1.Bölüm: IV

30 6 2
                                    

"Halil abi, Halil abi ! Kimse yokmu" tahta kapıyı çokça kez tıklattım ama nafile. İçeriden hiçbir ses gelmedi.

Nereye gitti bu adam? Diye kara kara düşünürken sokağın başından siyah bir mercedes kendini gösterdi.

Şoför koltuğunda iri yarı takım elbiseli bir adam vardı. İri yarı adam, arabayı Halil abinin kapısının önüne kadar getirip durdu. Sonra mercedesin pırıl pırıl parlayan dört kapısından biri açıldı. Kapı açıldığı gibi bi adam düştü yere, onunla birlikte de gene takım elbiselilerden biri. Yere düşen adamın karnına, öyle sert bi tekme attı ki onu izlerken, yüzümün sanki bana vuruluyormuş gibi acıyla büzüldüğünü hissettim. Adam acıyla kıvranıyor karnını tutuyordu, ince mavi çizgili, beyaz gömleğinin bazı bölümlerinde de kan lekesi vardı.

- "Sana bir hafta mühlet Halil efendi. Sonra ben sana yapacağımı bilirim." Ses arabanın içindendi. Kimin dediğini görememiştim. Sonra hızlıca kapıları çekip gittiler.

Halil demişti, evet duymuştum. İnanmak istemiyordum ama yerdeki kanlar içindeki adamın Halil abi olduğunu attığım üç adımdan sonra kendi gözlerimle görmüştüm. Kimdi bunlar, ne istiyorlardı Halil abimden.
Kıt kanaat geçindiğini bilirdim. Üç çocuğuyla birlikte bir karısı vardı.

Saniye abla, cefakar kadın. Üç çocuğuyla hem onun deyimiyle "eve benim de ekmeğim girsin" diye sabahları merdiven siler hemde evi ocağı çevirirdi. Evdeki küçük Nihal'e ve Sefa'ya da ablaları Rabia bakardı. Rabia da çok büyük sayılmazdı daha on yaşında küçük bi ablaydı Nihal ve Sefa'ya.

- "Etme Halil abi kim bu çakallar, ne istiyorlar senden." Halil abinin koltuğunun altına girerken bi anda ağzımdan çıkıvermişti soru. Zorla cevap verdi.

- "Aman oğlum sen karışma, gözünü seveyim." derken doğrulmak için benden destek aldı. Ayakta zor duruyordu. Halil abiyi kaldırıp kapıya döndüğümde, kapı açıktı başında Saniye abla duruyordu . Kocasını bu halde görünce koşup diğer koluna da o girdi.

- "Rabbim artık gücüm kalmadı sen yardımcım ol. N'oldu Halil ağa ne bu hal." sesi cılız ve ağlayışlıydı. Halil abi, istifini bozmadan kapının eşiğinden içeri adımını attı. Onunla birlikte bende girmiştim içeri.

Kapıdan içeri girince beni yamuk, gri bir zemin karşıladı. Sağda küçük bi ayakkabılık, tam karşımda da lavabo bulunuyordu. Halil abi siyah ucu sivri kunduralarını bana dayanarak çıkardı. Sonra soldaki kapıdan evin salonuna girdi. Salonda iki tane eski koltuk vardı. Tam köşede etrafı paslanmış içinden çıtır çıtır ateş sesleri yükselen soba, yerde ondan beri halli bir kilim, karşılıklı koltukların tam solunda da antenli küçük bir kutu.

Koltuklar kavherengi ve satendendi. Saten kumaşın üstünde iki çeşit çiçek motifi vardı. Siyah gül ve kırmızı papatya. Siyah gül tamamdı. Kırmızı papatya olur mu diye düşündüm. Papatya normalde beyaz olmaz mıydı? Kesinlikle beyaz olurdu. Ama acaba herşey sadece alışılmışlardan mı ibaretti. Eğer öyle olsaydı. Onsekiz yaşındaki, elinde daha bir yaşını doldurmamış bebeğiyle sokakta tek başına kalmış beyaz hemde bembeyaz bir papatyayı kırmızıya boyarlar mıydı? Bir anda annemin toprağın üstünde, kanlar içindeki hali geldi aklıma. Boyamazlardı heralde. Demek ki hayat alışılagelenlerin dışında daha hayattı.

Halil abiyi o halde görünce aklım başımdan gitmişti, kapıyı defalarca tıklattığımı unutmuştum.

"Saniye abla kapıya kaç kere vurdum, içerden ses gelmedi. Neredeydin?" diye sordum.

"Namazımı kılıyordum yiğenim. Çocuklara kapıyı sakın açmayın diye tembihlediydim. Biter bitmez kapıya koştum açtığımda da Halil'i koltuklamışsın. Hiçbir şey anlamadım. Anlat hele ne bunun hali." sözünün bitimine doğru ellerinin tersini beline koyup, bitkin gözlerle kocasına bakmaya başlamıştı.

Yeni HikayeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin