Uyandığımda saat 10'u geçiyordu. Annem dahaca uyanmamış olmalıydı ki ev sessizdi. Yataktan yavaşça doğrulup telefona baktım. Mesaj vardı.
'Saat kaçta geleyim?' Yazıyordu mesajda. Kyle'dan gelmişti.
'1 saat sonra gel.' Yazarak cevap verdim. Annemin uyuduğunu gördükten sonra mutfağa geçip kendime kahve yaptım. Naneli şekerle beraber kahvemi yudumlarken büyüyü incelemeye koyuldum. Çevirmek için translater açtım.
'Ayrı düşmüş ruhlara sesleniyorum.' İlk cümle buydu ve iki kere tekrar ediyordu.
'Biri kötü diğeri iyi, saf ruhlar. Vücudunuzda tekrar birleşin.' Bu kadar kısaydı. Malzemeleri lazımdı bir de. Telefonumun titremesiyle kahveyi bırakıp aramayı açtım.
"Günaydın Kyle."
"Büyüyü gerçekten buldun mu?"
"Bana da günaydın. Evet buldum."
"Kolay mı?" Sesinde endişenin kırıntıları vardı ve git gide ruhuna yapışıyordu.
"Malzeme gerekli, zaten büyü de 2 cümle."
"Malzemeleri ver öyleyse. Gelirken alırım."
"Bu saatte bulamazsın."
"Olsun sen ver."
"Toprak, tatlı su, toz altın, senin ve kötü senin kanı. Getiriyor musun?" Diye alayla sordum.
"Toz altın ne için?"
"Ne bileyim ben. Kahvaltı yaptın mı?"
"Hayır, atıştırırım dışarıda."
"Ya da bir an önce gelip kahvaltı yaparsın."
"Oldu bil, görüşürüz."
"Görüşürüz." Diyerek telefonu kapattım ve kahvemin son yudumlarını da mideme yolladım. Büyünün bu kadar kısa olduğunu düşünmemiştim. Büyü sonuçta, bu kadar kısa olur muydu ki? İki cümleden ibaretti. Toz altın ne için gerekliydi ki? Aklımda sorular birbirlerine çarparak yere düşüyordu. Annemi uyandırmadan kahvaltı hazırlamaya karar verip mutfağa geçtim. Kısa saçlarımı küçük bir tokayla bir araya topladıktan sonra ağzıma naneli şeker atıp ne yapsam diye düşünmeye başladım. Meyveli ekmek, kızarmış pastırma ve sebzeli yumurta yapmaya karar verdim. Sevdiğim şeyleri birleştirince böyle birşey ortaya çıkıyordu. Meyveli ekmek içini böğürtlen ve çilekle doldurduktan sonra yumurtalı ekmek yapma tarifinde olduğu tarzda şekerle çırpılmış yumurtayı yapıp kenara bıraktım. Hızlı yapılabilen birşey olduğu için sona bırakmaya karar verdim ve diğer yapacaklarıma başladım. Sebzeleri tavada pişirirken annem mutfaktan içeri girmişti.
"Günaydın, çok lezzetli kokuyor."
"Günaydın anne, kahvaltıya Kyle geliyor."
"O yüzden mi bu hazırlık?" Diye sorarak güldü.
"Aslında zaten yapasım vardı, o da gelince yemiş olacak." Dedim. Yumurtayı da ekleyip karıştırmaya başladım.
"Sen ekmekleri yap." Diyerek elimden aldı. Ekmekleri şeker ve yumurta karışımına batırdıktan sonra tavada kızarttım. Meyvelerin suları ekmekten taşmıştı. Çok lezzetli görünüyordu. Zil çalmıştı. Kyle gelmiş olmalıydı.
"Ben bakarım anne." Diyerek kapıyı açtım.
"Hoşgeldin. İçeri geç."
"Hoşbuldum." Diyerek içeri girdi. Kahvaltılıkların kokusunu almış olacak ki mutfağa yöneldi.
"Hepsini Amy yaptı." Diye gülen annemin sesini duydum. Altı üstü kahvaltı?
"Nasılsın?" Masayı kurmaya girişmişti.
"Her zaman ki gibi." Diyerek bende kahvaltılıkları koydum.
"Ben ellerimi yıkayıp geleyim." Hızlı adımlar ile lavaboya gitti. Kahvaltı sofrası tam olarak hazırdı ve hepsi lezzetli görünüyordu. Annemle beraber masaya oturduğumuz sırada Kyle da tam olarak kurumamış ellerini pantolonunun iki kenarına silerek gelmişti. Kahvaltı yaparken büyüyü nasıl yapacağımı düşünüyordum. Dakota da gitmişti, başka bir büyücüye güvenemezdik. Hem benim yapamayacağımı düşünseydi büyüyü bırakır mıydı? Büyüyü yapsak Kyle intihar mı edecekti? Ne kadar çok soru işareti vardı. Düşünmekten alev alan beynimi dinlendirmek için yediklerime odaklanmaya karar verdim. İştahım kaçmıştı. Annem ve Kyle çoktan bitirmişti bile. Masadan kalkıp lavaboya yöneldim.
"Tabağındakileri bitirmemişsin." Dedi annem arkamdan.
"Doydum ben, ellerine sağlık."
Soğuk suyu açıp ellerimi yıkadım. Kendime gelmek için yüzüme de biraz su çarptım. Aynadaki görüntüme bakınca yorgun gözüküyordum. "NEDEN!!" Diye ses tellerim yırtılana kadar bağırmak istedim. O sırada arka cebime koyduğum telefon titremişti. Mesaj gelmişti.
'Sizin ev 17 numaraydı değil mi?'
Mesajı atan Kyle'dı. İçimi korkunun sisli dünyası sarmıştı. Korkunun bacaklarımdan bir ateş gibi bedenime doğru tırmandığını hissedebiliyordum.
'Kyle?' Mesaj atanın K2 olmasını diledim. Kapının arkasına çöküp telefonun ekranına bakarak mesaj beklemeye başladım.
'Ne oldu? 17 değil mi?'
'Gelme.'
'Ne oldu??'
Ya bilmezlikten geliyordu, ya da gerçekten oydu.
'K2 burada.'
'NE?!? Neden evine girmesine izin verdin?!'
'Sen sanmıştım.' Korku beynimi ele geçirmek için boynumu geçmişti.
"Amy, çıkıyor musun?" Diye sordu annem kapıyı tıklatarak.
"Tabii, 2 dakika."
'Onu evden çıkar. Şimdi, bildiğini belli etme.'
'Seni okuyabiliyor!'
'Şu an ona odaklanmış durumda olduğunu düşünmüyorum. Çabuk ol! Büyüyü bugün yapacağız.'
Annem bir kere daha kapıyı tıklatınca yüzümü yıkayıp lavabodan çıktım. Oturma odasına geçtim. Mesaja cevap vermek için telefonu elime aldım.
'Malzemeler tam mı?'
'Şu an toz altın almaya çalışıyorum, buna para verdiğime inanmıyorum!'
Cevap vereceğim sırada K2 geldi ve karşımdaki ikili koltuğa oturdu. Hiç bir şey demeden öylece bakıyordu.
"Güzel yapmışsın kahvaltılıkları." Dedi.
"Teşekkürler." Dedim sesimin titremediğinden emin olduktan sonra.
Elime telefonu aldım cevap vermek için.
'Nereye getireyim onu???'
Anında cevap vermişti.
'Benim evime getir.'
'Orada mı yapacağız büyüyü?'
'Evet, gerekirse. Şimdi çıkar onu, daha fazla tutma.'
'Ne diye çıkarayım? Anneme de sormam gerekiyor.'
'Bana gitmek istediğini söyle 😏' Salak!
'Gerçekçi bir şey?'
'Annene Courtney de buluşacağız, grup ödevi falan de. Bulursun sen, sonra da bana getir onu.'
'Ona ne diyeyim?'
'Gezelim de, ben ne bileyim?!'
"Niye telefona gömüldün öyle?" Diye sordu annem.
"Courtney çağırıyor, grup ödevimiz vardı."
"Ne ödevi?" Diye sordu annem tekrardan.
