8. Bölüm - Kızıl Gece

166 5 1
                                    

Yakıcı güneş ışığı bordo kadife kumaşın arasından elini uzatıyordu. Genç kız yatağında huzursuzlukla, güneşten kaçarcasına döndü. Ama güneş ışığı ondan daha da inatçıydı. Ellerini kızın yüzünde gezdiriyor, tenini gıdıklıyordu. Alexandra sonunda güneşle inatlaşmayı bırakıp yatağında doğruldu ve yavaşça yatağından çıktı. Kadife kumaşa dokunup perdeyi tamamen açıp güneşin odanın içinde özgürce dans etmesine izin verdi. Mis gibi taze havayı içine çekerken pek uzaklarda olmayan bir yerlerden gelen çalgı sesi kulağına çalındı. Üstünü giyinip hazırlandıktan sonra aşağı indiğinde kendi hariç tüm ev ahalisinin koşuşturma içinde olduğunu gördü.

"Tüm bunlar ne?" diye yanından hızlıca geçen topluca hizmetçiye sordu. İki ay önce gelmişti bu kadın ve ona hala alışamamıştı. Kadını evin içinde görünce evde sanki bir yabancı varmış gibi görürdü. Kırmızı burunlu tıknaz hizmetçi tepeden bakan bir tavırla,

"Lulien Festivali," dedikten sonra çabuk adımlarla mutfağa gitti. Alex, bu kadına neden alışamadığını o anda anlamıştı.

Hol boyunca yürüdü ve büyük salona vardı. Salondaki devasa masaya kurulu kahvaltıyı görünce şaşırmıştı. Masanın baş köşesinde oturan annesine "Bu zamana kadar kahvaltının bekliyor olması beni şaşırttı." dedi.

Bayan Natalie ona çarpık bir şekilde gülümseyip içkisinden yudum aldı.

"Hiçbir zaman dindar biri olmadın Alexandra. Bu beni üzüyor. Festivalden bihabersin." dedi Bayan Natalie çatalıyla kızartmasını dürterken.

Alexandra büyük bir iştahla pastalara, kızartmalara saldırırken "Babama benzediğimi söylerdin hep. Ondan olsa gerek." Bir parça eti ağzına atıp Exebur şarabından içtikten sonra bıkkın bir tavırla "Gelmek zorunda mıyım?" diye sordu.

Bayan Natalie kaşlarını çattı. "Yedi Deniz aşkına, Alex. Bugün insanlığın doğumgünü. Bu kadar umursamaz olmayı nasıl başarabiliyorsun?"

Ağabeyi ikisinin didişmesini sırıtarak izliyordu. Alexandra da ona bakıp güldü. Sonra annesine dönüp omzunu silkti.

"Tanrı ve Tanrıça sevişir ve insanoğlu doğar. Hah! O kadar saçma ki, Beş Şövalye Efsanesi bile daha inandırıcı."

Alaylıca devam etti. "Hem Unutulmuş Tanrılar'a tapıyorum ben." dedi.

Bayan Natalie bir şey demedi. Alexandra hızlıca yediğinden dolayı çabuk tıkanmıştı. Son jambonu da hızlıca süpürdükten sonra aceleci bir tavırla şarabını bitirmeye çalıştı. Ağabeyi o sırada masadan kalkıp uzun holde gözden kayboldu.

Hava karardıktan sonra şehir çalgı, mutlu insan, ilahi ve kahkaha sesleriyle dolup taşmış ve bu seslerin hepsi birbirine karışmıştı. Meydan dolup taşıyordu. Alexandra porselen maskesini yüzünden çıkarıp kalabalığa dışarıdan bir bakış attı. Entres'e bakıp "Sabaha kadar dans etmek istiyorum." dedi gülerek. Entres'i elinden çekip kalabalığa doğru sürükledi. Renkli meşaleler, parlak kağıtlar havada uçuşuyor; meydan renk cümbüşüne evsahipliği yapıyordu.

İnsan gruplarıyla dans etmeye başladılar. Dönüyor dönüyor ve durmadan dönüyorlardı gökyüzündeki fişekleri izleyerek. İçkiler yere saçılıyor, kadınların taktığı minik çan sesleri birbirine karışıyordu. İleride iskemlelere oturmuş insanlar masanın üzerinde içkileriyle keyifli ve hararetli bir sohbete dalmıştı.

Alexandra kahkahalar saçarak arkadaşlarıyla ve hatta tanımadığı insanlarla neşeyle dans ederken, biri aralarından kaçar gibi koşarak geçti. Alexandra ve diğerleri bu durumu biraz garipsese de eğlencelerine devam etti.

Lord Gustaf bazı soylularla birlikte meydana nispeten daha sakin olan bir yerde oturmakta ve sohbet etmekteydi. Az önce meydandan koşarak geçen genç çocuk yanına varıp kulağına endişeli bir tavırla bir şeyler fısıldadı. Lord Gustaf'ın yüz ifadesi aniden dondu. Lord Varian bir sorunun olduğunu anlamıştı. Donuk bir ifadeyle ona baktı. Lord Gustaf bir süre sonra oturduğu salondaki insanların yüzüne baktı. Hepsini teker teker süzdü. Ayağa kalktı, elindeki kadehi kaldırdı ve hüzünlü bir sesle tüm salona seslendi.

"Dostlarım! İnsanlığın doğum gününde, son gecemize!"

Blood and Victory- Kan ve ZaferHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin