2.Bölüm: IV SON

1 0 0
                                    

Sonunda hayattaki o sonsuz dairelerin birinde daha başa gelmiştim. Aslında imkansızdı. Önceki başladığımız noktaya gelmek imkansızdı. Evet, oralarda bir yere geliyorduk hep. Ama kesinlikle bu geldiğimiz hat, başladığımız yerin tıpkısı olmuyordu. Her sabah kalkıp işe, okula gidiyorduk yahut hiçbir yere gitmeyip sadece uyanıyorduk. Lakin akşam olduğunda tekrar yatağın içine döndüğümüzde aynı yerde sanıyorduk kendimizi. Zira başımızdan geçen olayları, çemberin başına ulaşırkenki olanları hiçe sayıyorduk büsbütün. Dünya nasıl yirmi dört saat önce ve sonra aynı yerine dönmüyorsa biz de aynı olmuyorduk.

Seneler önce burda annemleydim, anneminkinden sonra içime çektiğim ilk koku rutubet kokusu olmuştu. Aslında bu ne kadar manidardı. Geldiğim yerin güzel olduğu kadar beter bir yer olduğu en baştan bana anlatılmaya çalışılmıştı

Şuan olduğum yerde ilk dakikalarım geçmişti. İlk nefeslerimi burda almış, ilk bakışlarımı buraya atmıştım. Artık rutubet kokusu yoktu, çarşaflar tertemizdi, oda parfüm kokuyordu; aynı zamanda yanımda annem değil, beşer dakika arayla uyuklayan polis memuru vardı ve Günay, yani ben artık masum bir bebek değil, yaralı bir suçluydum. Günay demişken, üç dört gün önce burada doğan Günay taburcu olmuş, yeni hayatına başlamıştı.

Anneme olan borcumu yerine getirmiştim. Yaşama gücünü bulduğum amacım artık gerçekleşmişti. Yıllar önce anneme yapılanı ben de onlara yapmıştım. Yanlarına kalmamıştı. Benim hayatım mı? Umrumda değildi. Yaşama sebebim intikamdı ve artık ortada sebep kalmamıştı. O anları anlatmamın mümkünatı yok.

Yıllarca babam yerine, beni hayata bağlayan nadir insanlar arasına koyduğum Halil, anneme o tarifsiz acıları çektiren adammış. Onları öldürmeden önce nedenini tabiki sordum. Ama aldığım cevap beni deliye döndürmüştü. Fazla alkol almış... O insafsızsızın aldığı bir kaç şişe alkol annemin hayatına mal olmuştu. Gençliğinde kullanıyormuş artık bırakmış. Hayatı boyunca vicdan azabıyla yaşamış. Elime bıçağı aldığımda bana bunları saymıştı. Senelerce yüzüme nasıl bakabilmişti. Yüzündeki maske o güne kadar nasıl düşmemişti. Bunların hepsi şaşılacak olaydı. Ama yaşadığı pişmanlık herşeyi bitirmiyordu. Tam bıçağı indirecektim ki Saniye elimi tutup beni engellemeye çalıştı. Kendince haklı olabilirdi. Çünkü evinin direğini kırıyordum. Onu savurur savurmaz kendime hakim olamazken, Halil'in saçma sapan savunmalarının içimde oluşturduğu tesir ve yıllardır beklediğim bu anın sabırsızlğıyla Saniye'nin göğsüne birer ikişer delikler açmaya başladım. Yüzüme fışkıran taze ve sıcak kana aldırış etmeden olanca hırsımla bıçağı batırıp çıkarıyordum. Nasıl bu kadar canileşebilmiştim? Suçsuz bir kadını neden delik deşik etmiştim? Hiçbirinin cevabını bilmiyor, sadece elimdeki kıpkırmızı olmuş bıçağın deriyi açıp derinlere inmesini hissediyor ve bundan zevk alıyordum.

Birden aklıma Halil geldi. Kafamı çevirdiğim gibi açık gözlerini ve hareketsiz bedenini gördüm. Yüzünden kan çekilmiş bembeyaz olmuştu. Aklaşan teninden mütevellit çenesinin altındaki kankırmızı çizik belirginleşmişti. Saniye'den kurtulmaya çalışırken yaptığım hamleyle tam şah damarını çizmiştim. Acıyla, sızlaya sızlaya öleceği halde bilinmedik ve istenmedik bir hamleyle ölmüştü. Olanca hıncımı günahsız Saniye'den çıkarmıştım. Çocuklarsa ayakkabıcı Hilmi Abi'nin yanındaydı. Parka diye çıkarmış, sonra Hilmi Abi'ye emanet etmiştim.

Saniye ablaya zarar vermek o ana kadar aklımda yoktu. Ne olduysa o anda olup bitmişti. Çocukları annesine bırakırım diye düşünmüştüm ama artık ortada bir anne yoktu. Neden yapmıştım bunu? Bilmiyor muydum annesiz, babasız bir başına yaşamanın ızdıraplarını? O yurt koridorlarında yankılanan soğuk ayak seslerimi, soğuk alarm sesini, dolaplara vurularak uyanırken birden sıçrayışımı, anne şefkatinden eksik büyümüş bir çocuk topluluğun neden olduğu soğuk ve samimiyetsiz ortamı ne çabuk unutmuştum. Ne suçu vardı küçük çocukların. Ama artık düşünmek fayda etmezdi. Çocuk Esirgeme Kurumu'na mahkumdular. Kendimden nefret ediyordum eski beyaz ve saf Günay yoktu artık. Elim çocukların hayatını mahvedişimin kanıyla kirlenmişti.

Nasıl yaralanmıştım, şimdi şimdi hatırlıyorum Halil denen itin alacaklıları, onu öldürdüğümü anlayınca gelip bana çatmışlardı. Sonra silah seslerinden mütevellit gelen ihbar üzerine polisler mafya babasının köpeklerini suç üstü etmişler ve haftalardır aranan Beşiktaş'ta işlenen kanlı cinayetin zanlısını, beni, havada ararken yerde bulmuşlardı. Bundan sonraki hayatım belliydi.

Önümde iki seçenek vardı. Ya soğuk parmaklıklar, ya da ıssız toprak. Yazgıya felan inanmıyordum artık. Bu yaşadıklarım. Bedbaht doğup bedbaht yaşamam. Beni isyana sürüklemişti büsbütün. Bence bu doğuşu ve yaşayışı en güzel tamamlayan parça intihardı. Yaşasam neden yaşayacaktım ki. Herşey başıma yıkılmış, yalnız doğduğum hayatta dost, hayat arkadaşı bellediğim insanlar hep sırtımda derin bıçak izleri açmışlardı. Biri annemi sokağa terkeden annesi, biri bana olan ilgisini samimiyet sandığım fakat sonra acıyış oldugunu anladığım annemin katili, diğeriyse hayatı boyunca yanlız olmanın çermeleriyle yere kapaklanıp kapaklanıp kalkan fakat yalnızlığın nasıl bir bedbahtlık olduğunu bile bile o suçsuz evlatları hayatta yapayalnız bırakan bendim. Evet kendime ihanet etmiştim. Semiha teyze gibi yapmalıydım. Kendime ip hazırlıyıp boğazımı taktıktan sonra mosmor kesilmeliydim. O suçlarından böyle kaçmıştı.

Yine, sessiz, havada bir tek yıldızın bile gözükmediği bir Beşiktaş gecesi üzerime yorgan gibi çekilmişti. Yanımdaki polis memuru fosur fosur uyurken vücuduma bağlı ne kadar makine, alet varsa hepsini çıkardım. Başucumdaki masanın üstünde duran ilaç kutusunu ağzıma boşalttım. Üstüne de bir bardak su içtim, çabuk gitmek istiyordum burdan, utanıyordum artık keza yorulmuştum da. Uyumuş olmalıyım ki geçen zamanı anlamadan gözlerimin önü tekrar aklaştı. Her zaman anlatılan ve artık bir klişe haline gelmiş o beyaz ve güçlü ışığı görüyordum artık. Ayrıca Doktor Akif'te yürüyerek fakat koşarcasına yürüyerek bana geliyordu. Yüzünde gene o anlam veremediğim, herşeyi biliyormuşcasına takındığı ifade vardı. Biraz sonra tam önümde durdu. Bu tür karşılaşmalarımda bir kelime dahi etmeyen daima mimikleriyle ve tavrıyla kendini anlatan Doktor Akif'in ağzı açıldı. Ağzından yavaşça ve acımasızca şu kelimeler döküldü: Hadi Günay, Halil'in yanına gidiyoruz.

—SON—

28 Ocak 2017 Salı
18.30

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 01, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Yeni HikayeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin