ÜÇ

416 32 3
                                    

4 Ağustos, 1896

Güneş çoktan batmıştı fakat havada mavi bir aydınlık vardı. Serin esen rüzgarlar saçlarımı uçuşturuyor, kolsuz ince elbisemin içine giriyordu. Yaprak hışırtıları etrafımı sarmıştı, başımda şiddetli bir ağrı çekeceğimin belirtileri vardı. Biraz daha bahçede oturmaya karar verdim, en azından karanlık çökene kadar.

Yanımda okumak için getirdiğim kitap ters bir şekilde masanın üzerinde duruyordu. Sabah yürüyüşünde kırlardan topladığım yabani çiçekler de cam vazonun içinde yerini almıştı. Uzun zamandır süren sessizliğin içinde, yaklaşık bir kaç yarım saattir oturuyordum. Bu arada ikindi çayımı içmiştim, bahçenin taş duvarındaki sarmaşıklara karşı.

Rachaell, az önce sırtıma yün bir hırka getirmiş ve boşalan çay fincanını mutfağa götürmüştü. Yine aynı kaygılı sesiyle "Hanımefendi, kendinizi hasta edeceksiniz, hava birden bozdu!" demiş ve arkasına baka baka mutfağa geri dönmüştü. Verdiği yüne iyice sarılmıştım ve her on dakikada bir mutfaktaki büyük pencereden beni izlediğini biliyordum. Benim için endişeleniyordu tabii. Hizmet ettiği tek insanın hasta olup ölmesini ve de kazandığı parayı dahası yaşadığı yeri kaybetmek istemiyordu. Bunların yanında bana karşı gerçekten sevgi duyduğunun da farkındaydım. Zaten hisleri yüzünde bir kadındı.
Sabahları uyandığımda huysuzluğuma kutlanırken içinden "Huysuzluk dünyaya bu kızdan yayılmıyorsa ne olayım!" dediğini duyabiliyordum. İstediğini yapabildiğini belli eden kararlı, düz kaşlarını yapmam gereken şeyleri tavsiye ederken çatıyor ve alnında yaşının da getirdiği üç çizgiyi meydana getiriyordu. Gri saçlarını arkaya doğru sımsıkı tarayıp küçük bir top haline getiriyor ve siyah, dantel bir tokanın içine hapsediyordu. Kısa ve tombul vücudu, ağır hareketler içinde huzurlu bir nine gibi görünmesine neden oluyor ve bende sempati oluşturuyordu. Büyük kahverengi gözleri sıcacık bakıyordu. Çayımı veya yemeğimi getirdikten sonra başımda birkaç saniye dikilir ve ben ona bakınca gözlerini kocaman açıp gülümserdi. Yanakları ve Göz kenarları çizgilerle dolar ve "Afiyet olsun." dedikten sonra ağır adımlarla uzaklaşırdı.

Çocukluğumdan beri bizimleydi, ben doğmadan önce de yıllarca bize hizmet etmişti fakat yıllandığı kadar yaşlı görünmüyordu.
Bir zamanlar yani yakın bir zamanda onu da kaybetmekten ciddi ciddi korkar olmuştum. Elli yaşındaydı ve bildiğim kadarıyla bir hastalığı yoktu fakat kısa sürede yaşadığım büyük kayıplar bende hem alışkanlık hem de korku hissini yoğunlaştırmıştı ki hatırlıyorum ahırımdaki hayvanlar için bile endişelenir olmuştum. Özellikle de Pons için, büyükbabam onsekizinci yaş günümde hediye ettiği o at; bir yaşında bir ingiliz kısrağıydı. Evimizin arkasındaki ormanın içinden geçen patikada saatlerce onuna dolaşır, nefes alırken çıkardığı hırıltıları dinlerdim, tek dostumdu. Şu an onun yanına gidebilecek enerjim de, hevesim de yoktu. Haftalardır Rachaell ilgileniyordu onunla, her şeyden ilgimi o kadar eksik etmiştim ki Rachaell olmasa yatağımda çürüyüp gidecektim.

Serin rüzgarlar şiddetini arttırmıştı, vazodaki çiçekler sağa sola savruluyordu. Yün hırkaya iyice sarıldım, pek de faydası olmadı. Elbisemin altındaki bacaklarım soğuktan titremeye başlamıştı. Rachaell'in, tahammülü kalmayan sesinin pencereden yükseldiğini duydum.

"HANIMEFENDİ!!" Azarlar gibi bir hali vardı.

Sesimi çıkarmadan masanın üzerindeki kitabımı aceleyle aldım.

"Hanımefendi, tanrı aşkına!" Sesi artık titriyordu. "Kendinizi hasta etmeye mi çalışıyorsunuz, kendinize eziyet ediyorsunuz!" Yalvarır gibi bağırarak yanıma kadar geldi.

Sarıldığım battaniyeyi tutarak ayağa kalktım ve koluma girmesine izin verdim. "Ah! Hanımefendi neden beni kahrediyorsunuz, biraz kendinizi düşünmelisiniz bu soğukta hayvanlar bile dışarıda kalmaz!" Farkındayım demek istedim fakat rüzgarın uğultusunu ince sesimle bozmak istemedim.

"Akşam yemeği yemeyeceğim, hemen uyumayı düşünüyorum." dedim, giriş holüne gelince ve beni mutfak kapısından geçirdikten sonra kolundan çıktım.

Uykusuz geçireceğim saatleri düşünerek odama yürüdüm. Güneşin doğuşunu izlemek iyi bir fikir olabilirdi fakat önce sıcak bir duş almalıydım. Odama girip ahşap kapıyı arkamdan kilitledim. Rachaell'in sürekli kapıya gelip "Hanımefendi, nasılsınız?" diye viyaklamasına tahammülüm yoktu bu gece. Bir süre ışığı yakmadım odanın içine ilerleyip üzerimdekileri çıkardım. Banyonun yanındaki mumu yakıp küveti sıcak suyla doldurdum. Normalde bunu benim için Rachaell yapardı ama şu an bu loş karanlığın içinde kimseyi istemiyordum. Küvet dolunca bir kaç damla parfüm ve badem yağı damlattım, odaya yayılan huzur verici kokuyla ciğerlerimi doldurdum ve küvetin içindeki sıcak suyun rahatlatıcı kollarına kendimi bıraktım.

ELVIE  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin