SÖZ

136 8 0
                                    






 Duygulardan inşa edilmiş, yakınlığın etkisiyle bir olmuş iki bedendik. Bu yakınlığın altında ne çekim, ne şehvet, ne de tutku vardı. Bu yakınlığın asıl nedeni, şefkatti. Şefkate aç bir ruh, bir erkekten şefkat görmek nedir bir bilmeyen bir ruha şefkat gösteriyordu. Bu iki ruh için de sonu bilinmez bir yolculuğa çıkmaktan farksızdı.

''Uyudun mu?'' Sesi kısık ama ne dediği anlaşılabilir bir netlikteydi. Uyumamıştım. Fakat ona cevap verebilecek kadar gücü bile kendimde bulamıyordum. Kendimde herhangi bir güç kırıntısı bulsam zaten düğüm düğüm olmuş bu karmaşayı, sıcak kucağından ayrılarak çözmeye çabalardım. Sessizliğimden rahatsız olacak ki parmaklarını kıskaç gibi çeneme geçirmiş, yüzümü açığa çıkarmıştı.

Dünya üzerindeki tüm notaları kıskandıracak bir ritme sahip olan kalbinden uzaklaştığımda istemsizce kaşlarım çatıldı. Bakışları çatık kaşlarıma değdiğinde eş zamanlı olarak işaret parmağını birbirine geçmiş iki dişli gibi olan kaşlarımın tam orasına bastırdı ve dişlilerin işlevini yitirmesini sağladı. Şakaklarıma dökülen dalgalı saçlarım onun kemikli parmaklarına değiyordu ve bu his gerçekten iç gıdıklayıcıydı. ''Sana uyudun mu dedim, esmer.'' Yüzüne aval aval bakmaya devam ettiğimde içkinin bünyemde bıraktığı aptallığa lanet mi etsem, şükür mü etsem bilemedim. Olanlara rağmen, fazla sakindim.

''Dilini mi yuttun, neden konuşmuyorsun?'' Gözlerimi devirmekle yetinip sağ tarafımda tüm ihtişamıyla uyuyan denizi izlemeye başladım. Balodan çıktıktan sonra beni Yıldız Tepe'ye getirmişti ve yol boyunca kucağından hiç indirmemişti. Balo mekânıyla şimdi bulunduğumuz yer arasında fazla bir mesafe yoktu belki de beni bu yüzden kucağından indirmemişti. Her ne olursa olsun ona temas edebilmek bana huzur veriyordu. Bana ne kadar kötü davranıyor olursa olsun, onun yanında olabilmek benim şansımdı.

Gözlerimle denize dokunurken bir mırıltı gibi sözcükler sızmıştı dudaklarımın arasından. ''Çok güzel. Ne gündüz ne gece... Ne siyah ne mavi...'' Sesim çatallaşmış, boğazımdan çıkarken tortulu izini bırakmıştı. Canım yanıyordu. Canımı yakıyordu. Her şey canımı yakmaya kastetmişti. Omzumun üzerinden beni dinliyor mu diye kontrol ettiğimde derin okyanuslarıyla çarpışmayı beklemiyordum. Bu kısa süreli bakışmanın ceremesini tüylerim çekti ve felç geçirmiş gibi havaya dikildiler.

Tekrar denize doğru çevirdim bakışlarımı. Ellerim belirgin karın kaslarının üzerinde duruyordu ve bu durum, kasıklarıma gönderdiği sinyallerle aklımı bulandırıyordu. Fakat kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki bu eşsiz anı, ona dokunabildiğim bu anı görmezden gelmek daha kolay geliyordu. Boğazımı hafifçe temizledikten sonra devam ettim. ''Senin gibi. Ne acı ne tatlı... Ne iyi ne kötü...''

Huysuzca yerinde kıpırdandıktan sonra onunla birlikte ben de hareket etmiş bir elimi omzuna koymuş ona tutunmuştum. Yakınlığımız biraz daha artarken belimin iki yanından emaneten tutuşu şimdi kuvvet uygulayarak ve tamamen kendi isteğiyle belime sarılmaya dönmüştü. Ne yapmaya çalıştığını anlamak için saçlarımın yüzüne dökülmesine aldırmadan ona baktım. Yüzünü kaldırmış saçlarımın sakallarının arasına takılmasından memnunmuş gibi bir ifadeyle bana bakıyordu. Kalbim kasılıyor, kasılıyor ve tekrar kasılıyordu. Kalp krizi geçirmek buna benzer bir şey miydi?

''Artık kucağından kalkmam gerekiyor. Beni taşımak kolay değildir, eminim.'' Gözlerim her yerdeydi. Yüzünde, boynunda, gömleğinde, arabanın içinde, denizin üzerinde... Heyecandan ne yapacağımı şaşırırken kucağından kalmak için hamle yaptığımda daha sert bir kuvvetle beni kucağına oturttuğunda tüylerimle kalbim bir olmuş olacaklarını takip etmeye çalışıyorlardı. İçimi yarıp geçen bu sıvı, bana her temas ettiğinde beni dağlıyordu. Bu onun benim içimdeki bir mührüydü. Beni, bana ait olan bir şeyle, bir sıvıyla mühürlüyordu.

ARAF |#wattys2016 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin