Yedinci Gün

277 13 10
                                    

Sonunda oldu. Tam bir hafta yani. Buradayım ve bir çıkışım yok. Anlam vermeye çalışmıyorum. Düzeltmeye çalışmıyorum. Yataktan kalkmaya çalışmıyorum. İyileşmeye çalışmıyorum. İnsanları düşünmeye çalışmıyorum. Ne olacaksa olsun artık. Belki de kaybedecek hiçbir şeyimin olmadığı o noktadayım, işlemediğim bir suçtan müebbet yiyebilirim, çalmadığım bankanın parası için ölebilirim, otoyolun tam ortasında durup arabaların kaos yaratmasını izleyebilirim.


Sanırım hiçlik, yokluk, durgunluk, umursamazlık, boşvermişlik tüm bedenimi saran korkunç bir hastalık oldu. Koskoca bir karadelik oldum ve içimde ki hiçbir hisse anlam veremeyip, içimden dışarıya bir şey belli edemiyorum. Aynı zamanda korkunç bir bilinmezlik içinde, bunun anlamsız ve karanlık olmasına göz yumarak, kendimi iyileştirmek için çabalamak yerine, çabalarımın yersizliğini düşünerek yatağımda yatıp kalıyorum. Saatlerin önemsiz olduğu, o anın ne kadar doğru veya ne kadar yanlış olduğunun da pek bir anlam ifade etmediği o karanlık dakikalarda kendi içime dönüp hep şunu diyorum, her neyse.



Tüm bu yazdıklarımın ilk haftamın son sabahı olmasıyla ne kadar ilişki kurdun bilemiyorum Sevgili Günlük, ama şunu biliyorum ki artık beni tanıyorsun. Yani çok olmasa bile bir ilişki kurduğuna şüphem yok.



Yatakta amaçsızca bu düşüncelerle boğulup, bir süre duvara baktıktan sonra doğruldum. Doğrulmanın kime ne faydası vardı ki. Bilmiyorum ama yine de doğruldum. Bugün içimde bir his vardı. Hala da var. Boşluk hissi. Bomboş bir arazide herhangi bir yapı, insan, dikili bir taş bile olmayan bir arazide ufuk çizgisine bakıyormuşçasına bir boşluk. Adlandıramadığım, insanı darmadağın eden, hapsolduğum düşüncelerimin boşluğu.



İçinde bulunduğum durumun, nasıl bir durum olduğunu çözememiş ama aynı zamanda boşvermiş olmanın karmaşası da cabası tabi ki. Daha burayla ilgili bile bilmediğim, yanlış bildiğim, doğrusunu unuttuğum tonla şey var. Bu yerler yani böyle yerler, yani ötekileştirdiğim için değil tabi ki ama daha farklı olmalıymış gibi geliyordu. Daha iyi değil hayır aksine biraz daha kötü. Yani burası çok birinci sınıf ve hayatımın birçok alanında birinci sınıf bir şeye tabi tutulmamış olmanın verdiği bir gerginliği yaşıyorum. Televizyonda, internette görüyorum bakım merkezlerinde, akıl hastanelerin de işlerin nasıl yürüdüğünü. Görüyordum yani. Özel olması işleri biraz değiştirmiş olabilir ama yine de bir haftalık tecrübeme dayanarak bu düzenin rahatsız ediciliğini sorguluyorum. Bizim gibi sınıfı biraz düşük ülkelerde işlerin nasıl yürüdüğünü biliyorum. İnsanların mutlulukla, mutlu olmakla ve mutlu olanlarla nasıl problemleri olduğunu bu yetmezmiş gibi mutsuz olanları daha da mutsuz etmek için ellerinden geleni artlarına koymadıklarını, hastaların nasıl kompleksli olduğunu, hasta bakıcıların nasıl buz gibi olduğunu, on kişiden altısının şiddete nasıl da eğilimli olduğunu biliyorum.


Herkes için geçerli değil. Yani olasılık herkes için geçerli elbette ama diğerleri değil.


Yine de hastalığı içinde bolca barındıran kanayan yaraları bol olan bir ülkeyiz. Buna rağmen de kendi içinde çok eğlenen bir yapıya sahibiz. Öyle işte.


Diyeceğim şu ki tüm bu durumları göz önüne aldığımda burası biraz lüks geliyor. Diyeceğim aslında kısa bir cümleymiş ama işte, açıklaması uzun sürdü.


Sende artık biliyorsun sabah rutinlerimizi uyan, ilacını versinler, kahvaltıya indirsinler, öğlen olsun, bahçeye çıkarsınlar, akşam olsun, yemek yedirsinler. Sana hep bir şeyler yaptırsınlar. Dışarıda ki hayattan çok da farkı yok aslında. Orada da insanlar bana hep bir şeyleri yapmamı söylüyorlardı, ben de yapıyordum. Ödevleri yapıyordum, ev işlerini yapıyordum, geçmemi istemedikleri sokaklardan geçmiyordum, o saatte eve gelmiyordum, sigara içme diyorlardı içmiyordum ve bil bakalım ne oluyordu Sevgili Günlük? Kimse memnun kalmıyordu.


Ben dahil evet.


Bu açıdan bakıldığında evet, dışarıdan pek farkı yok.


Güne geri dönecek olursak yine saati geciktirmeden ilaçlar alındı. Burcu'dan nefret ediyorum. Çok gereksiz ve yersiz bir bilgi fakat yine de sana söylemek istedim. Bir kez daha.


Sonra üstümdekileri değiştirme ihtiyacı olmadan kahvaltı için beklemeye başladım.


Kitap okuyamadım, radyo dinleyemedim. Yazı yazamadım, resim yapamadım, hiçbir şey Günlük hiçbir bok yapamadım. Yalnızca baktım. Etrafa, duvarlara, yatağa, pencereye, kitaplara, kendime, masaya, ellerime üstümdekilere baktım. Sadece baktım işte.



İnsanların hayatı ve hayatın anlamını sorguladığı dakikalar olur, anlar olur, günler olur. Ben de öyle zamanlardan birini yaşıyorum. Hislerim, boşluğum asla dolmayacak, değişmeyecek veya yok olmayacak. Ben ve uzay boşluğum, hissizliğin verdiği o hissin paradoks hali hiç geçmeyecek.


Bu satırlara geçerken dakikarca beklememin sebebi de bu. İnsan ne hissedeceğini bilmiyorsa bunu nasıl dile getireceğini de bilemez, doğal olarak.


Tüm gün aslında düşünürken aklıma yaşadığım bir dönem geldi. Yine böyle bomboş hissettiğim zamanlardan olan bir dönem.


Her şeyin aslında iyi gittiğini söyleyebilirim o zamanda ama bir şey vardı içimde. Sıkıntı. Neden kaynaklandığını bilmediğim, nasıl geçireceğimi bilmediğim, bitmesini ve normal denilen o yüzeysel zamanlara geçiş yapacağım zamanları bekleten bir dönem. Ne kitap okuyabiliyordum, ne bir şeyler izleyebiliyordum, ne çizim yapabiliyor ne de bir şeyler yazabiliyordum. Kısacası beni ben yaptığını düşündüğüm hiçbir şeye elimi süremiyordum. Sadece aptal gibi telefonumda takılıp belki de normalde dinleyemeyeceğim kadar saçma şarkılar dinleyip insanlarla konuşuyor komik postlara vs bakıyordum. Arkadaşlarıma ve aileme bu vasat ruh halimi yansıtmamak için çabaladıkça çabalıyor ama bu sefer de içten içe boğuluyordum. Zamanında yaşanmış kavgaların kötü durumların baskıların buna sebep olduğunu tahmin ediyordum ama tabi ki ortada güncel ve somut bir sebebim de olmadığı için mutsuzluğumun ve dibe vurmuşluğumun sebepleri de genelde regl dönemleri erkek arkadaş problemleri gibi her yaştan kadına yöneltilen klasik sorulara bağlanıyordu.


Hayır regl dönemim değildi. Erkek arkadaşımdan ayrılmamıştım. Ama mutsuzdum asla yükselişe geçemeyecek kadar mutsuz bitkin ve yok olmuştum.


Ama bir yanım nasıldı biliyor musun Sevgili Günlük, şairinde dediği gibi bahar bahçe. Çok güzel tatil fotoğraflarına imreniyor deliler gibi eğlenmek istiyor, mükemmel kombinler yaratmaya çabalıyor ve eğleniyordum.


Eğleniyordum. Tek kelime. Ama içinde neler saklı benim için. Eğleniyorum ama üzgünüm. Eğleniyorum ama depresyondayım. Eğleniyorum ama ağlama hissimi durduramıyorum. Eğleniyorum ama içim paramparça.


Ve sebebini bağlayamıyorum.


***


İşte yine o günlerde ki gibi bir hissiyataydım bugün.


Bir şeyler daha düşündüm. Yiğit'i. Bugün onunla pek karşılaşamadık. Onun hayatını merak ettim. İçimden bir ses onun benden de kötü halde olduğunu söylüyor. Ama bence ben içimde ki seslere çok da kulak vermemeliyim. Burası için çok akıllıca bir hareket değil.



Yarın yeni bir gün olacak, yeni bir haftanın başlangıcı. Belki de uyandığımda babam beni almaya gelmiş olur kim bilir. Şimdilik benden bu kadar Sevgili Günlük.


Sefil bir günün daha sonuna geldim.


Her neyse. Hoşça kal.



Akıl HastanesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin