İTİRAFLAR

122 8 0
                                    





Şimdi bu oyunları oynuyorsun, kalp atışlarımın ipliğini tutmak için
Bana aşkı göster, bana aşkı göster !


  Odanın penceresi otelin ahşap ağırlıklı kafesine bakıyordu. Bu saatte herkes sıcak yataklarında olduğu için kimse dışarıda değildi. Birkaç görevli banklardaki karı temizliyordu. Gözlerim kimi arıyordu bilmiyorum. Aslında biliyordum ama onu görmek istemeyi gururuma yediremiyordum yine de nereye gittiğini merak ediyordum. Neredeyse yirmi dakika boyunca pencereden ayrılmadım. Odadaki ruhumu acımasızca boğan, yağlı urganını gözünü kırpmadan boynuma geçiren ölüm sessizliğini kapıdan çıkan uğursuz birkaç tıkırtı bozdu. Elinde birkaç poşetle Kenan odaya dönmüştü. Islak siyah saçları hâlâ nemliydi ve odanın sarı ışığının altında parıldıyordu. Gözlerinin beyazını kırmızı damarlar çevrelemişti ve buz mavisi gözleri olduğum yerden daha koyu görünüyordu. Poşetleri yatağın karşısına yerleştirilmiş fiskosun üzerine koydu. Montunun metal fermuarını hızlı bir şekilde aşağı indirirken gözlerini onu izleyen gözlerimle buluşturdu.

''Uyumadın mı?''

''Hayır.'' Ona kırılmıştım desem hissettiğim bu şeyi tamamen karşılamazdı. Kırılmaktan ötede ama bir o kadar da kırılmaya yakın bir şeyler... Her ne kadar birbirimizden hazzetmesek de sonuçta sınıf arkadaşıydık, üstelik 48 saattir aynı odayı paylaşıyorduk bunun hatırına gerçekten nefret etse bile benden nefret etmediğini söyleyebilirdi. Benden neden nefret ettiğini bile anlayamıyordum. Ortada bildiğim elle tutulur gözle görünür bir sebep olmuş olsaydı ona hak verebilirdim. Buna rağmen geçerli bir nedeni yokken benden neden nefret ettiğini anlayamıyordum. Kendini, demirlikleri paslanmış bir zindana kapatmıştı içimde büyümeyi beklerken aslında büyümek istemediğinin de farkında olan Maya. Belki de ağlıyordu, az önce benim yaptığım gibi. İrtibatımızı kesmişti yine ama kulağı hâlâ bendeydi, biliyordum.

Poşetlerden mis gibi sıcak simit kokusu yayılıyordu. Koşup fiskosa bıraktığı poşetleri didiklememek için içimde kendimle savaş veriyordum. Çok acıkmıştım dün öğleden beri vücuduma serum dışında bir şey girmiyordu. Üstelik kahvaltı saatine nereden baksak üç dört saat vardı.

''Aç mısın? Simit buldum pastane bölümünden beraber yeriz diye. Daha kahvaltı saatine çok var aç durma.''

''Gerek yok sen ye, aç değilim.''

''İnat etme Maya. Ciğerci dükkânlarının önünde pinekleyen kediler gibi bakıyorsun simitlere.'' Haklıydı ama benden nefret eden bir adamın getirdiği simitleri yiyemezdim. Belki yerdim ama Kenan gittikten sonra. Kahvaltı yerine kendime sıcak bir kahve almak için odadaki kahve makinesinin yanına gittim. Burada kaldığım süre içinde kızlardan çok kahve makinesiyle iletişime geçmiştim.

''Bak, hastasın zaten aç karnına kahve içme.'' O konuşurken yüzüne bile bakmıyordum. Beni düşünüyor ayaklarını önce bir geçmeliydi. Yirmi dakika önce gerçek yüzünü göstermişti zaten. Gerçek hislerini acımasızca savurmuştu yüzüme. Şimdi sırf hastayım diye iyi davranmasına gerek yoktu.

''Sensin bak! Neyin gerçek neyin sahte olduğunu ayırt edebilecek yaştayım. Kasma.''

Kahvem hazır olduğunda kendimi korkulukları boydan boya cam olan balkona attım. Fildişi parkelerle döşenmişti balkon. Neredeyse bir oda büyüklüğündeydi ve dekoratifi tıpkı bir kış bahçesi gibiydi. Koltukların iskeleti ahşaptandı. Üzerindeki süngerler ise kırçıllı gri rengindeydi. Tekli iki koltuğu karşılıklı gelecek şekilde ayarladıktan sonra sırtımı odanın kapısına gelecek şekilde oturdum bacaklarımı da zirveyi izleyen manzaraya doğru uzattım. Haşlak kahvemden burnumun ucunu nemlendiren dumanlar çıkıyordu. Buna aldırış etmeden kahvemi içmeye başladım. Dilimde bıraktığı pürüzlü tat biraz evvel Kenan'la yaptığım konuşmanın izlerini kapatamıyordu ama bu konuda etkisiz de sayılmazdı.

ARAF |#wattys2016 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin