BÖLÜM 3

59 8 1
                                    

 Annemin azarını işiteceğimi bildiğim için alelacele arabayı sürüyordum. Eve vardığımda sessizce odama çıkarken anneme yakalandım. Bana saymasını beklerken birden bana sarılıp beni şaşırttı. "Kızım sen iyi misin, ne oldu sana?" Diye sorularla üstüme gelmeye başladı. "Birşeyim yok anne, gördüğün gibi sapasağlamım" diyerek olumlu anlamda işaret yaptım. "Okuldan beni aradılar Amy." Diyerek kollarını bağdaj yaptı. "Baş ağrısından oldu, yine. " dedim. "İlaçlarını kullanmıyorsun. " dedi. "Onların faydası olsa kullanırım." Dedim ve hızla odama çıktım. Bu baş ağrıları beynimi patlatmazsa ben de birşey bilmiyorum. Şu son 2 haftadır daha da arttılar. Rahatlamak için uyumak istiyordum. Yatağıma uzandım, iPod'umdan rastgele bir şarkı açarak şarkıya eşlik etmeye başladım.
So what if I'm crazier than crazy? (Çılgından daha çılgınsam n'olmuş? )
So what if I'm sicker than sick? (Hastadan daha hastaysam n'olmuş?)
So what if I'm out of control? (Kontrolden çıkmışsam n'olmuş? )
Maybe that's what I like about it! (Belki bu ne sevdiğim hakkındadır!)
Annem odaya elinde taşıdığı tepsideki atıştırmalıklarla gelmişti. Şarkıyı kapattım. "Sevdiğin sandviçlerden yaptım, beraber film izlemeye ne dersin?" Diye fikrini sundu. İşte benim annem. Hiç düşünmeden kabul ettim. Korku filmleri favorilerimdendir. Annem de güzel bir film açtı. Film başladığında ben sandviçin içini kontrol ediyordum. Pastırmadan çalmadığı için sevindim. İkimiz de iyice koltuğa kurulduk ve filmi izlemeye başladık.

Film bitene kadar rahat 4 tane sandviç yemişimdir. Kanlı bir korku filmiydi. Kanlı filmler bence başka bir grupta sınıflandırılmalı, mide bulantısından başka birşey değiller çoğu zaman. Midesiz bir insan olduğum için film, sandviçleri yememi engellememişti. Annem kanlı filmleri çok sevmez fakat ben izliyorum diye bana eşlik ederdi. Annem çok kafa biridir. Yeri gelir benimle karaoke yapar, çizimlerimi boyamama yardım eder. Yeri gelir en yakın dostum olur, dertleşiriz. Anneme yardım etmek için sandviç tabağını ve atıştırmalıkların kalanını mutfağa götürdüm. İşte şimdi güzel bir uykuyu hakediyordum. Anneme iyi geceler dedikten sonra odama gidip yattım. Kafamı yastığa koymamla uyumam bir olmuştu.
      
                            *  *  *

Çıplak ayaklarımla soğuk zemine basarak yürüyordum. Ellerim soğuktan morarmıştı. Üzerimdeki bohem elbiseden rüzgar acaip derecede bedenime işliyordu. Hergün bu ormana gelmem ne anlam ifade ediyordu? Bugün gökyüzü karanlık değildi, binlerce yıldız aynı anda aydınlatıyordu yeryüzünü. Yürümeye devam ederken fısıldaşmalar duyuyordum. Çiçeklerin arasında birşey konuşuyorlardı. Oraya gitmeye cesaret bulamasam da sezgilerim bana emir veriyordu. Çiçek topluluğunun önünde durduğumda çiçeklerin hepsi yüzünü bana döndü. Fısıldaşmalar durmuştu. Aniden çiçeklerin arasından fırlayan şey korkudan yere düşmeme yetmişti. Bu o küçük kız değildi. Başka birşeydi, hiçbirşeyi belli değildi. Işık topu gibiydi. Dirseklerimle kendimi geriye doğru sürerken o havada süzülerek yüzüme doğru yaklaştı. Ayağa kalkmak için çabaladım. Beni incelemek istermiş gibi tepemde duruyordu. Onu hızlıca iki elimin arasına aldım, bu şey elimi yakıyordu. Bırakmak zorunda kaldım. 2 dakika geçmeden bir sürü ışık topu çiçeklerin arasından çıktı. Birbirlerine kenetlenerek uçan bir halı görünümünü aldılar. Pek güven vermiyordu. Peşimden gelen o şeyi farkedene kadar binmemeye kararlıydım. Ondan kurtulmak için, ışık hüzmelerinin beni götürmesine izin verdim.  Gökyüzüne açıldılar, daha yukarı çıkıyorduk. Sonra hepsi bir anda gökyüzündeki yerini aldı. Yıldızlar! Yere bir meteor parçası gibi hızla düşüyordum. Ağzımı çığırmak için açsamda ses çıkaramıyordum.

                             *  *  *

Bir astral seyahat yolcusu gibi hissediyordum. Sanki yere düşmem ile ruhum tekrar bedenime girmiş gibiydi. Okul alarmımın çalmasına 20 dakika vardı. Bir daha yatmak yerine hazırlamaya başladım. Fakat okul için değil. Falcı Dakota'ya gidecektim. Rüyamı ona anlatmayı istiyordum. Kahve içmek için mutfağa indim. Annem, krep yapıyordu. "Günaydın Amy." Dedi. "Günaydın anne." Diye karşılık verip kahvemi yaptım. Kahveyi masanın üstüne bıraktım. Unuttuğum şeyi arıyordum. Naneli şeker! En sevdiğim ikilidir. Naneli şekerimi bulduktan sonra ağzıma atıp kahvemden yudumladım. Şekerdeki yoğun nane tadı kahveyle karışarak muhteşem bir ahenk sağlıyordu. Annem krepleri yapmayı bitirdiğinde ben evden çıkmıştım. Kaykayımı alıp dün gittiğim falcının yanına gitmek için yola koyuldum. Unutmamak için aklımdan sürekli rüyayı geçiriyordum. Yıldızlar benim düşmanım mıydı? Yoksa onun düşmanı mıydı? Bu düşünceler beynimi harmanlarken Brock beni arıyordu. Telefonu açıp açmamakta kararsız kaldım. Ama elim benden önce davranıp telefonu açmıştı. "Minik hanım sonunda telefonu açmaya tenezzül edebilmiş.!" Diye konuşmaya başladı. "Dün hastaneden nereye gittin? Courtney'nin arabası da sendeymiş. Sen bir yere mi gidiyorsun, bu saatte?" Diye sordu. "Niye, sen gitmiyor musun?" Diye bende ona sordum. "Ders başlangıcına bir buçuk saat varken mi? Okula mı?" Diye soruyla karşılık verdi. "Bugün erkenciyim. " dedim. "Her ne halt yiyorsun bilmiyorum ama sen okula tam saatinde gelmeyi bile sevmediğin için hep 10 dakika geç gelirsin, sen mi erkencisin?!" Dedi hafif sinirli bir ses ile. "Bugün böyle olsun istedim." Dedim. "Nereye gittiğini söyle, söylemezsen ben bulduğumda daha kötü bir sonuçla karşılaşırsın!" Dedi. "Sen beni mi tehdit ediyorsun? Bunu ancak telefondan yapabilirsin zaten. Bir de yüz yüze dene." Diyerek karşılık verdim. "Nerede olduğunu söyle." Diye çıkıştı.  "Sen bulabilirmişsin ya, hadi kolay gelsin."        Telefonu yüzüne kapattım. Falcının olduğu yere geldiğimde mağazadan içeri girdim. Personel bir kız vardı, Dakota'yı görememiştim. "Bakabilir misin?" Diye kıza seslendim. "Evet bir istediğiniz?" Diye bana kibarca karşılık verdi. "Burada Dakota diye kıvırcık saçlı 40'larında gibi görünen bir bayan vardı dün. Bugün gelmedi mi?" Diye sordum. "Bakın hanımefendi, burada Dakota diye biri yok. Dün geldiğinizi biliyorum. Zorla ofise girmiştiniz. 15 dakika geçtikten sonra hiç bir şey demeden gitmiştiniz." Deyince bir şok geçirdim. İnanmak istemeyerek "Hayır o vardı, falcı kadını diyorum." Dedim. "Falcımız elbette var fakat Dakota diye biri yok. İsterseniz sizi falcının yanına götüreyim." Diye teklif sundu. "Lütfen." Diye karşılık verdim. Ofise girdi. Birkaç dakika sonra 50 yaşlarında gibi gözüken kızıl bir bayanla yanıma geldi. "Falcımız Meg burada yıllardır çalışıyor." Dedi personel kız. "Teşekkürler." Dedim, kız yanımızdan uzaklaşırken. Falcının gri gözlerindeki bakışlar ölü gibiydi. Ama içinde birşey beni ürkütmeye yetiyordu. "Şey ben dün de gelmiştim buraya, fakat siz yoktunuz." Diyerek konuşmayı başlattım. "Dün benim ofisime girip tarot kartlarını dağıtan kız sen misin?" Diye sorunca yerin dibine girmek istedim. "Falcı ile beraberdim, o bayan benim falıma baktı." Dedim. "Fal, büyüler ve olağanüstü şeylere inanır mısın Amy?" Diye sordu gri gözleri üzerimdeyken. "Aslında pek değil." Dedim. "O zaman niçin fal baktırdın? Ve neden yine geldin?" Diye tekrar bir soru sordu. "O kadın kendisi bakmak istedi." Dedim. "Dakota mı?" Diye sorduğunda gözlerime gözlerini dikmişti. Sanki ardımda bazı şeyler arıyor gibiydi. "Onu tanıyor musunuz?" Diye kendimi toparlayıp sorabildim. "Kız kardeşim. Onunla iletişim kurmanı önermem." Dedi kadın. "Niçin?" Diye sordum. "O cadıydı, annem gibi. İkisi de çok fazla kara büyü yapınca onları durdurmak zorunda kalmıştım." Dedi. "O öldü mü?" Diye zorlukla sordum. Yutkunmam fazla sesli olmuştu. "Onunla iletişim kurma. Sonunu acılı bir şekilde getirir. Sevdiklerini senden alır. Ondan uzak dur." Derken hâlâ soğuk tavırlıydı. Bu kadına bakınca sezgilerim "Dakota'ya inan, onu bulmak zorundasın." Diyordu. Ama sevdiklerimi de riske atmak istemiyordum. "Rüyanı anlatmayacak mısın?" Diye sordu yaşlı kadın. "Okula geç kalıyorum." Diyerek mağazadan çıkıp okul yolunu tuttum. Kaykayımı süratle sürerken yol kenarında tanıdık birini gördüm. Dakota. Görmemiş gibi davranmaya çalışarak yoluma devam ettim. "Düşman değil!" Diye ben giderken peşimden bağırmıştı. "Ne düşman değil?" Diye düşünmeden edemedim. Okula vardığımda her zaman ki gibi 10 dakika geç kalmıştım. Koşarak sınıfa çıktığımda, dahaca öğretmen gelmemişti. Sırama geçip çantamı bıraktım. Brock gelmemiş miydi acaba? Belki lavabodaydı. Yerimden kalkıp erkek wc' ye gittim. Tahmin ettiğim gibi, burdaydı. Benim içeride olduğumu görünce gözlerini büyükçe açtı. Hızlı adımlarla beni dışarı çıkardı. "Sınıfta değildin. " dedim. "Sınıfta olmamam erkek wc'ye girmeni gerektirmez. Hem şu durumda soru sorma gibi bi lüksün yok." Dedi. "Nerede olduğum niye bu kadar önemli?" Diye bıkmış bir tavırla söyledim. "Gittiğin yere gitmen değil, tek başına gitmen sorun." Dedi eliyle yüzünü ovuşturarak. "Hem dün aniden bayıldın, hastaneden kaçtın, telefonlara cevap vermedin, sabah erken çıktın ve her zaman ki saatinde okula geldin. Lütfen açıkla." Dedi. O da sıkılmıştı.  "Kız olan benim bana trip atan sensin." Dedim. "Konuyu saptama." Dedi. "Büyü mağazasına gittim." Diye kısa kestim. "Büyücülüğe mi başladın?!" Dedi sessiz bir bağırma ile. "Kâbus görüyorum." Dedim. "Kâbus gören insan rüya tabirlerine bakar ya da en yakın arkadaşına söyler. " dedi. "Bak çok uygun bir ortamda değiliz, bugün bana gel, anlatacağım." Dedim. "Bugün kamp gezisi var." Dedi. "Çantamı hazırlamayı unuttum!" Dedim. "Zaten evden alacaklardı." Deyince içim rahatladı. "O zaman eve gidebiliriz değil mi? Çantamı hazırlayacağım." Dedim. "Götürmemi ister misin?" Diye sordu. "Gerek yok." Derken sınıfa giriyordum.

"Aslında bu soru değildi."  

Okuldan çıktık. Kaykayımı bagaja atıp eve gitmek için yola koyulduk.

THE FOX'S MARKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin