Maskenin altındaki gözlere baktı. Gözlerde anlamlandıramadığı duygular görüyordu. Ne nefret ne acımasızlık ne de zafer pırıltısı. Ne hepsi harmanlanmış gibiydi ne de bunların birinden yoksundu. Alexandra bu sefer istemsiz olarak arkaya bir adım daha attı. Grubun en önündeki adam ona Alexandra'nın kendi dilinde "Dur!" diye seslendi. "Dur!"
Alex şaşırmış ve anlamaz bir tavırla maskenin ardındaki açık kahverengi gözlere baktı. Adam sağ elini ona doğru uzattı ve "Sana zarar vermeyeceğiz," dedi. "Ancak ki bizi dinler ve dediğimizi yaparsan."
Alex, başını hafifçe sağa doğru yatırıp ona doğru baktı. Adam aksanlı bir şekilde tekrar konuşmaya başladı.
"Baban, bizim işlerimizden uzak dursun. Aksi halde bedelini kendi ve yakınlarının kanıyla öder."
"Ne yaptı size?" diye sesini yükselterek konuştu Alexandra. "Bunu demek için mi üç korucu muhafızımı öldürdünüz?" diye haykırdı. Öyle ki sesi geniş ormanın derinliklerine kadar yankılandı. Sağda, geride duran bir adam Alex'in anlamadığı bir dilde sertçe bir şeyler söyledi. "Khaz modol, en barad zûhr!"
Alex bu sert lisandan ve adamın ses tonundan ürkmüştü. Güzel şeyler söylemediği açıkça belliydi. En öndeki adam, diğerini gür bir sesle yatıştırdı. Daha sonra dönüp Alex'le son defa konuştu.
"Sen akıllı bir kızsın Alex. Adamlarım sinirlenmeye başladılar. Onları sinirlendirmek istemezsin değil mi?"
Sol eliyle arkadakilere bir işaret yaptı ve kurdeleyle bağlanmış bir parşömen parçası Alex'in ayaklarının dibine düştü. Daha sonra adamlar ona son kez bakıp bir yırtıcı hızıyla geldikleri yoldan geri gözden kayboldular.
Alexandra ne yapacağını bilemez bir şekilde ormanın içinde etrafa bakındı. Günün son ışıkları kaybolurken ayaklarının dibinde duran parşömeni aldı. Daha sonra düşünmeden geri at arabasının olduğu yere doğru koşmaya başladı.
Cesetler kaybolmuştu. Toprak, sanki hiçbir şey olmamışcasına sakin ve lekesizdi. Ortalıkta at arabasından da eser yoktu. Toprak yolda, karanlık çökerken ıssız bir yerde tek başına kalmıştı. Hava her geçen saniye daha da soğumaktaydı. Ellerini kavuşturup kollarına sürerek ısınmaya çalıştı. Nereye gittiğini bilmez bir şekilde geldikleri toprak yoldan geriye doğru yürümeye başladı. Bir at arabasının geçeceğini umarak yürüdü, yürüdü. Ay parlak gümüş ışığıyla kendini göstermeye çoktan başlamış, gece hayvanları hayatına başlamıştı. Ormanın derinliklerinden kurt ulumaları geliyordu.
Ne kadar yürüdü bilmiyordu. Bir an arkasında atların nal sesini duyar gibi oldu. Bekleyip dinledi. Gerçekten de arkasından ona doğru yaklaşan bir at arabasının sesi geliyordu. Gözlerini kısıp sisli karanlığın içine baktı. Parlak bir ışık yavaşça belirmeye başlamıştı. Alexandra umutla kollarını salladı. At arabası iyice yaklaştı ve yanında durdu. Sürücü inip ona baktı. "Lady Alexandra?" diye şaşkınlıkla onun halini süzdü. "Buyrun, geçin arkaya. Rahibe Arion içeride." diyip hemen perdeyi sıyırdı ve Alexandra içeri geçti. Rahibe Arion onu görür görmez şaşkınlıkla kaskatı kesildi.
"Çocuğum, ne işin var burada bu saatte?"
O gün yaşananların etkisi şimdi çıkıyordu. Alexandra ilk önce sessiz bir şekilde ağlarken sonunda kendini tutamadı ve haykırarak ağlamaya başladı. Rahibe onun yanına oturup onu kollarına sardı. Alexandra onun şefkatli kollarına tutunarak hıçkıra hıçkıra ağladı. "Hepsinin ölümünü gördüm rahibe."
Rahibe henüz çocuk olan bu kıza üzüntüyle baktı ve başını okşadı.
"Sanki değersiz varlıklarmışcasına, sanki insan değillermişcesine onları bir aşağılamayla öldürdüler."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blood and Victory- Kan ve Zafer
Historical FictionGizli gerçekler, unutulmaz hikayeler. Ailesini politik savaşlarda kaybetmiş, hayatı bir gecede değişen soylu bir kız. Dünyanın gidişatını belirleyen suikastçi bir tarikat. Entrika, savaş, kan, ve ihanet dolu bu oyunda zafer kimin olacak? -Bu hikayey...