2.Bölüm: III

7 1 0
                                    

Dünkü yaşananlar zaten karışık olan kafamı, allak bullak etmişti. Ne kadar uğraşsam kafi olmamış, Günay'ı ve annesi Selma'yı görmek için yataktan kalkamamıştım. Bu nasıl tesadüftü, benim doğduğum hastanede öksüz bir bebek doğuyor, annesinin adı da Selma oluyordu. Hele Doktor Akif'in imalı bakışları, parlayan siması ve aniden odadan kayboluşu... Ya ben aklımı kaçırmıştım, ya da bunlar kafamı yere çarpmamdan tecelliydi.

Bir hafta kadar hastanede yattıktan sonra taburcu oldum. Bu bir hafta içinde ayağa kalkacak duruma gelince, uçan kuşa Selma Hanım ve oğlu Günay'ı sordum lakin hepsi aynı cevabı vermişti. Doktor Akif'i sorduğumdaysa "Halihazırda bu isimde çalışanımız dahi yok efendim" diye cevaplamışlardı beni hemşireler. Bu durum beni, tekrar kendimi kandırmaya mecbur bırakmıştı. "Kafamı çarptığımdandır." Demiştim kendime.

Kabus gibi bir haftadan sonra tekrar özgürdüm. Semiha teyzeye gitmeyi hiç istemiyordum. Tekrar aynı şeyleri hatırlamak, söylemek ve duymak. Artık sıkılmıştım. Ama başka seçeneğim yoktu. O, bir hafta içinde ara sıra gelmiş halimi hatrımı sormuş, bana refakatçi olmuştu. Eskiden yaptıkları için ona bu kadar kötü davranmam ne ölçüde doğruydu. Yanlış yapıyordum, intiharın eşiğinden dönen bu kadına verdiğim sözü unutmuştum. O benim ikinci şansımdı. Göz yummamam gereken ikinci şansım. Merak etme demiştim, sana ben hayat arkadaşı olurum. Bu ne denli bir hayat arkadaşlığıydı. Yaptığım hatayı derhal düzeltmem lazımdı.

Bunları düşünürken evin önüne gelmiştim. Anahtarı çıkartıp kapınım deliğine soktum. Anahtarın tıkırtısı kendime gelmemi sağlamıştı. Annemin onca acıya maruz kalmasının yegane sebebi o değil miydi? Annemi düşününce içime merhamet doldu taştı. Son kez baktığımdaki zümrüt yeşil gözleri içime huzur verirken, "Elveda oğlum" deyişi gönlümü burktu. O, yaşadıklarına rağmen, gülümserken veda etmişti bana.

Parktaki gecelerin birinde sıcak bacaklarında yatarken, "Gülmek" demişti, "Gülümsemek ne güzel şey, değil mi Günayım?" Cevap veremeyeceğime emin sormuştu lakin ben, minik dudaklarımla attığım gülümsemeyle cevabımı vermiştim. Tebessümümü görünce gözleri nemlenmişti. Anlımdan öperken, sulu gözlerindeki damlalar yanağımı ıslatmış mutlu olmuştum. "Hayat senin bu masum gülümsemeni bozmasın oğlum, izin verme" yaş gözlerine rağmen sesi çok sert çıkmıştı. Benimle adamakıllı konuşuyor o anlamadığımı sansada ben anlıyordum. Annemle geçirdiğim son geceydi. O gece sanki bunu biliyormuşcasına beni çokça öpüp kokladı. Sanki bana veda eder gibiydi. Herşeye rağmen o, yüzündeki gülümsemesini hiç kaybetmemişti ben de kaybetmemeliydim. Annemi düşününce Semiha teyzeye olan kızgınlığım artacağına, azaldı. Ona anne diye hitap etmeye karar verdim.

Eve adımımı attım. Çok bitkin kalmıştım. Kimsem olmadığından hastaneden tek gelmiştim. Semiha teyze her sabah uğrardı ama ne hikmetse bu sabah gelmemişti.

Salonu hızlıca geçtim bir an önce onunla konuşup olan bitene onun gözünden bakmak istiyordum. Her zaman olduğu mutfakta yoktu. Saniyeler geçtikçe sabırsızlanıyor annemi anımsatan yüzünü görmek istiyordum. İki katlı evin odalarındaki sessizliğin bağırtısı kulakları sağır edecek cinstendi.

"Semiha Anne!" Seslenişim bu can sıkıcı sessizliği anlık bozsa da yok etmemişti. Tekrarladım fakat bu sefer de karşılık alamadım. Bedenimi aniden huzursuzluk sarmıştı. Nerede olabilirdi bu kadın? İçimde korkuyla huzursuzluk savaşıyor biri birinin üstüne çökmeye çalışıyordu. Üst kata giden merdivenleri çıkmaya başlamıştım ki, bir önceki basamağın üstünde bir kağıt parçası olduğunu farkettim. Hızlıca yerden alıp okumaya başladım:

"Oğlum, Günay'ım, yıllar sonra kaybetmek duygusunun verdiği sızıyı dindiren merhemim. Onca sene ama gezdikten sonra gözlerime güneş ışığı olan evladım. Biliyorum bana çok kızgınsın, haklısın oğlum, sonuna kadar haklısın. Ben senin gözünde evladından vazgeçmiş bir vicdansızım. Sana evlat kaybetmenin acısını sormayacağım oğlum, bilemezsin lakin çok iyi anlayabilirsin beni. Ben biricik evladımı kabederken sen dünyadaki en güzel kokunu, en sıcak yerini, en parlak ışığını anneciğini kaybettin. Şimdi anladın dimi? Kızımın faniyattaki yegane parçası, biricik Günay'ım. Sen anneciğini bilerek ateşin içine bırakır mıydın Günay? Mümkün mü böyle birşey? Bu soruyu sorabilmiş olmamın mümkünatını sorguladın dimi oğlum. Benim için de aynı duygular geçerli Günay. Ben kızımın anlını son kez öpemeden, gül kokusunu içime çekemeden yatağımda uyurken olan bitenden habersiz vedalaştım onla. Bil istedim oğlum. Onu yüzüstü bırakmadığımı bil istedim."

Her cümlenin, noktasını virgülünü akan gözyaşlarımla atarken okumaya devam ettim. Kağıdın olduğu basamağa çökmüştüm.

"Elveda diyebildi mi oğlum sana? Bana diyemedi de ondan soruyorum. Duyamadım 'Elveda anne' deyişini. İçimde hep bir yerlerde dolaşır bu cümle. Her an çıkıp boynuma sarılıp 'Elveda annecim' diyecekmiş gibi gelir bana ama ne çare...

Seni bulduğumda, tamam dedim Mevla'm her gece yastığıma akan gözyaşlarımı görüp bana acıdı. Bana Selma'mdan bir tutam gönderdi. Sevindim. Boynuma sarılacak ondan bir parça yanımdaydı. Önce inanamadım, her zamanki rüyalarımdan sandım. Gerçek oluşunu, benim kim olduğumu öğrendiğinde bana takındığın tavırdan anladım. Çünkü gerçek olan kimse beni en başta anlayamazdı keza sende anlayamadın oğlum. Olsun sabrettim. Yıllara meydan okurken günlere esir düşmek istemedim. Ama bana karşı olan kinini, sen her fırsatta kustun Günay'ım. Varsın olsun bana Selma'mdan getirdiğin kokun yeterdi. Seni de öyle gömdüm fırtınalar kopan gönlüme. Burası sana kalsın Günay'ım, ben çekip gidiyorum bu diyarlardan, rahatça yaşa gözlerindeki kin perdesi kalksın.

Elveda oğlum, canım Günay'ım sen beni ne kadar sevemesen de ben seni ilelebet seveceğim. Sağlıcakla kal.

-Seni canından çok seven
vicdansız kadın."

***

Bu yazının tesirinde kalan beynim ve vücudum adam akıllı fersizleşmişti. Lakin yukarı çıkıp bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Yukarı dairedeki tek oda benimkiydi. Merdivenleri çıktıktan sonra beni her zaman küçük, dar hol ve duvarda asılı tablodaki kırmızı papatyayla, siyah gülün gülümseyişleri karşılardı. Fakat bu sefer öyle olmamıştı. Dar hol yerli yerindeydi lakin tablodaki çiçek motifleri, boyunları eğik öylece duruyorlardı. Sanki etrafa bakmaya cesaret edemiyor gibiydiler.

O apışık ve burkuk halimle, birden benim kaldığım odanın kapısına yöneldim. Ferim kalmamıştı. Omuzlarıma binen yük giderek artıyor. Ayakta durmak kabiliyetini yavaş yavaş benden çekiyordu. Halsizce yöneldiğim kapının kolu, gürültüyle çatırdadı. Öyle güçsüzdüm ki hızlıca kapıya yönelirken farketmeden ayaklarımın vazifesini kapının koluna yüklemiş, beni taşımasını istemiştim. Ne var ki kitli olan kapı üstüne düşen görevi ziyadesiyle yapmış lakin kitli olduğundan açılmak yerine çatırdamıştı. Olan gücümle tekrar açmayı denedim fakat muvaffak olamadım.

Gözlerime yukardan yavaşça kara bir perde indi. Ellerimle dayanacak yer ararken, kafamı odamın kapısına dayayıp karaltının bitmesini bekledim. Bu bekleyişte kapının neden kilitli olduğu konusunda bir kanaate varmaya çalışıyordum. Evde ben ve Semiha teyzeden başka yaşayan yoktu. Ben kilitlemediğime göre, Semiha teyze ya dışardan kilitleyip gitmişti, yahut içerden kilitlemişti. Yani içerdeydi. Nasıl olurdu? Mektubunu 'Elveda' ile nihayetlendirmemiş miydi? Birden içimden neden dışardan kitleyip gitmemiş olsun ki? Diye söylendim.

Bunları düşünürken geçmesi gereken karaltı yerini büsbütün aklığa bırakmıştı. Bu aklığın içinden bir adam bana doğru yürüyordu. İki üç saniye sonra uzaktan tanıyamadığım adamın kim olduğunu çıkarmıştım. Bu Doktor Akif'ti. Yanıma kadar gelip yüzündeki anlam veremediğim gözyaşlarına rağmen yine aynı şekilde gülümsedi. Ben onun bu rahat ve hafif ukala gülüşüne bakarken yanında birden Halil abiyle, Saniye abla belirmişti. Onlarda beni gözüyle selamladı. Dördü de beyazlar içindeydi ve dördünün de gözleri yaşlıydı, Halil abinin beyaz elbisesinin paçalarında kan damlaları gözüme çarptı, ayrıca aralarında yegane gülümseyen Doktor Akif'ti. Akif önümdeki kapıyı naifçe açtı ardından içinden kaybolup gittiler.

Yeni HikayeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin