Birkaç gün hastanede kaldıktan sonra artık iyiydim. Tabi eksik olan yarımı saymazsak. Doktorum odaya girdiğinde yine o sımsıcak ve kocaman olan gülümsemesiyle beni biraz daha rahatlatmıştı. Artık hastaneden çıkma vaktiydi.
Yol boyunca hiçbir şey hissetmedim iyileştiğime bile tam olarak sevinemiyordum. Eve varana kadar ikiz kardeşim Sevgi'nin binbir türlü tatil planlarını dinlemek zorunda kalmıştık. İkiz kardeşim demişken ondan hiç bahsedecek fırsatım olmadı. Sevgi bu hayatta sahip olabileceğim en kıymetli hazinelerden biri benim için. Tek yumurta ikizi olmamıza rağmen de çok zıttız aslında. Ama ben ağlarken gülmeyecek olan tek insanda o. Bakmayın aslında Sevgi'yi her şeyden çok severim.
Eve geldiğimizde buruk bir huzur vardı içimde. Az da olsa rahatlamış hissettim koşarak odama çıkıp yatağıma gömülmek istiyordum. Ama annemin iyileşene kadar tutkusu yine baş göstermişti. Oturma odasında bi koltuğu hazırlamıştı bana sanırım 'iyileşene kadar' buna mahkum olmak zorundaydım. Sevgi beni mutlu edebileceğini düşündüğü herşeyi masada sıraya dizmişti buna aramızda en çok kavga yaratan kırmızı atkısı bile dahildi. Sevgi'den herşeyi alabilirsiniz ama kırmızı atkısını asla. Ve canım kardeşim benim mutluluğum için şimdi kendi prensiplerinden ödün veriyordu. Onu neden bu kadar sevdiğimi az da olsa anlamış olmalısınız. Belki adının anlamı şans değil ama hayattaki en büyük şanslarımdan biri de Sevgi.
Neredeyse bir hafta geçti. Artık toparlanmıştım. Talia aklımdan hiç çıkmıyordu ama üzülmesinler diye bunu aileme belli bile etmiyordum onlar da zaten şu bir hafta içinde Talia'nın adını bir kere bile zikretmemişlerdi. Telefonumu aldım artık Talia hakkında bilgi edinmek istiyordum numarasını ezbere çevirdim. Bir kadın çıktı "Aradığınız numara kullanılmamaktadır" hadi ama beni hatırlamamasını anlardım bu neydi şimdi? Rehberden annesinin numarasını bulup onu aradım. Yine aynı kadın çıkıp aynı cümleyi kurdu. Bir cümle bu kadar mide bulandırıcı olamaz inanın. Birkaç yakınını yine aynı şekilde aramıştım onlarda ya açmıyor ya da iki üç kere çaldıktan sonra kendiliğinden kapanıyordu. Haftalar ayları, aylar yılları takip ediyordu.
3 sene geçmişti Talia'ya dair ne bir iz ne de bir haber vardı. Evlerine bile gelmemişlerdi 3 senedir. Sonra bir gün öğrendim ki dayısı eşyalarıyla birlikte evi satmış. Ya o evde olan anılarımız, onlar 22 senedir o evdeydi ve biz o evle birlikte büyümüştük. Bu kadar mı hatırlamasını istemiyorlardı hiçbir şeyi. Ya da acaba Talia'ya bişey mi olmuştu. 3 senede o kadar acı çekmiştim ki 22 yaşında olmama rağmen kendimi 60 yaşında felan hissediyordum. Gerçekten çok yaşlanmıştım.
Çok yorulmuştum bu yükü tek başıma sırtlamak zor gelmişti bana. Yıllarca Talia'yı bekledim, umutla. Ama artık dönmeyeceğine emindim. Hem artık dönse bile hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Hayat devam ediyordu. Üniversite bir şekilde bitmişti. Aile şirketimizde genel müdür olarak çalışıyordum. Sevgi de benimle birlikteydi. Talia'yı unutmamıştım tabi ama bende artık hatırlamıyordum. Annem ve babam sürekli bir torun istedikleri konusunda bizi sıkıştırıyorlardı daha çok beni. Çünkü Sevgi'nin bu zamana dek ciddi bir ilişkisi olmamıştı ve bu gidişle 15 kedili bir evde yanlız bir kadın olarak ölecekti. Bu konu da çok isteksizdim ama anne ve babamı bu mutluluktan mahrum edemezdim.
Bundan sonra aşık olamayacağımı biliyordum. Herkeste bunun farkındaydı. Bu yüzden babamın çok sevdiği aile dostumuzun mükemmel denebilecek kadar kusursuz oğlu Barlas'la dünya evine girmeye karar vermiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZLUĞUN SONU
ChickLitSevmek neydi? Neden gerekti? Aşk gerçekten mutlu mu eder, yoksa tamamıyla bir hayal kırıklığı mı? Kendi içimizde cevap bulamadığımız o derin soruların gerçekten bir cevabı var mı? Varsa benliğimiz neden cevaplamak yerine kafamızı karıştırıyor?