Bölüm 4

206 44 4
                                    







Sabahın en erken saatlerinde, güneş ışıklarını yeni yeni yakmış, ben ise yorganıma sarılmış bugün gideceğim o yer ile ilgili tahminlerde bulunuyordum. Kendimi olayın en kötüsüne alıştırıyordum. En azından düşündüğümden daha iyisi çıkarsa halime şükredebilirdim. Martıların uçuş sesleri geliyordu. Henüz Eylül' ün ortalarındaydık. Hava bazen aşırı soğuyor ama güneş gökyüzündeki yerini koruyordu sabahları. Yani hava soğuk ama güneş var biz buna "eşek donduran güneşi " deriz.

Öyle böyle düşüncelerle zaman su gibi akıp geçmişti. Kahvaltımı getirmişler fakat ben hiç bir şeyine dokunmamıştım. Babam bir saate taburcu işlemlerini tamamlayacağını ve hazırlanmam gerektiğini söylemişti. Kızlar ise en iyi ve en yakın merkezleri araştırmışlar, bana her zaman yanımda olduklarını tekrarlayıp duruyorlardı.

Hazırlanmıştım. Babam birkaç yeni kıyafet getirmişti. Giyinip, saçımı başımı toparlamıştım. Artık sanırım gitme vaktiydi.

Kızlar koluma girmiş her şeyin çok güzel olacağını söylüyorlardı. Arabaya bindik. Varmak istediğimiz yere gelmiştik. Pek uzak olduğu söylenemezdi. Bahçesinden girdiğimizde yukarıda papağanlar doluydu. Burası bir Ermeni hastanesiydi. 1850ler den kalma eski bir binaydı. Dıştan bakıldığında camlarda demir parmaklıklar vardı, son derece önlemleri sıkıca alınmış bir yerdi. İnsanın baktığında içi ürperiyordu. İçeriye adım attığımızda güvenlik ile burun buruna gelmiştik. Bir bayan güvenlik bana 'sadece seni alıyoruz ' diyince babamlara korku dolu bakışlar attım. Hepsine teker teker sarıldım. Tek gitmek istemiyordum. Gözlerim dolmuş, kalbim pırpır çarpıyordu, adrenalini en zirve seviyede yaşıyordum. Bayan güvenlik eşliğinde ' güvenlik odası ' adındaki odaya geçtik. Güvenlik üstümü aramış ve bana üstümdekilerin hepsini çıkarmamı söylemişti. Utançtan kıpkırmızı olmuştum. Komple her yeri aramış ve sonunda bu korku dolu işlem bitmişti.

Çantamı alıp üçüncü kata çıktık. Herkesin bakışları bir anda üstüme olmuştu. Burada bir sürü kapı vardı ve her kapının ardında başka bir kapı ve başka bir güvenlik vardı. Açılan kapının arkasındaki kapı kapanıyor ve çıkmanın daha da imkânsızlaştığını anlayınca üstümdeki korku artıyordu.

Bayan güvenlik bana ilk yerin "arınma odası" olduğunu söylüyordu. O odaya girdiğimde herkes baygın vaziyetteydi. İnsanlar bilinçsizce yatıyor sanki karşındakiler ölü ve sen onlarla kalmak zorundasın gibi hissediyordum . Hemşire olacakları birer birer anlattı ve korkmamamı, burada güvende olduğumu ve üç gün uyutulacağımı söyledi.

...

Gözlerimi açtım. Başımda bir sürü doktor, asistanlar, hemşireler bir şeyler anlatıyorlardı. Sanırım hemşirenin söylediği gibi üç gün uyutulmuştum. Ama bana sanki daha yeni gelmişim gibi geliyordu. Yavaş yavaş kendime gelmeye başlıyordum. Bu korku dolu yerden ne zaman kurtulacaktım?

Doktorlar odamı terk ettiğinde yorganı yüzüme çekip ağlamaya başladım. Tam o sırada kapı açılma sesi gelmişti. Neden doktorlar beni kendi başıma bırakmıyorlardı? Yorganı yüzümden çektim. Kapının önünde duran bembeyaz yüzlü ve donuk bakışlı kızı görünce ne yapacağımı şaşırdım. Bana doğru yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Korkudan ayağa kalkmak, bir şeyler demek bile aklıma gelmiyordu. Donakalmıştım. Sonra yanıma kıvrılıp uyuya kaldı. Bu sefer sesim çıktığınca bağırmaya başladım. Bir an öldü sanmıştım. Gözlerini açtı ve çok korkmuş görünüyordu o da benim gibi. Hemşirelerden biri koşarak yanıma geldi ve ben korkudan tir tir titriyordum. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Hastayı yanımdan kaldırdı. Burası kabus gibi bir yer değildi, burası kabustan da öte bir yerdi. Kendimi kötüye alıştırmıştım ama sanırım hayal gücüm bu kadarına bile yetmemişti. Sakinleştiricimi aldım ve uykuya daldım.

Gecenin bir yarısında uyandım. Merakım beni ele geçirmişti. Kendi katımda dolaşmaya karar verdim. Aşırı sessizdi. Herkes uyuyordu. Birden önüme biri çıkınca olduğum yerden zıpladım. Bir tane oda dikkatimi çekti. Koridorda gezinirken bir tane odaya daldım. Aklımı kaçırmak üzereyim. Birkaç insan zincirle bağlanmış, duvarları, tabanı ve yeri süngerle örtülü bir odadalar. Oda zifiri karanlık. Ben odayı açınca koridordan gelen ışıkla hepsi rahatsız oldu ve bana hiçte iyi bakmadılar. Nefesim kesildi. Allahım burası bir cehennem! Kapıyı kapattım ve odama gittim.

...

Tam 13 gündür burada olduğumu söylediler. Artık psikolojim git gide kötüye gidiyordu. Ne gülüyordum ne konuşuyordum sadece bir yere odaklanıp saatlerce oraya bakıyordum. Doktorlar benimle konuşmaya çalışıyordu. Her gün benimle konuşmaya çalışan adının Semih olduğunu duyduğum bir asistan vardı. İletişime geçmeye her defasında azimle başlıyor benden geri yanıt alamayınca odadan çıkıyordu.

Bir anda yerimden kaldırıldım ve ayaklarım uyuştuğu için yere basmakta güçlük çekiyordum. İliklerime kadar her yerim ağrıyordu. Tükenmişlikten de öteydi bu. Hem ruhen hem bedenen mahvolmuştum. Beni kaldıran kişiye baktığımda ise o asistandı.Kahverengi saçları, kahvenin en güzel tonu gözleri, hafif sakalları, kalkık bir burnu, orta kalınlıkta kaşları vardı. Ve ağzımdan şu kelimeler dökülmüştü;

-Beni nereye götürüyorsun?
Asistan bir an sevinçle bana baktı bir süre.

SEMİHİN AĞZINDAN

Yeni bir hastaneye başlamıştım asistan olarak. Bana değişik bir vaka olduğu ve onunla özel olarak ilgilenmem gerektiği söylendi. Hasta maddeyi kısa süre içinde kullanmaya başlamış hemen tedaviyi atlamış ama psikolojisinin yerle bir olduğunu söylediler. Eğer onu eskisi gibi yapabilirsem mesleki başarımda çok iyi kademeler atlatacağımı da özel olarak belirttiler.

Bu hastayı çok merak ettiğim için hiç vakit kaybetmeden odasına girmiştim. Boş boş bir yerlere bakıyor ve yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Gözleri kan çanağı halini almış, bitkin ve berbat bir vaziyetteydi. Ama bu gözlerindeki güzelliği kaybettirmemişti. 18-20 yaşlarındaki bir kız için ağır şeyler yaşamış gibi duruyordu. Ve ismi Açelya'ydı.

Açelyayı her gün görmeye gidiyordum. Onunla konuşmaya çalışıyordum ve hiç bir faydam dokunmuyordu. Bu olay artık umudumuzu kaybetmemizi sağlıyordu.

Tedavisinin bitmesine iki gün kalmıştı. Onu hayata tekrar döndürmek için iki günlük bir zamanım vardı. Artık ciddi bir şeyler yapmalıydım. Odasına gidip yatağından kaldırdım. Biraz bahçeye indirecektim. O anda çok şaşıracağım bir şey oldu. Ağzından " beni nereye götürüyorsun ?" Sözleri çıkmıştı.

-Bahçeye ineceğiz, azcık hava almanın sana iyi geleceğini düşündüm.

-Ben bir yere gitmek istemiyorum.

-Temiz havaya ihtiyacın var, çok değil on dakika falan gezdiririm sonra sen çıkmak istediğinde yukarı çıkarız.

Başını onaylarcasına salladı. Elimi omzuna koyup destek verdim yürümesi için. Bahçeye indik.

- İsminin Açelya olduğunu öğrendim. Benim adımda Semih.

-Ne zaman çıkıyorum?

-Bende tanıştığıma memnun oldum Açelya. İsminin anlamını biliyor musun?

- Babamlar ziyarete geldi mi?

-İsminin anlamı; fundagillerden açan kokusuz çiçek demek. Sende öylesin Açelya gibi. Bir çiçek en çok kokması ile meşhur olur. İnsanlarda duygularıyla. Ama bizim çiçek ne kokuyor nede küçük hanımımız duygularını kullanıyor.

- Saat kaç? Günlerdir güneşin doğuşunu izleyemiyorum.

-Direk bunu sorduğuna göre çok seviyor olmalısın. Saat şuan tam 8. Hava kararır birazdan. Yarın sabahtan izleyebilirsin ancak. İstersen seni güneş doğmadan dışarı sahile çıkarır sana eşlik ederim.

-Olur, doktor bey.

- Doktor değilim daha, diyip gülümsedim.

Kalkmak için doğruldu. Biraz biraz kendine gelmeye başlıyordu. İlgiye ihtiyacı var burada ki herkesin bence. Ailelerinden, alıştıkları hayattan yoksunlar ve Açelya gibi bazıları içlerine kapanıyorlar. Tespitlerimi de düşünmüştüm. Yarın güneşin doğuşunda yeni umutlar arayacaktık.

MULTİDE SEMİH VAR.

Gök, Yüzünde #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin