giving birth in the middle of nowhere

1.1K 111 6
                                    

5 Temmuz 2014

"İsmim Daisy Jackson, Sydney'liyim. Iris rolü için dizinize başvurmaya karar verdim."

Karşımda duran jüriler beni onayladıklarında bir adım geriye gidip sahnedeki yıldızın üzerinde durdum, bana verdikleri senaryodaki sözleri içimden gelerek okumaya başladım. Dizideki karakterde tıpkı benim gibi erkek yaratığı tarafından incinmişti.

"Biz, birbirimizi çok seviyorduk." derken aklıma direk Calum'un suratı geldiğinde derin nefes aldım. "Beraber bir evimiz, hep hayal ettiğimiz gibi bir evliliğimiz vardı. Beni seviyordun Robert," diye devam ettim gözlerimden yaşlar geldiğinde hıçkırarak. "O kadın için beni terk edemezsin!" İstemsizce sesimi yükselttiğimde jüri beğeniyle bana bakıyordu Kendimi kaybetmeden repliğin sonunu getirmeye çalıştım. "Seni seviyorum. Ben senin meleğinim, beni ailemden koruyan güçlü adam beni yalnız başıma bırakmaz."

Alkış sesleri yükseldiğinde elimi büyük karnıma koyup diğer elimle de gözlerimi kuruladım. Üç jüri aynı anda ayağa kalkıp alkışlamaya başladıklarında gülümsedim. Övgülerini sunduktan sonra beni kesin arayacaklarını dile getirdiler ve sahneden ayrıldım.

Elimi karnıma koyup önce bebeğimin varlığını hissettim, ardından dışarıya çıktım. New York'a en büyük hayalimi gerçekleştirebilmek adına gelmiştim ve tam onikiden vurmuştum, rolü kapmam an meselesiydi.

Derin nefes aldım, oğlum çok hareketliydi ve sırtımın ağrısı her geçen gün dayanılmaz bir hale geliyordu. Tabii ki onun geleceği adına mutluydum ama yoruyordu beni işte. Bir de, nasıl görüneceğini merak ediyordum. Acaba Calum'a mı yoksa bana mı benzeyecekti, bilmiyordum.

Meydanda biraz dolaşıp Starbucks'a oturmaya karar verdiğimde fındıklı pastaları aklıma geldi. Hemen içeriye girip bir frap ve pasta siparişi vererek dışarı çıktım. Elimdeki soğuk frap bardağıyla beraber dışarıdaki masalardan birisine oturdum ve kadın garsonun sipariş ettiğim pastamı getirmesini bekledim. Garson kadın, gidip oturabileceğimi ve fazla gecikmeden pastamı getireceğini söylemişti.

Parmaklarımın arasında çevirdiğim pipetin kağıdını sıyırıp bardağın içine iteklediğimde masanın üzerindeki küllüğün yanında duran Rolling Stone dergisi dikkatimi çekti. Pipetten çektiğim büyük bir yudumun ferahlatıcı bir hisle boğazımdan akmasına izin vererek dergiye uzandım. Üzerinde Lana Del Rey'in bulunduğu kapağı kaldırıp bazı markaların kıyafet reklamı bulunduran birkaç sayfayı çevirdikten sonra gördüğüm sayfayla mideme kramp girdiğini hissetmiştim.

Calum ve üç arkadaşının çıplak fotoğrafının olduğu sayfa bana adeta sırıtıyordu. Başlığı okumaya çalıştım ama Yazın Beş Saniyesi'nden başka bir şeyi seçemedim. Harfler birbirine girmiş, sayfa bulanıklaşmıştı. Midemdeki krampsa yerini karnımda müthiş bir ağrıya bırakmıştı. Dişlerimi sıkarak karnıma sarıldım. Nefes alamadığımı hisseddiyordum. Muhtemelen pastamı getiren garson kadın, getirdiği pastayı masaya bırakıp elimde buruşturduğum dergiyi çekmiş ve kendime gelmem için müdahalede bulunmuş olmasaydı boğulmaya devam ederdim.

Kadının uzaktan gelen sesiyle "Acili arıyorum," dediğini duydum. Kafamı sallayıp karnımdaki ağrının geçmesi için dişlerimi sıkmaya ve ıkınmaya devam ederken kadın telefonunu kulağına götürdü.

Fazla geçmeden kafede kötüleştiğimi gören insanlar başımıza üşüşmeye başladılar. New York'un ortasındaki bir Starbucks'ta, kalabalığın ortasında doğuruyor olmak beni iyice bunaltmıştı. Sıcaktı, güneş tepede parıldıyordu ve doğuruyordum. Tanrım, doğuruyordum!

Ikınmaya devam ettim. Garson kadın dayanmamı, sağlık ekiplerinin birazdan burada olacaklarını söylüyordu. "Annem," dedim zorlukla, nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken. "Telefonum çantamın ön gözünde."

Kalabalıktan başka birisi sandalyedeki sırt çantamın ön gözünü açıp telefonumu çıkardı. Telefonu garson kadın alıp kısa bir sürenin ardından telefonu kulağına götürdü. Kaldığımız otelde benim güzel haberle dönmemi bekleyen anneme doğurduğumu, endişelenmemesi gerektiğini, birazdan sağlık ekiplerinin gelip beni hastaneye götüreceklerini ve kendisinin de benimle ilgileneceğini söyledi.

Bilincim gittikçe kapanırken gözlerimi zorlukla açık tutuyordum. Belki de doğurmuyordum. Ölüm, beni büyük hayallerle geldiğim New York'ta yakalamıştı. Minik bebeğimi kucağıma alamadan ölecektim.

Şuan bir hiçtim ve hiçliğin ortasında ölüyordum.

the girl who sells roses ✧ calum hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin