Doğuma sadece iki hafta kalmıştı. Bengi oldukça hassastı ve sürekli uzaklara dalıp bir şeyler düşünüyordu. Üzülüyordum. Ve merak ediyordum onu böyle uzaklara daldıranın ne olduğunu. Tahmin etmek zor değildi. Bir çocuğu olacaktı ve aşık olduğu adamdan değildi. Bunu bilmek beni paramparça ediyordu. Sahi ya bana ne olmuştu böyle. Talia'yı gördükten sonra içimde büyük bir Bengi'yi kaybetme korkusu oluşmuştu. Ve bu artık dünyada isteyeceğim son şey olurdu. Evet doğru duydunuz Talia yaşıyormuş ve ben onu gördüm.
Altı ay önce o mektup elime geçtiğinde hemen gönderenin yazdığı adrese ulaşıp Talia'nın yaşadığı yeri buldum. Uzun çaplı araştırmalar yaparak nerede ne yaptığı, nasıl olduğu hakkında birçok bilgiye ulaşmıştım. Oğlum dört aylık olmuştu. Bengi'yi tek başına bırakmak istemiyordum ama ailesi ve ailem her daim yanındaydı bu beni birazda olsa rahatlatıyordu. Her şeyi ayarlamıştım. Uçuş vakti geldiğinde onun yaşadığını gördüğüm an ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim olmadığından bir an için fikrimden cayıp geri dönmeye karar vermiştim. Lakin merakım, korku ve heyecanımın önüne geçmişti. Gidip onunla yüzleşecektim. Doğrusu buydu. Seattle'a ayak bastığımda uçaktan mıdır bilmem ama kalbim ağır bir basınç altında ezilip göğüs kafesimin kemikleri tarafından rahatsız edildiğini hissedebiliyordum. Canım çok yanıyordu. Ve belki de az sonra duyduklarım kim bilir belki daha çok canımı acıtacaktı. Sürekli kendimi her açıdan nötrlemeye çalışıyordum fakat o bile şu an için beni çok yoruyordu.
Talia ile birebir görüşüp konuşmamıştım ama yaşadığından emindim. Hemen karşısına geçip konuşmaya da niyetim yoktu zaten. Bir hafta Seattle'da kalacaktım daha sonra Washington'a geçip aileme bahane sunduğum iş toplantısını gerçekleştirecektim. Benim için şu an bunların hiçbir önemi yoktu. Türkiye'de iken ayarladığım ve bana rehberlik edecek olan şoförüm çoktan beni almaya gelmişti. Hiç soluksuz selamlaşıp arabaya bindim. Öncelikle Talia'nın öğle yemeklerini yemek için tercih ettiği Natilde'ye gitmeye karar verdim. Uçağım neredeyse 12'yi gösterdiğinde buradaydı ve ilk adım için en mantıklı olan buydu. Cafeden içeriye girdiğimde Talia'nın karşımda öğle yemeği için istediği salatasını yediğini gördüm. O an aklım, kalbim, ruhum ve hatta duyularım öyle bir karmaşa içerisine girmişlerdi ki vücudumu ayakta tutan bacaklarım hacmini kaybettiğinden düşmemek için bir yere tutunmuştum. Garsonlardan biri hemen farkedip bana yardım etti. Talia'yı net görebileceğim bir masayı seçtim ve kendimi biraz da olsa kamufle etmeye çalıştım. Talia'nın sadece genel duruşu hakkında bilgi edinmiştim hafızası ne durumda bilmiyordum ve eğer beni hatırlarsa bu benim için büyük bir dezavantaj olurdu. Bir latte isteyip yemeğini bitirmesini bekledim. Bu cafe iş yerine çok yakındı sanırım bu yüzden burayı tercih ediyor olmalıydı. Yemeğini bitirip birkaç kişi ile selamlaştıktan sonra cafeden ayrıldı. Hemen hesabı ödeyip peşine düştüm. Onu son gördüğüm günden bu yana hiç değişmemişti Bengi'nin aksine yıllar ona çok iyi davranmıştı fakat bu ne kadar adildi?
***
Bengi gece terler dökerek kısa kısa çığlıklar atarak beni uyandırdı. Sürekli "suyum geldi" diyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Koşarak mutfağa inip su getirdim. Suratıma doğru çaresiz bakıp derin bir çığlık daha atınca bu suyun o su olmadığını anlamıştım. Telaşla "yoksa oğlum? " demiştim. Ama bu olamazdı henüz 15 gün vardı yoksa oğluma bir şey mi olmuştu? Bengi'nin dişlerini sıkıp kırılacak bir şekilde acı çekişini görünce daha çok telaşlanıyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. "Erkenden baba oluyorsun şapşal ve bende anne hadi artık beni arabaya götür. " dediği an bütün taşları yerine oturtmuştum. Bengi'nin üstüne bir hırka alıp aylar önce oğlumuz için hazırladığımız çantayı kaptığım gibi Bengi'yi kucaklayıp arabaya attım. O kadar garip bir telaş olacak ki Bengi'nin ayakkabısını giydirirken bende onun ördekli uggslarını ayağıma geçirmişim Tanrım gerçekten de koca bi şapşalım. Bunu umursamadan gazladığım gibi hastaneye geldik. Hemen herkesi arayıp haber vermiştim. Çok heyecanlıydım ama korkuyordum neden erken gelmeye karar vermişti ki oğlum? Hemen doğuma almışlardı yaklaşık üç buçuk saat geçmişti ama ne bir doktor ne de bir hemşire beni bilgilendiriyordu. Bu daha çok endişe etmeme neden oluyordu. Doğum anında karımın yanında olmak istiyordum yani hep öyle olmaz mı? Bana neden bu seçeneği sunmamışlardı ya da herhangi bir tercih şansım yok muydu? Sonunda doktor çıkmıştı meraklı gözlerimin ve istemsizce ağzımdan çıkan soruların esiri olmuştu bir anda.
"Karım nerde? Onu bana neden göstermiyorsunuz? Suyu gelmişti? Oğlum doğdu mu? Neden beni yanına almadınız bilmediğim ne var lütfen bana dürüst olun."
Benim aksime doktor gayet sakin bir şekilde: " Barlas bey öncelikle lütfen sakin olun. Bildiğiniz üzere doğumun iki hafta sonra olması gerekiyordu. Yanlız küçük bey biraz acele etmiş sanırım. Oğlunuzu şu an size gösteremiyoruz erken doğum olduğu için bir müddet küvezde kalması gerekiyor. Henüz yeterli kilo ve hacime sahip değil. Kısa zamanda toparlanacaktır merak etmeyin..."
Derin bir oh çekmiştim oğlum iyiydi ya karım? Kafamda amansız düşünceler zihnimle bir savaş içerisinde birbirini kovalıyordu. "Peki karım o nasıl? Nerede onu neden göstermiyorsunuz?" Devam etti:
"Henüz kesin bir şey söylemek doğru olmaz. Ancak doğum sırasında rahim kanalına giden yolda büyük bir kitleye rastladık ameliyatın uzun sürmesinin nedeni erken doğumdan çok hem bebeğin hem de eşinizin sağlığıydı. Eşiniz doğum sırasında çok yoruldu. Şu an onu uyutuyoruz birkaç saat sonra özel odada gözetim altına alacağız bu esnada görebilirsiniz. Ayrıca o kitlenin ne olduğunu öğrenmek için birkaç tahlil verdim onlar uygulandıktan sonra sizinle ayrıntılı bir şekilde konuşuruz. Tekrar geçmiş olsun."
Ne olmuştu şimdi, toz pembe hayallerim bir anda siyaha dönmüştü. Hayatın Bengiyle alıp veremediği neydi böyle? Neden sürekli onu canıyla tehdit ediyordu? O adam orda hayatını yaşarken Bengi neden bunlara katlanmak zorundaydı? Bengi benim her şeyim olmuştu. Onsuz bir dünya düşünemez olmuştum. Bir oğlum olduğuna sevineceğime şimdi aşık olduğum kadın için endişe duyuyordum. Tarif edilemez derecede aşağılık bir duygu. Kötüyü düşünmek istemezken zihnim beni sürekli ona itiyordu. Ya ona bir şey olursa? Ben bu ağır yükü tek başıma nasıl kaldıracaktım ya Bengi kokan ev ? Gülüşüyle ısınıp göz yaşıyla kışı yaşadığımız ev. Ben o evde tek başıma ne yapacaktım? Kafamı iki elimin arasına alıp bir köşeye oturmuştum ve sanırım bu sefer çaresiz olan bendim. Bengi'yi düşünmem gerekiyorken Talia'nın mektubundaki bir bölüm zihnimi kurcalıyordu.
"Buna acı diyemiyorum, farkındayım çünkü değil. Sanırım tamamlanmamış bir amaç duruyor hikayenin en can alıcı kısmında. Gökyüzü gözlü küçük Talia'lar ve eşsiz kokulu küçük senden olanlar... Lakin bakınca hepimiz daha iyi sonları hak ediyoruz, burası kesin. Sonunda ben varsam ve hatta sonumda sen varsan eğer...
İstesem bir son daha yeni başlayabilir biliyorum. Ancak bir başlangıç, belki de herkesin sayesinde çoktan bitti. Tüm yapamadıklarım, benliğimle arama girmiş olmalı ki bu en çekilmezi inan! İsterim ki kaldığımız yerden devam edelim lakin bir mucize olurdu bu ikimiz için."Gökyüzü gözlü küçük Talia'lar ve eşsiz kokulu küçük senden olanlar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZLUĞUN SONU
ChickLitSevmek neydi? Neden gerekti? Aşk gerçekten mutlu mu eder, yoksa tamamıyla bir hayal kırıklığı mı? Kendi içimizde cevap bulamadığımız o derin soruların gerçekten bir cevabı var mı? Varsa benliğimiz neden cevaplamak yerine kafamızı karıştırıyor?