Ahşap merdivenlerden aşağı inerkenki çıkan takırtılar beynimde yankıdıktan sonra daha bir kaç gün önceki düşüncelerimin nihayet bulduğunu fakat yerini saklanma ve çekinme hallerine bıraktığını anladım. Şu iki haftadır bendeki ruhsal değişimleri kuşkusuz anlayan Semiha Teyze sordu:
"Günay dün geldiğinde uyuyordum herhalde. N'oldu oğlum bulundu mu manevi aileni katleden pislik?"
Pislik derken sesi öyle iğrentiyle dolmuştu ki o adamdan tekrar nefret etmiştim. Semiha abla iyiydi hoştu lakin bazı zaman patavatsızlığı tutuyordu. Ben yaramı sarmaya çalışırken o en ızdırap veren yeri deşmişti. Sandalyeyi çekerken kafasını kaldırdı ve yüzümü gördü.
"Kusuruma bakma Günay. Yaşım ve yaşadıklarım gereği ince düşünemiyorum. Mazur gör, sormadım farz et."
Konuşmama olanak vermeden devam etti:
"Gel Günay, otur. Sana diyeceklerim var. Artık yoruldum bunun gölgesinde yaşamaktan."
Şaşırmamıştım. Yaşadığım onca şey, şaşırmak duygusunu söküp almıştı benden. Bir şeyler söylememi beklercesine duraksadı. Gözümle devam etmesi için işaret ettim. Gözünü kaçırdı, kırmızı papatya motifli masa örtüsüne bakarken gözleri de dudakları gibi söndü ve devam etti.
"Çok pişmanım Günay. Tahmin edemeyeceğin kadar pişmanım."
Yanılıyordu. Pişmanlık duygusunun azami olanını daha bebekken tecrübe etmiştim. Tahmin edemeyeceğim biçimde pişmanlığı düşlemek olanaksız geliyordu. Devam etti:
"Nasıl, nereden başlasam bilemiyorum. Bitirmem gereken bir yol mevcut lakin yolun başını bulamıyorum Günay."
Bu sözler beni usul usul meraka itiyordu ama belli etmedim.
"Daha önce sana kızımdan bahsetmiştim hatrında mı?"
Evet maksadıyla kafamı salladım. Tam anlatmaya yeltendiği an sordum:
"Adı neydi teyze? Her şeyi hatırlıyorum lakin ismi yadımda kalmamış."
Birden durakladı, omuzlarını indirdi. Bir kaç saniye sonra kafasını kaldırıp:
"Selma'ydı, oğlum." Dedi. "Biricik kızımın adı Selma idi." Adını neden bu kadar zor söylediğini anlamamıştım. Kızın kendisini anlatırken bile bu kadar güçlük çekmemişti. Ona seslenirken ki anlar gelmiştir aklına diyerek merakımı, kendime söylediğim yalanla bastırdım.
"Anneciğimin adı da Selma imiş." Dedim, içime doldurduğum hasret duygusunun tekrar kafasına basarak. Aynı zaman da gözlerimde hafif seyreme haliyle, anlamsız bir boşluk belirmişti.
Aniden aklıma, annemin ziyaretine gittiğim günler geldi. Önümdeki kadını ilk gördüğüm yer sahil değildi. Ona daha önce mezarlıkta da rastlamıştım. Anneme bu denli benzemesi ve kızının adının Selma olması. Yoksa... Yok, bu kadarına dayanamazdım.
İdrak edemediğim şekilde etraf zifiri karanlık olmuştu. Bu kararmaya mukabil başımın ardında sebebini bilmediğim acıma hissi, elimin kafama gitmesine neden oldu. Elimi kafamdan çektiğimde, sızan kanın elime bir papatya çizdiğini gördüm. Ne garipti sadece bir saniyeliğine kafama dokunmuştum.
Ardından bardaktan boşalırmışcasına yağmur, önümdeki toprak yola dökülmeye başladı. İnerken şeffaf olan yağmur damlaları, toprakla buluşunca kızıla dönüyor, ardından etrafa ağır bir kan kokusu yayıyordu.
Biraz sonra soluk soluğa kaldığımı hissettim. Yağan yağmurun altında ardıma bakmaksızın koşuyordum. Yorulmuştum hem de çok, lakin ne zaman durmak istesem bacaklarım ve ayaklarım bir olup bana engel oluyorlardı. Sağımdan ve solumdan ucu bucağı olmayan siyah gül ve kırmızı papatya tarlaları uzanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeni Hikaye
General FictionNeden yaparlar ki bunu. Yeni doğmuşken neden saklamazlar ki dünyanın gerçek yüzünü ama yok belki de doğrusu budur, belki de herşey benim içindir(!).