"Aklımdan çıkmış, kamp yüzünden olmalı. Biyoloji ödevi, insan anatomisiyle alakalı bir şey." Nasıl da salladım. Çaktırmamayı umarak alttan izin sinyalleri yollamıştım.
"Eve akşam yemeğinden önce gel."
"Baş üstüne komutan." Diyerek asker selamı verdim. "Hadi" anlamında işaret edip kapıya yöneldim. Hiç bir şey demeden peşimden geliyordu. Anlamış olmamasını umarak plana sadık kalmaya çalışıyordum. Dışarı çıkıp Kyle'ın evine doğru yol aldım. Yürüme mesafesi ile de gidilebilirdi.
"Gerçekten ödev yoktu, değil mi?" Peşimden gülerek geliyordu.
"Belki." Anlamasın, anlamasın. Diyeceğim şey dışında içimden ettiğim duayı söyleyeceğimden korkuyordum.
"Nereye öyleyse?"
Biraz düşünür gibi yaptıktan sonra üstün rol yeteneğimle -hiç rol yapmadım.- "Sana. Müsait misin?" Çok zor dakikalardı. Acaba gerçek Kyle malzemeleri halletti mi?
"Bana gelmek için ödev bahanesini mi uydurdun?"
Kyle'a bunu dediğime inanamıyordum. Tamam kötü tarafı olabilirdi ama sonuçta o da Kyle.
"Evet, o yüzden şimdi Courtney ile konuşmalıyım. İki dakika burada bekle, köşedeyim."
"Burada konuşabilirsin."
"Telefon konuşmalarını yalnız yapmayı tercih ediyorum, sana özel bir şey değil."
"Tamam, bekliyorum." Barış işareti yapıp 2 dakikadan kastetti.
Telefonu cebimden çıkararak çöp konteynırının olduğu köşeye gidip Coutney'e, anne tehlikesine karşı mesaj attım ve peşinden Kyle'ı aradım.
"Hey, bana getirdin mi onu?"
"Şimdi çıktık evden, sen malzemeleri topladın mı?"
"Evet, eve giriyorum şu anda. İçeri girdiğiniz anda onu etkisiz hâle getireceğim. Endişelenme."
"Tamam, geliyoruz. Courtney'ye beni idare etmesini söyle, ödev için ona gideceğimizi söyledim."
"Halloldu bil."
Telefonu kapatıp konteynırın arkasından K2'ye baktım, beni bekliyordu. Üzerimdeki kıyafetleri düzeltip yanına geçtim.
"Ne dedi?"
"Beni bir süre idare edermiş."
"İyi, gidelim öyleyse." Dedi kötü bir gülüş göstererek. Lütfen plan işe yarasın. Aramızda tek kelime etmeden Kyle'ın evinin önüne geldik. Anahtarı çevirip açtığında eliyle önden geçmem için işaret etti. O da eve peşimden girdi ve Kyle başına bir şey ile vurdu. K2 yere yığılmıştı.
"Beyzbol sopası?"
Ellerini bilmiyorum anlamında kaldırarak K2'yi bir sandalyeye bağladık.
"Başın kanıyor?!"
"Fakat acımıyor, ona zarar veren ben olduğum için zarar bende de oluyor. İyi tarafı ise bunu hissetmemem."
"İyi de bir şey tut." Tişörtünü çıkarıp elinde sardı ve başına koydu. Gözlerim belinde sarılı olan sargı bezine takıldı.
"Oldu mu?"
"Beline ne oldu?"
"Bir şey olmadı, kötü Kyle'ın yaramazlıkları."
"Malzemeleri tam olarak aldın mı?"
"Evet, işe yarar mı?"
"Bilmiyorum." Elime büyünün yazdığı kağıdı alıp tekrardan okudum.
"Olmazsa?"
"Bir garanti veremiyorum. Dakota benim yapabileceğimi söyledi ama ne kadar olabilir bilmiyorum."
"Başlayalım o zaman."
6 tane mum yakıp kasenin etrafına koydum.
"Bunların sırasını bilmiyorum, bir önemi var mıdır? Toz altını nasıl ekleyeceğim?"
"Üstüne son olarak eklersin nerden bileyim?"
Toprağı koydum ilk olarak, üzerine su ekledim. K2 ayılmadan önce büyüyü bitirmeye niyetliydim.
"Şimdi kan." Elini çok derin olmayacak fakat yeterli miktarda kan akıtacak şekilde kesti ve sonra sardı. Aynı şeyi K2'nin üzerinde de yaptık. Hâlâ uyuyordu. Toz altını da üstüne ekledikten sonra sözleri okumak için kağıdı elime aldım.
"Ayrı düşmüş ruhlara sesleniyorum." Kibriti yaktım.
"Biri kötü diğeri iyi, saf ruhlar. Vücudunuzda tekrar birleşin."
Kibriti kasenin içine attım ve kocaman bir alev oluşup malzemelerle birlikte kayboldu.
"Ne oldu?" Diye sordu Kyle.
"Bilmiyorum, oldu mu?"
Dediğimde Kyle başında tuttuğu bezi düşürerek vücudunu sardı ve yere çöktü. Bağırıyordu, eğer büyü işe yaradı ise canı yanıyordu.
"Kyle?" Omzunu tutup yüzünü bana çevirmesini bekledim ama yapmadı. Daha çok bağırarak yan olarak yere yattı. Kıvranıyordu.
"KYLE?!!" Sesim evde yankılanmıştı. Ölüyor muydu?
Omuzlarından tutup kaldırdım ve sarstım.
"Bana bak! Gözlerini aç!"
Gözlerini hafif bir aralıkla açtı, bayılacak gibi duruyordu.
"Kyle, iyi olacaksın. Dayan biraz."
Dengesini sağlamak için omuzlarımdan tuttu. Ağırlığını bana vermişti. Onu kaldırmaya çalışarak koltuğa kadar getirebildim. Yüzüne su çarptım, kendisine gelmiyordu. Yüzümün ıslandığını hissedince göz yaşlarımı farkettim.
"Kyle, işe yaradı. Hadi uyan."
Derin bir nefes almaya çalışarak koltukta doğruldu. Koltuğun yanına eğildi ve midesinde ne varsa onu boşaltmaya çalıştı. Kan kusuyordu ve dumanlar. Bu ne demekti? Gözleri kan çanağına dönmüştü.
"İşe yaramadı." Dedi kısık bir sesle.
"Ama olmuştu." Hayal kırıklığına uğradığımı hiç bu kadar rahat hissetmemiştim.
"Onu tutamadım." Elleriyle omuzlarımdan tutarak başını bana yasladı.
"Yapamadım, özür dilerim." Ağlıyor muydu?
"Kyle, daha sonra yaparız."
"Olmuştu! Ama ben yapamadım! Benim yüzümden senin peşinden gelecek yine." Ağlaması azalmıştı.
"Sorun yok. Kendini suçlama." Diyerek ona sarıldım. Sanki ben sarılınca ağlama vanasını açmışım gibi bana sarılarak ağlamaya başladı. Bir kaç dakika kımıldamadan öyle durduk.
"İyi misin?"
"Bok gibi."
"Her şey bok gibi."
"Her şey değil."
"Evet, ben muhteşem bir şeyim." Diyerek güldüm.
"Öylesin." Diyerek o da gülüşüme eşlik etti.
"Kalkabilir misin? Yoksa karnında ağrı mı var? Veya mide bulantısı?"
"O yine çıktı, yani fiziksel olarak iyiyim."
"Hastaneye gitmek ister misin? Başın için?"
"Gerek yok."
"Derin gibi duruyordu."
"O ölmedi sonuçta bundan. Bende ölmem."
"Sen bilirsin. Şey, beni Courtney'ye bırakabilir misin? Evi buraya çok yakın değil ve beni gün boyunca idare edemez."
"Yarım saat sonra olur, duş almam gerekiyor."
"Oyalanacağım bir şeyler?"
"Başka bir büyü arayabilirsin. Benim geri kusamayacağım bir büyü."
Diyerek koridorda başka bir odaya girdi. Bir an ölecek sanmıştım. Duşa girdiğini suyun yere çarpma sesini duyunca anladım. Malzemeleri koyduğumuz kaseyi mutfağa kaldırdım. Başka bir büyü nereden bulabilirdim ki? Düşüncelerle boğuştuğum sırada zil çalmıştı. Kapıyı açmaya gittim, kapı deliğinden kim olduğuna baktım fakat kimse yoktu. Kapıyı açınca içeri Dakota girdi.
"Sen gitmemiş miydin?"
"Geri geldim. Büyüyü yaptınız mı?"
"Evet, neden sordun?" Yüzü korkunun elli tonunu yansıtıyordu.
"İşe yaramadı mı?"
"İlk oldu, fakat sonra Kyle onu kustu, baya ilginçti. Ölecek sandım bir an."
"Amy, ben bu sabah gitmek için yola çıktım, büyüyü senin odana sabah bıraktım."
"Sen ne diyorsun? Ben eve gittiğimde odamda masamın üzerinde duruyordu."
"Onu ben bırakmadım. Ben malzemeleri de topluyordum. Sana büyüyü getirdiğimde evde yoktun." "Meg mi? Nereden öğrendi ki?"
"Ne büyüsü yaptığını bilmem gerekiyor. Büyünün sözleri ve malzemelerini hatırlıyor musun?"
"Sözleri 'Ayrı düşmüş ruhlara sesleniyorum. Biri kötü diğeri iyi, saf ruhlar. Vücudunuzda tekrar birleşin.' Di, ve malzemelerinde toz altın, büyü yapılacak kişinin ve kötü tarafının kanı, tatlı su ve toprak. Ne anlama geliyor?" Gözlerimdeki endişeyi farkettiğine emindim.
"Kyle şu an nerede?"
"Duşta."
"Keşke yapmasaydınız. O birleştirme büyüsü değil, bağlama büyüsüydü. Yani senin anlayacağın dilden anlatmak gerekirse onu daha kurtaramayız, tamamen bağlılar. Büyü onu kurtaramaz."
Yüzümdeki kanın çekildiğini hissettim. Büyü ile ilgili hiç bir şey sormadan kabul etmişti. Çünkü bana güveniyordu. Bende hiç düşünmemiştim. Son bir umutla sordum.
"Hiç mi umut yok? İmkansız olamaz, değil mi?" Beni desteklemesini istiyordum. Cevap vermedi.
"DEĞİL Mİ?!!" Sesim gereğinden fazla çıkmıştı.
"Var ama yok da denilebilir."
"Söyleyecek misin?"
"Büyü bir baş melek tarafından yapılmalı, onun gücü gerekli."
"Alternatifi var mı?"
"Var, fakat efsane doğru ise."
"Bu büyü hakkında efsane mi var?"
"Hayır. Büyü aleminde bir efsane var ve çözümü olmayan her kara büyünün alternatifi o efsanede."
"Efsane ne?"
"Bir şeytan ve bir meleğin gerçek aşkından doğan bir şeytan-melek melezi. İki türünde güçlerine sahip olduğu için çok güçlü. Kıyameti koparacak güce sahip. Bu yüzden o varsa, yaklaşmak bile intihar demek olur."
"Onu bulabiliriz." Umudumun sönmüş ışığının peşinden gelen zifiri karanlığın içinde bir kibritin yandığını hissettim. Tehlikeli olabilirdi, güçlü de olabilirdi, fakat büyüyü yapmamıza engel olamazdı.
"Var mı onu bile bilmiyorum."
"Bence var." Buna inanıyordum. Ya da inanmak istiyordum. Onun görüntüsünü düşününce içim ürperdi. Ne kadar korkunç olabileceğini zihnimin dehlizlerindeki görüntülerle hayal edebiliyordum.
"Varsa bu hepimiz için çok kötü."
"Hepimiz için değil. Güçlü diye kötü olmak zorunda değil. Nasıl biri olduğunu sende bilmiyorsun."
"Evet, bilmiyorum. Ama gücü onu delirtecek kadar fazla."
"Onu durdurabilecek biri elbette vardır." Dedikleri ağzından kesin bir şey gibi dökülüyordu.
"Onu durdurabilecek tek şey kendisi."
"İmkansız değil ya."
Kapı kolunun çevrilme sesi gelince Kyle'ın duştan çıktığını anladım. Dakota endişeli bakıyordu. Onu bu kadar korkutan neydi?
"Selam Dakota." Dedi üçlü koltuğa oturarak. Saçlarını çok iyi kurutamamıştı, hâlâ nemli olduğu belli oluyordu. Büyüyü Kyle'a bahsedeceğini düşündüm. Eğer söylerse bana olan güveni kırılırdı.
"Ne konuşuyordunuz?"
"İşe yarayacak büyüyü." Dakota beni ele vermedi.
"Var mı?"
"Olanaksız bir olanak var gibi." Dememle sorar gözleri görmem bir oldu.
"O ne biçim bir cümle oldu." Diyerek güldü.
"Bir meleze ihtiyacın var." Dakota bunu söylerken gözleri derindeki endişe duygusunu yüzüme vurmuştu.
"Ne tür bir melez?"
"Şeytan ve melek melezi. Onun kanına ihtiyacın var."
"Onu nerden bulacağız?"
"Olanaksız kısmı orası oluyor." Diyerek kısa kestim.
"Ölmesi mi gerekiyor?"
"Kyle, ona yaklaşmak bile ölüm demek. Varlığı kesin değil hem." Dedi Dakota.
"Büyünün işe yaraması için melez ölmeli yani." Dedi ona aldırmadan.
"Yapabilirsen." Dedi Dakota.
Sürekli bana endişeyle bakması çıplakmışım gibi hissetmeme neden oluyordu.
"Yaparız, değil mi Amy." Onu onaylamamı bekliyordu. Olayı bu kadar zor hâle ben getirmiştim.
"Yaparız."
"Kararınızı doğru verin. Eğer gerçekten istiyorsanız size yardımcı olacağım." Dedi Dakota.
"Tabii, varız." Dedi Kyle. Bu işi çok kolay sanıyordu galiba. Zil sesi konuşmayı bölmüştü. Dakota hiç uğraşmadan eliyle bir hareket yapıp kapıyı açtı. İçeri Brock girdi.
"Hey Ky-" Dakota'yı ilk defa gördüğü için şaşırmış olmalıydı.
"Brock, bu Dakota." Diyerek tanıttım.
"Demek buradaydın. Evde yoktun ve Courtney'de de yoktun. Endişelenme, belli etmedim. Ne konuşuyordunuz?"
"Alternatif büyü." Dedi Kyle.
"Senin burada ne işin var öyleyse." Soruyu bana yöneltmişti.
"Büyüyü ben yaptım." Dedim. Nasılsa o da biliyordu olayları.
"İşe yaradı mı?"
"Yapamadım." Dedi Kyle. Beynimin yandığını hissettim. Suçluluk.
"Ne yapamadın?"
"Onu tutmak gerekiyordu, ben yapamadım."
Dakota gözlerini bana dikince suçluluk duygumdan yeni bir birey oluşacağını düşündüm.
"Ne yapacaksınız şimdi?"
Dakota sessizce dinliyordu.
"Amy ile melez avına çıkacağız." Bunu derken gülmüştü.
Dakota'nın kolunu dürttüm.
"Baş melek bulma olasılığımız ne kadar?" Diye sessizce sordum. Kafasını olumsuz anlamda salladı.
"Melez?" Diye sordu Brock.
"Melez." Dedim. Düşünceler beynimde ikiye ayrılıp birbirlerine savaş açmışlardı. Ve sonra o büyük adam geliyor, korku. Hepsini yöneten o oluyordu, kontrol edilmediği sürece.
"Hadi, Courtney'ye gitmem gerekiyor. Kalkın." Diyerek kalktım. Beni ne kadar idare edebilirdi ki? Evden çıkıp onların da gelmesini bekledim. Telefonum çaldı.
"Hey Courtney."
"Geliyor musun? Ödev falan olmadığını öğrenince annen ne tepki verir?"
"Öğrenmezse tepki de vermez."
"Bize geliyormuş."
İçimden küfrettim.
"Ne yapacağız?"
"Bilmiyorum, annemler evde değil. Senin bizde olduğunu söyledim. Beraber gelirler sanırım."
"Annen ne zaman gelecek?"
"Bir saat sonra gelir, çabuk ol."
"Ödev?"
"İskeletor amca alırız bir tane ve gerisini hallederiz."
"Tamam, ben geliyorum. Sen al."
Telefonu kapatmadan önce beni taklit ettikten sonra gülüşünü duydum ve kapattım. Saat 13.00'i geçmişti. Sonra arabaya geçtim. Dakota çoktan arazi olup kaybolmuştu. Başımı pencerenin kenarına yasladım ve gözlerimi kapattım. O şeyi nerden bulacaktık ki? Neden bir melez? Baş melek olsaydı keşke. Melezi düşünmem bile ürkmeme yetiyordu. Her gün aynanın karşısına geçip "Ayna ayna söyle bana var mı benden daha güçlüsü?" Diye kendi kendine konuşma olasılığı acaba yüzde kaçtı? Kyle'ın hâlini kötüden daha kötüye soktuğum için hâlâ kendime kızıyorum. Her şey gözüme çok zor geliyordu, başlamadan bitirmeyi düşündüm. Hiç bir şey olmamış gibi kendi yoldan devam etsem, ben bu kadar bencil biri değilim diyerek kafamdaki bu düşünceleri kara deliğe yolladım. Araba yavaşlamıştı, arabadan indim. Courtney yanında bay iskeletle eve girmeye çalışıyordu.
"Hey" dediğimde arkasına döndü ve iskeletin bilek kemiğinden tutarak elini 'merhaba' anlamında salladı.
"N'aber?" Kapının kilidini açtı. Kyle arabayı park ederken Brock da peşimizden geliyordu. İçeri girince ikili koltuğa atlayarak uzandım. Courtney iskelet amcayı abajurun yanına dikti ve uzandığım koltuğun başına oturdu.
"Ne oldu?" Diye sordu. Böyle bir şey sormasını bekliyordum.
"Hiç." Bu sefer kısa cevapla yırtamayacağımı biliyordum.
"Hiçin içindeki şeyler?"
"Çok karışık, tam bir baş ağrısı."
Brock buzdolabından aldığı meyveli sodayı açarak oturma odasına girdi.
"Kyle'ın kötü ikizini yok etmeye çalışmışlar." Dedi ve sodasından yudumladı. Kyle da onaylar anlamda başını salladı.
"Sonuç?"
Cevap vermek için kendimi fazla suçlu hissettim. Cevap verme görevini Kyle üstlendi.
"Olmadı."
İlla bana bakmak zorunda mıydı?! Sanki "büyünün ne olduğunu biliyorum sen itiraf edene kadar vicdan azabı çekmeni sağlayacağım" dermiş gibi bakıyordu. Konuyu değiştirmek için bahane ödevine bir an önce koyulmak istedim.
"Ben çıktıları alıyorum, bahane ödevini yapmalıyız daha."
"Biz de dinleniyoruz." Dedi Brock. Dil çıkararak Courtney'nin odasına geçtim. Çalışmaya gerek yoktu nasılsa okulda sunmayacaktık. Ödev yaptığımıza dair kanıt olsa yeterdi. Bilgisayarı açıp sandalyeye oturdum. Zor olmasa gerekti, sonuçta kemik yani. Bilgisayarın şifresini girdikten sonra arama motoruna insan vücudunun bölümleri diye yazdım. Error vermiş olmalıydı ki ekran karardı. Şu bilgisayara bir format attırmıyordu. Elimdeki kalemi masanın kenarına vurarak ekranın gelmesini bekledim. Elimin kenarına bir kaç yıldız çizdiğimde ekranın parlaklığı yüzüme vurmuştu. Ekranın patlayarak camların etrafa saçması ile çığırıp yere düşmem bir oldu. En son odaya doğru yaklaşan adımları duydum.Arkadaşlar okunma sayısına oranla vote sayısı gözleriniz önünde, lütfen. Keyifli okumalar 👽💚
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE FOX'S MARK
General FictionO simgeyi daha önce gördüğümü sanıyorum. Ya da biliyorum. Kendimden emin olmama gerek yok, hatırlıyor olmam benim için yeterli.