Saat gecenin karanlığına ulaşmak için ilerlerken hâlâ ormanın dışına çıkamamıştık. Ne kadardır sürüyorum bilmiyorum ama oturmaktan bir yerlerim ağrımıştı. Peşimizden gelmemiş olmaları beni şüpheye düşürmüştü. Bir dahaki sefere benim için geleceğini söylemişti, ama peşimize takılmamıştı. Belki de kamp alanında birşey arıyorlardı. Düşüncelerim sislerin içinde dağılırken hâlâ neden kaldıklarını düşünüyordum. "Neden gelmediler?" Diye sordum kafamı çevirmeden. Kafasını iki yana salladı. "Bilmiyorum." Dedi. "Gitmemizi istediler." Dedim. Yoksa peşimizden gelirlerdi. Ne vardı ama orada? Basit bir kamp yerinde ne olabilirdi ki? "Evet, birşey arıyorlar. Ne olduğunu bilmiyorum, belli etmiyor." Dedi. Gözlerinin altında uykusuzluk ve yorgunluğu belli eden mor halkalar oluşmaya başlamıştı. "Büyüyü bulmak zorundayız." Dedim. Bende yorgundum. Saatler oldu ve hâlâ çıkamadık ormandan. Kaybolduğumuzu düşünmeye başladım. "Yoksa öleceğim." Dedi sessizce. Sesindeki umutsuzluk avazı çıktığı kadar bağırıyordu. "Buradan çıkınca Dakota'ya gidelim." Dedim. O da bir umutdu. Belki bir çözümü vardır. "Tabii çıkabilirsek, kaybolduk." Dedi. Kaybolmuş olma olasılığımız çok yüksekti. Ama yine de bir anti tez olarak "Nereden çıktı, emin misin?" Dedim. "Şu yosunlu ağacı görüyor musun, bir kovuğu da var. Onun yanından üç kere geçtik." Dedi. Daire çiziyorduk. "Arabayı ben süreceğim, yana geç." Dedi. Yorgun olduğum için yana geçip arabayı sürmesine izin verdim. "Birilerini arayıp yardım çağıralım mı?" Diye sordum. "Ara." Dedi. Kimi arasam yardıma gelirdi ki? Brock'u aramaya karar verdim. "Brock?" Dedim. "Brock şu an uyuyor, kimsiniz?" Diye bir erkek sesi karşılık verdi. "Ben Amy, asıl sen kimsin?" Diye sorarken Kyle telefonu çekti elimden. "Logan nereye gittiniz?" Diye sordu. Logan kimdi? Brock hiç bahsetmemişti ondan. O da mı kamptaydı? Karşı taraftaki sesler kesildikten sonra "Tamam" diyerek telefonu kapattı. "Neredelermiş ve Logan kim?" Diye sordum. "Öğle yemeğinde çoğu kişi rahatsızlanmış, bozuk birşey yemişler. Kalan kişileri bırakmamak için geri gitmişler. Yani rahatsız olanlar hariç hepsi evlerinde." Dedi. "Ve Logan da okula yeni gelen çocuk." Diye diğer sorumu da cevapladı. "Brock da mı rahatsızlanmış?" Diye sordum. "Evet, Logan da. O yüzden hastanedelermiş." Dediği sırada ormandan çıkıyorduk. "Bizi niye bıraktılar? Yoklama almaları gerekmez miydi?" Diye başka bir soru sordum. "İnan bana bilmiyorum." Dedi. "Dakota'ya mı gidiyoruz?" Diye soru ekledi. "Dakota'ya, evet." Diyerek gözlerimi yumarak başımı pencereye yasladım.
* * *
Odamda uyanmıştım. Courtney makyaj masamın önünde oturmuş saçlarını düzeltiyordu. Üstünde su gibi akıp giden bir elbise vardı. Makyajını yapmayı yeni bitirdiği belli oluyordu. "Kalk da hazırlan, geç kalacağız!" Dedi tatlı bir heyecanla. "Nereye." Derken sorar gözlerle bakıyordum. "Gidince görürsün. Al, giy şunu." Diyerek önüme siyah bir elbise attı. Midi boyda ve kalın askılıydı. Hâlâ uyku sersemiyken ayağımdan tutup beni çekti. "Çabuk ol! Geç kalmak istemiyorum." Derken son rötuşlerini yapıyordu. Yerden Kalktıktan sonra elbiseye tekrar bir bakıp giydim. Üst kısmı dardı. Belden aşağısı daha kabarıktı ve ince bir kemerle daha şık duruyordu. "Elegan gözükmelisin." Diyerek bir çift turkuaz detaylı siyah renkte olan topukluları uzattı. "Saçlarını sen mi yaparsın, yardım edeyim mi?" Diye sordu elinde tuttuğu saç maşasıyla. "Ben yaparım." Diyerek elindeki saç maşasını aldım. Omuzlarıma kadar gelen saçlarımı bir yanımda toplayıp aynada kendime baktım. Biraz alçaktan bir topuz yaptım, bu kadar yeterli olsa gerekti. Dumanlı bir göz makyajı ve nude bir rujla makyajımı yaptıktan sonra ayağa kalkıp kendi etrafımda dönerek "Nasıl olmuşum?" Diye sordum. Courtney odadan çıkmış olmalıydı. Evin içinde Courtney'i aramaya başladım. Balkonda duruyordu, yanında uzun siyah saçları olan biri vardı, konuşuyorlardı. Kim olduğunu anlar anlamaz Courtney'in yanına koşarak gittim. O Courtney'i de almıştı. Balkondan çevreye bakıyordum. Evin bahçesi mi değişmişti? Mütevazı bir bahçemiz vardı normalde. Şimdi ise bahçe yerine gerçekten çok büyük bir akarsu duruyordu. Rüya! Bu iş git gide Elm sokağı kabuslarına dönmeye başladı. " Amy. Geliyorum, saklanamazsın." Oydu bu. Dizlerimi kendime çekerek balkonun oyuntusuna girdim. Beni bulmasını istemiyordum. "Sobe!" Ne olduğunu anlamadan balkondan suya atladım. Deliler gibi yüzüyordum. Üzerimdeki kıyafet beni ağırlaştırıyordu. Korkudan ağlayarak uzun uzun yüzdüm. Su yüzüme çarptıkça makyajım daha fazla dağılıyordu. Su sığlaşmaya başlayınca tünel gibi bir yere çıktım. Derin bir nefes aldıktan sonra sakince ayağa kalktım. Tünelden daha çok bir yer altı şehrine benziyordu. Tavanında yanan ışıklar etrafta loş bir aydınlık oluşturuyordu. Etrafta bir sürü tilki benim geldiğim yöne doğru ilerlerken bana bakıyordu. Bir tilkinin bacağıma sürtünmesi beni ürküttü. Sevilmek isteyen bir kedi yavrusu gibiydi. Tedirgince elimi başına götürüp okşadım. Hoşuna gitmiş gibi duruyordu. Onunla ilgilenmeyi bırakınca tünelde ilerledim. Hepsi birden peşimden geliyordu. "Amy, sen bizim kraliçemiz olmalısın." Bunu bir tilki demişti. Tilkiler Krallığında, Kralsız bir Kraliçe. "Doğum leken rastgele olmuş bir figür değil." Diyerek tekrar konuştu. Zıplayan bir tilkiye benziyordu, fakat daha bulanık bir doğum lekem vardı. "Ne yapmam gerekiyor?" Diye bende aptal gibi soru sordum. Tanrım, bir tilkiyle konuşuyordum. "İlerde öğreneceksin." Dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE FOX'S MARK
Ficción GeneralO simgeyi daha önce gördüğümü sanıyorum. Ya da biliyorum. Kendimden emin olmama gerek yok, hatırlıyor olmam benim için yeterli.