ve hınzır bir ses tonuyla. Alexandra minik parlak tacını kestane, ipek saçlarının arasına yerleştirirken "Elisa," dedi. Annesiyle göz göze gelmek istemiyordu, çünkü gözlerinin onu el vereceğini biliyordu. 

   "Seversin diye tunnie yapmıştım." Alexandra ona dönüp sevgiyle gülümsedi, "Bu seferlik beni es geçin." Uzanıp yanağına doğru bir öpücük kondurdu. Bayan Natalie de kızına aynı sevgiyle gülümsedi. "Çok geç kalma." diye uyarmayı ihmal etmedi ve odadan ayrıldı. 

Blood and Victory- Kan ve ZaferHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin