Yine bir uçurum kenarındayım. Sırtımı her zaman ki gibi uçuruma ortalama 7 adım uzaklıktaki oldukça büyük ve yaşlı, yıprandım ama ayaktayım der gibi duran, yaprakları dökülmüş bir ağaca dayadım ve usulca kendimi yere bıraktım. Evet yine burda, bu büyük ve yaşlı ağacın gölgesine sığınıyorum tam iki aydır olduğu gibi. Tam iki aydır ismini Abuzeddin koyduğum bu ağaçla konuşur, karşılıklı yemek yer olduk. Neden mi? Çünkü Abuzeddin'den başka tanıdığım hiç kimse yok. Ne bir arkadaşım, ne bir kardeşim, ne ailem. Dedim ya yaklaşık iki aydır Abuzeddinle konuşuyorum diye, bazende onunla birlikte düşünüyorum acaba var mı? Benimde bir ailem, hatta arkadaşlarım, hatta ve hatta bir kardeşim var mı? İki aydır Abuzeddinle konuşuyorumda kardeş, ne kadar güzel bir şey değil mi? Eğer bir kardeşim yoksa bile en çok bunun için üzülürdüm sanırım. İki ay içinde fark ettimde benim çocuklara zaafım var sanırım. Ne kadar sevimli değiller mi? Minicik elli yavrucaklar..
Ah tabi atlamışım sanırım Abuzeddinle konuştuğumuz en önemli bir konu daha var, 'ben kimim?'
İki ay önce
Her insanın hayatında en az bir defa yaptığı bir ve daha sonra pişman olduğu bir hatası ve ya bir suçu vardır. Bakın pişman olduğu diyorum çünkü herkes her zaman yaptığı hatalardan pişman olmaz. Zamanı geriye almak istersin ama alamazsın, bir daha olsa bir daha asla yapmam dersin ama iş işten çoktan geçmiş olur ya. Bir de bunun duygu ve düşünceleri var tabi. Bir boşluk vardır içinde, nasıl dolacağını bilmediğin bir boşluk. Belkide bu hatanın verdiği bir sonuçtur bu boşluk. Bir şeyler yapmak istersin. Düzeltmek istersin ama düzeltemezsin. Elinden gelen tek şey sadece ağlamaktır. Sadece düşünmek ve kendini üzmek. İşte Yağmur o boşluk içinde ne yapacağını bilmeyecek bir halde sadece yürüyordu. Dilinde 4 kelime 'ben bunu nasıl yaptım?' Elinden hiçbir şey gelmiyor ve bu onu fazlasıyla üzüyordu. Gözleri önünde kendisinin, dahada önemlisi sevdiklerinin hayatı mahvolmuştu. Oysa her şey ona bağlıydı. Ama artık bunların için çok geçti, bir şeyler artık düzelemezdi. Zamanı geri alamazdı. Yağmur bu düşüncelerin hepsinden artık bıkmıştı. Yaklaşık üç saattir tüm bu olanları düşünüp yürüyordu çünkü. Aslında tüm bu düşüncelerden sıyrılmak için yürümeye başlamıştı. Ama anlaşılan o ki bu bir işe yaramamıştı. Belkide koşmalıydı. Evet, evet kesinlikle koşmalıydı. Çünkü bundan başka bir çaresi yoktu. Önce yürüşüyünü hızlandırdı. Hızlandırdı, hızlandırdı ve sonunda koşmaya başladı. Her nereye gideceğini bilmesede koşuyordu. O an bildiği tek şey vardı o da koşmanın biraz olsun onu rahatlattığıydı. Yaklaşık yarım saat boyunca koştu. Ta ki yolunun sonuna varana dek. Giderek adımlarını yavaşlattı ve tamamen durdu. Tam karşısında masmavi bir göl vardı. Evet, yolu göle çıkmıştı. Yağmur'un şimdiye dek inandığı bir şey daha bir kez daha gerçekleşmişti. 'Ne tarafa gidersen git, yolun ya uçuruma yada suya çıkar.' Yanındaki ağacın hemen altına oturdu. Usulca gölü ve gökyüzünü izlemeye başladı. Karşındaki manzara onu sakinleştirmişti. Kısada olsa het şeyi unutmuştu. Yavaşça ayağa kalktı ve yerde gözüne ilk kestirdi düz bir taşı eline aldı. Göle doğru iki küçük adım attı ve hafifçe belini büküp elindeki taşı göle attı. Taş sektirmek pek becerebildiği bir şey değildi. Şimdi attığıydı yine öyle oldu. Düz taş 2 kere sekmişti. Bu olayı yaklaşık 20 dakika boyunca devam ettirdi. Taş ne kadar az sekse o kadar fazla sinirleniyordu Yağmur. Bu sinirlenme ona sıyrılmaya çalıştığı tüm düşünceleri geri getirmişti. "Aptal Yağmur. Aptal. Aptalsın sen" diyip tekrar koşmaya başladı. Geldiği yere doğru. Caddeye doğru. Bu sefer koşmak pek işe yaramamıştı sanırım. Giderek koşuşunu hızlandırdı. O kadar hızlı ve sinirliydiki karşısından ona doğru hızla gelen siyah lüks arabayı fark ettiğinde araba ona çoktan çarpmıştı bile. Çarpmayla beraber sert bir şekilde yerle buluştu ve kafasını hemen yanındaki kaldırım taşına çarptı. Gözleriyle son kez arabaya ve kendisine çarpan uzun saçlı, yirmili yaşlarındaki genç kıza baktı yavaş yavaş gözlerini kapattı...
****
O koku, hastanelerin o bilinen meşhur kokusu. Yağmur gözlerini yavaş yavaş araladığında ilk bu kokuyu hissetti. Daha sonra minik göz hareketleriyle nerde olduğunu anlamaya çalışarak etrafı incelemeye koyuldu. Oldukça geniş ve temiz bir odada yatıyordu. Doğrulmaya çalıştı ama o kadar halsiz ve yorgundu ki bunu beceremedi. Yavaşça koluna baktı. Kolunda bitmiş bir serum vardı. Serumu çıkarmaya çalışırken odaya genç bir hemşire girdi. "Durun, çıkarmayın lütfen" hemşire oldukça genç, mavi gözlü uzun boylu ve zarif bir kadındı. Usulca bitmiş seruma baktı ve Yağmura sıcak bir gülümseme yolladı. "Ben şimdi serumu çıkartacağım daha sonra yenisini takıp takmamamı öğrenmek için doktorunuza soracağım merak etmeyin" dedi ve hızlı ama nazik hareketlerle serumu Yağmurun kolundan çıkardı.
"Bu arada kendinizi nasıl hissediyorsunuz Yağmur Hanım"
"Ben.. ben neden burdayım?"
"İki gün önce bir kaza geçirdiniz ve size çarpan kişi ile birlikte bu hastaneye getirildiniz. Kaza hakkında pek bir bilgim yok. Ama size çarpan genç kadın iki gün başınızda bekledi. Sanırım çok korkmuştu. Uyanmadığınız için yaklaşık iki saat önce evine geri döndü. Biz her hangi bir yakınınıza ulaşamadık. Aramamızı istediğiniz her hangi bir tanıdığınız var mı?"
Yağmur boş gözlerle karşındaki genç hemşireye baktı ve "tanıdık?.." diye mırıldandı. Yağmur'un bu cevabına karşılık genç hemşire sıcak bir gülümseme yolladı ve doktoru çağırmak için odadan çıktı. Yağmur olanları anlamlandırmaya çalışarak gözlerini yukarıya dikti. Düşünmeye başladı. Ama hiçbir şey hatırlayamadı. Gözlerini tekrar kapattı ve düşünmeye tekrar başladı. Ama yine hiç bir şey hatırlayamadı. "Aptal Yağmur. Aptal." Dedi öfke dolu ses tonuyla. Yağmur bunu yaklaşık beş dakika boyunca tekrarladı ama hiçbir sonuç elde edemedi. Yorulmuş gözlerini açtı ve kafasını sağ tarafa doğru yatırdı. Tam o sırada kapı açıldı ve içeriye az önceki genç hemşire ve kırklı yaşların ortasında bir doktor girdi. Doktor yanındaki genç hemşireye göre daha huysuz görünüyordu. "Merhaba Yağmur, ben doktor Ömer. Kendini nasıl hissediyorsun?" Dedi ifadesiz ama huysuz bir şekilde.
"İyiyim. Yani iyiyim sanırım"
Ömer Bey biraz huysuz biriydi. Yağmur'un verdiği cevaplar pekde hoşuna gitmemişti. Boynuna astığı gözlüğü gözüne taktı. Yağmura doğru yaklaştı ve üstüne örtülmüş olan çarşafı açtı. "Şimdi sakin kal ve dediklerimi yap tamam mı?" Yağmurdan cevap beklemeden devam etti " sağ bacağını kaldır bakalım." Yağmur sessizce dediğini yaptı. "Güzel. Şimdi dizini bük bakalım her hangi bir sorun ve ya ağrı var mı?" Yağmur dediklerini aynen yaptı ve hayır anlamında başını salladı. "Çok güzel şimdi parmaklarını oynat" yine sorun çıkmamıştı. "Tamam. Şimdi aynı hareketleri sol bacağında deneyelim" aynı hareketler sol bacağında denendi ve yine bir sorun çıkmamıştı. "Şimdi Yağmur cevapla bakalım. Hangi yıldayız?"
"Ben.. ben bilmiyorum" dedi korkuyla Yağmur. Korktuğu her halinden ve el titremesinden belliydi. Bunu Ömer Bey'de fark etmişti
"Tamam Yağmur. Sakin ol, isminin Yağmur olduğunu biliyor musun"
"Hayır.. bana öyle seslenmenizden fark ettim.."
"Peki. Yaşını hatırlıyor musun Yağmur"
"Hayır... hiç bir şey hatırlamıyorum.. gerçekten.."
Günümüz
İki aydır düşünüyorum. Koskoca iki ay. Ama bir türlü sonuca varamadım. Sanırım varamayacağımda. Asla ama asla hatırlamayacağım kim olduğumu. Tüm bu düşünceler, yani kim olduğum hiç bir zaman sonuçlanamayacak. Ben buna artık eminim. Hemde hiç bir şeyden emin olmadığım kadar eminim. Kendisini, hatta her şeyi unutmuş bir insan için hatta neden yaşadığını bile bilmeyen bir insan için yaşamak gerçekten çok zor. Bugün kimlik denen o zımbırtıya göre 23. yaş günüm. Yani her şeyin bittiği gün olacak bugün. Evet doğum günüm, ölüm günüm olacak. Artık zihnim rahatlayacak. Tüm bu düşüncelerden arınacak artık. Ve bunun tek çaresi ölüm. Usulca oturduğum ağaç dibinden ağaca tutunarak ayağa kalktım. Abuzeddine son kez sarıldım ve yaşlı gövdesine öpücük gönderdim. "Görüşürüz Abuziddin" sanki o an Abuziddin bana cevap vermişti. Sanki bana "seni özleyeceğim Yağmur" demişti. Son bir kez daha Abuziddine baktım ve göz kırptım. Önüme, uçuruma doğru döndüm ve gözlerimi kapattım. Dışımdan sesli bir şekilde her bir adımım bir sayıya denk gelecek şekilde saymaya başladım. "Bir.." bu işkence bitecek.. "iki.." yolun sonuna doğru adımlarımı atıyorum ve korkmuyorum.. " üç.." hayır, hayır korkuyorum.. hemde çok.. "dört.." ama mutlu olacam, mutluluk için son bir kaç adım daha kaldı.. "b..beş?.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
23'ten 30'a
Novela JuvenilÖlüm vaktinin geldiğini düşünen, geçirdiği kazadan dolayı hafıza kaybına uğrayan ve geçmişini, adını, yaşını, her şeyini unutan bir genç kız ölüme doğru adım adım ilerlerken bir anda karşısına çıkan ve ona çarpıp her şeyi unutmasını sağlayan başka b...