BÖLÜM 4

45 7 2
                                    

 Çantamı hazırlarken bir yandan da rüyamda gördüklerimi ve iki falcı kadının söylediklerini anlatıyordum. "Sana şunu söyleyebilirim ki, neden bir falcıya güvenesin? İkisine de güvenme." Dedi Brock. "Dakota'dan sonra yıldızlar geldi. Bilmiyorum, peşimden gelenle yüzleşmem gerekiyormuş." Dedim. Annem bir tabakta kurabiyelerle odaya girdi. "Kurabiye isteyen?" Derken içten gülüyordu. Masamın üstüne bırakıp yatağıma oturdu. "Kamp nerede olacak?" Diye sordu annem. "Geçen sene yaptığımız yerle aynı yerde olacakmış." Dedi Brock. "Geçen sene Amy geziye gitmemişti." Dedi annem. "Evet, sonuçta herşeyin bir ilki vardır." Dedim. "Birazdan servis gelir, bitti mi çanta?" Diye sordu Brock. "Sayılır." Derken annem odadan çıkmıştı. Üstümü değiştirmek için Brock'u da odadan çıkardım. Altıma klasik koyu renkli bir jean, üstüme askılı bir atlet,oduncu gömlek ve deri ceket giydim. Servis gelmişti. Aşağı inmeden önce kurabiyeleri bi kavanoza koyup çantama attım. Kamp çantamı sırtıma aldım, telefonu cebime atıp Brock ile beraber çıktık.

* * *

Hava hâlâ aydınlıktı. Serviste telefonumda oyun oynuyordum. Brock arkadaş grubuyla birşeyler konuşuyordu, büyük ihtimalle futboldu. Courtney yanımda uyuyorken benim de uykumu getirmişti. Uykumu açmak için başımı pencereye yaslayıp kol çantama koyduğum kurabiyeleri çıkarıp yemeye başladım. Hava çok iç açıcı durmuyordu, her an sağanak bastıracakmış gibiydi. Kurabiyelerin leziz tadı bile içimin kararmasını engelleyememişti. Birkaç dakika sonra "Kamp alanına yaklaştık, özel eşyalarınızı yanınıza almayı unutmayın." Dedi servis şoförü yüksek bir sesle. Yanımda pek önemli şeyler getirmemiştim. Nasılsa 5 gün kalacaktık. Çıkardığım şeyleri çantama tıkarcasına koydum. Servis kamp alanının girişine geldiğinde durdu. Courtney hâlâ uyuyordu. Hızlı bir şekilde sarsarak onu uyandırdım. Yerinden zıplayarak "Ben bilmiyorum!!" Dedi. "Sakin ol, kamp yerine geldik bebek." Diyerek kolundan çekip onu da ayağa kaldırdım. "Bana ani hareket yapma." Diyerek kolunu çekip çantasını aldı. "Sende ani hareket yapmaya teşvik etme." Deyip gülerek servisten indim. 15 kişi için 6 kulübe vardı. Ormanın derinliklerinde kurulmuş bir kamp alanıydı burası. Sarışın bir kamp yeri görevlisi kadın bizi karşıladı. Elinde bir harita ile kamp alanını tanıtmaya başladı. Pek ilgi çekici birşeyi yoktu. Çantaları kulübelere bırakmak için dağıldık. Bir kulübede 2 veya 3 kişi kalacaktı. Courtney ile aynı kulübe de olacaktım. Dışardan küçük görünen kulübenin içi genişti. Courtney galiba hâlâ uykusunu alamamıştı, kıçını yukarı dikip yüz üstü yatmıştı. Bugünü Courtney'i huzursuz etme günü ilan ediyorum. Ufak adımlarla yatağa yakınlaşarak kıçına bi şaplak attım. "Beni elleme." Derken gülüyordu. "Kalk, sıkıldım." Diyerek ayağından çektim. Ayağını kendine çektikten sonra kalktı. "Beni nasıl uyanık tutmayı planlıyorsun?" Diye sordu ayakta durmakta zorlanırken. En sevdiği şeyleri düşünmeye başladım. "Kahve?" Diye sordum. "Sert olsun, süt tozu koyma." Dedi. "Naneli şeker de ister misin?" Diye sorarken kahvenin malzelemerini koyuyordum. "O da hafif olmasın." Dedi. "Sıcak su almaya git." Dedim. "Sen ciddi misin? Nerden bulayım?" Diye sordu. "Sarı paçoza sor." Dedim. "Sarı paçoz?" Diye sordu. "Kamp görevlisi kadın, kamp alanını tanıttı hani." Diye açıklama da ekledim. Çıktıktan 5 dakika sonra geri geldi. "Sarı paçozdan zorla aldım." Dedi. "Sıcak suyu zorla mı aldın?" Diye şaşkınlığımı belirtecek şekilde sordum. "Hayır sıcak suyu kendim aldım, kafeteryanın anahtarı biraz zorladı." Derken sırıtıyordu. Kahvelere suyu ekledim. Sert kahvesini Courtney'e uzattım. Cebimden naneli şekeri çıkarıp "Bir yeter mi?" Diye sordum. " İki." Derken elini barış işareti yapmıştı. Bende naneli şeker ve kahvemi alıp yanına oturdum. 2 dakika sessizlikten sonra Courtney'in sesi bozdu sessizliği. "Sana gerçekten iyi birşey söylememi ister misin?" Derken gülüyordu. "Şu an buna ihtiyacım var, evet." Diye bende gülerek ona karşılık verdim. Cebinden çıkardığı anahtarı elinde sallayarak "Kafeteryadaki çerez dolabının." Dedi. "Anahtarı geri vermedin mi?" Diye sorarken gülmekten kahvemi dökecektim. "Bana geri getirmemi söylemedi, biraz soyalım da sonra geri veririz diye düşünmüştüm." Dedi. "İşte benim kızım." Dedim. Yumruk tokuşturup bitirdiğimiz kahvelerin kupalarını masanın üzerine koyduk. "Kol çantanı al." Derken bende çantamı almıştım. "Hemen gidiyor muyuz?" Diye sordu. "O çerezleri istiyorum." Diyerek kapıyı açtım. "Sen nasıl istersen." Diyerek peşimden geldi. Saat akşam üstü 5 sularındaydı. Fakat gökyüzü sanki gece olmuş gibi karanlıktı. Kamp alanının tavanını uzunca ağaçlar kapatıp, ışığın görülmesini engellediğini içindi sanırım. Kafeteryaya giderken Cyrus önümüze çıktı. "Nereye gidiyordunuz?" Diye sordu. Kol çantalarımızı işaret ederek "Ne için?" Diyerek devam etti. Cyrus ile çok yakın değildim. Sadece Brock'un arkadaş grubunda diye tanıyordum. Cyrus çekici bir tipti fakat benim ilgileceğim biri değildi. Yeşil gözleri,kumral saçları ve beyaz teni ile uyum sağlıyordu. 1.90 boyu ile önümüze dikilmiş cevap bekliyordu. Cevap vermek yerine soruyla karşılık verdim. "Senin burada ne işin var?" Diye sorduğum anda bacağıma futbol topu çarptı. Bu lanet şeyi bu kadar hızlı kim attı şimdi! Kyle "Üzgünüm Amy!!" Diye bağırarak bize doğru koşuyordu. "Oyuna geri dön gerzek!" Diye Cy'a bağırırken yanımıza gelmişti. Topu yerden alıp sert bir şekilde Cy'ın karnına vurdum. "Asıl senin burada ne işin var? Sevgilin seni bekliyormuş ya." Dedikten sonra kafeteryaya gittik. İçeride olduğumuz belli olmasın diye telefonlarımızın flash ışığı ile hareket ediyorduk. Çerez dolabını açmak için anahtarı çevirdim. Suç ortağım da bana yardımcı olmak için anahtar deliğine ışık tutuyordu. Dolap tıka basa doluydu. Çikolatalar, cipsler, krakerler ve geleneksel kamp şekeri olan marşmelovlar.. Aldığımız belli olmasın diye herşeyden yeteri miktarda doldurduk. Dolabı geri kilitleyip kafeteryadan sessizce çıktık. Çantalarımızı kulübemize attıktan sonra anahtarı geri götürmek için sarı paçozun yanına gittim. Personel kulübesinin kapısı açıktı, bu yüzden tıklamaya gerek duymadan içeri girdim. "Şey ben.." diye konuşacakken "Anahtarı şu askılığa bırak." Dedi. Birşey demediğim hâlde kulübeden çıkmadım. "Sana bu pek iyi olmayan yerin en güzel kısmını göstereyim mi?" Diye bir soru yöneltti. Bu kadına içim pek ısınmamıştı fakat belki gece Courtney ile gideriz diye "olur, tabii" dedim. "Beni izle." Diyerek kulübeden çıktı. Peşinden gidiyordum. Kamp alanını çevreleyen çitleri geçmiştik. "Gittiğimiz yer galiba kamp alanında değil." Dedim. "Kamp alanının dışında gezilip görülmesi gereken yerler var." Dedi. Biraz daha ilerledikten sonra durgun bir nehrin kıyısında durduk. Su durgun olabilirdi fakat derin olduğu da bir o kadar belirgindi. Buradan gökyüzüne bakınca ağaçlar manzarayı kapatmıyordu. "Şimdi ne yapacağız?" Diye sordum nehir kıyısında ayakta dikilirken. "Ayakkabılarını çıkarabilirsin, su çok güzel." Derken ayaklarını suya sokmuştu. Bende aynısını yaptım. "Şimdi ne olacak biliyor musun Amy?" Diye sordu. Bu kadına adımı hiç söylememiştim, belki de listeden gördü. Ama nereden benim Amy olduğumu bilecekti. Kafamı bilmiyorum anlamında salladıktan sonra Brock beni aramıştı. "Sen neredesin, yoklama alınıyor. Nelly seni aramaya çıkacak!!" Diye bağırdı. "Nelly mi?" Diye sordum emin olmak için. "Adı Nelly değil miydi, sarışın kamp görevlisi kadın." Dedi. Nelly olduğunu sandığım kadın otuz iki diş gülerek "senin için geliyor." Dediği anda birşey beni suyun içine çekti. Parmaklarımla karaya tutunup kendimi kıyıya çekmeye çalıştım. Telefon hâlâ açıktı. "Nehir kıyısı, Brock!!" Diye bağırdım. Kadın "Görüşürüz, Amy." Diyerek elini salladı, ellerime bastıktan sonra. Artık tamamen suya girmiştim.

Eğer hikayeyi beğendiyseniz arkadaşlarınıza ve çevrenizdekilere önerebilirsiniz. Çünkü yeni bölümü paylaşmak için okunma sayısının artmasını ve vote gelmesini bekliyorum. Teşekkürler. Keyifli okumalar. 👽💚

THE FOX'S MARKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin