eleven / i don't want to lose you

1K 88 19
                                    



sia // don't bring me down



"Burada olduğun zamanı birlikte geçirmek ben de çok isterim Cole." diye sakince cevap verdim.

Cole gelmeden önce bu şehirden gidecektim. Cole gittikten sonra da şehirden ayrılabilirdim. Birlikte geçireceğimiz zaman, en sevdiğiniz kafe kapanmadan önce son kez gitmek gibiydi. Bir daha olmayacağının farkında olarak son olacaktı, ama aynı zamanda o zamanın ne kadar değerli olduğunun farkında olarak olacaktı. Zaten iyileştiremeyeceğim yaralar almıştım, bir tanesi daha alsam sorun olmazdı. Sadece son kez iyi hissedecektim.



Bana mutlulukla bakan gözleri gördüğümde, yanlış bir karar vermediğime kendimi inandırmıştım.


Burger king'den çıkıp bizim eve doğru yürümeye başladık. Cole gidebileceği bir otel ayarlamıştı, ama ona yanımda kalmasını istediğimi söyledim. Yük olmak istemediğini söyledi, ev içi durumlarımızı biliyordu, ama zamanınızın kısıtlı olduğunu ve mümkün olduğunca birlikte kalmak istediğimi söyledim. Abur cuburları almasına izin verirsem geleceğini söyledi ve teklifini kabul ettim.


İlerideki mini markete girdiğinde, ben dışarıda beklemeyi tercih etmiştim.


Cole ellerinde poşetlerle geldiğinde, tüm marketi satın aldığını düşündüm.
Bir sürü şey almıştı. Çikolatalar, bisküviler, jelibonlar, cipsler, alkollü içecekler, dondurulmuş yiyecekler. "Sadece birkaç paket abur cubur alacağını sanmıştım Cole. Bunlar benim neredeyse 1 aylık yemeğim. Bunları kabul edemem.' dedim utandığım için başımı öne eğerken.

Onun markete tek girişinde bir kaç yüz dolar harcayacak kadar milyonları olabilirdi. Ama o para benim neredeyse 1 ayda çalışarak kazanabildiğim bir paraydı ve birinin benim için bu kadar harcaması suçlu hissettiriyordu.

"Sana fikrini sorduğumu hatırlamıyorum Elizabeth. Lütfen bu poşetleri taşımama yardım et yoksa kollarımı yerden toplamak zorunda kalacağız." dedi düşüyormuş taklidi yaparken. Taşıyabileceğim kadarını elinden aldım ve birlikte eve yürümeye devam ettik. Konuşarak, gülerek, sesli kahkahalar atarak ve şarkılar söyleyerek.



İçeri girdiğimizde ev boştu. Annem sarhoş olarak gelebilir, ya da geceyi başka bir adamla geçiriyor olabilirdi. "Annem yine gelmemiş." dedim olayları bilen birine sahip olmanın verdiği rahatlıkla. Kollarını belime dolayıp başını omzuma yasladı. "Ben buradayım Elizabeth, annenin yerini tutamam. Ama seninleyim." dedi. Belime doladığı ellerini kendimden uzaklaştırdım. "Bir kaç gün sonra yanımda olmayacaksın ama." dedikten sonra elimdeki poşetleri bırakmak için mutfağa yöneldim.

Gideceğini bile bile onunla birlikte zaman geçirmeyi kendim istemiştim ve şimdi böyle şeyler dememem gerekiyordu. Söylediklerimin pişmanlığı üzerime hemen çökmüştü.


Üzerine pişmanlık çöken tek ben değilmişim ki, Cole yanıma geldi. "Özür dilerim Elizabeth, en başından ortaya çıkmamam gerekirdi. Ama kendime engel olamadım. Eğer bu senin için zor olacaksa, hemen şimdi gitmeye hazırım." dediğinde sesindeki çatallaşmıştı.

Öylece kaldım. Hayat karşıma bu seçimi yeniden çıkarıyordu. Cole'un gitmesini isteyip hayatıma sanki hiç yaşanmamış gibi devam etmeye çalışabilirdim.



Ama son mutluluğumu istiyordum. Sonunda olacak her şeye karşın, bunu istiyordum.

Cevap vermediğim için gitmesini istediğimi sanan Cole kapıya yönelmişti. Ani bir hareketle kolundan tuttum ve onu kendime çevirdim. "Özür dilerim Cole" dedim gittikçe kısılan sesimle "öyle demek istemedim. Sonucunda olacak her şeye hazırım, lütfen gitme."


Beni kendisine çekerek kollarını tekrar belime doladı. Bu sefer önümdeydi ve başım göğsüne geliyordu. Kalbinin olduğu yere. Bedenine sardığım kollarımı sıkılaştırıp başımı göğsüne koydum. Cole da tek eliyle saçımı okşuyordu.

Hani hiçbir zaman bitmesini istemediğiniz anlar olurdu ya, tam olarak onlardan birini yaşıyordum. Eğer o an ölseydim, mutlu ve huzurlu ölmenin ne demek olduğunu bilebilirdim. Çünkü o an, uzun bir süreden sonra ilk defa huzurlu hissediyordum.


Odama geçtiğimizde abur cubur poşetlerinden bir kaçını da yanımızda getirmiştik. Bira içiyor, bir şeyler yerken en alakasız konulardan konuşuyorduk. Cole'un ağzına bir cips attığımda, zorlanmadan yakaladı ve yunan tanrılarına taş çıkartacak şekilde gülümsedi.


Sonra Jake'i hatırladım. Onunla da bu yatakta bira içip cips yediğimizi, geçirdiğimiz zamanları ve her şeyin başıma yıkılışını.


Yüzüm düşüp, cips paketini bir kenara bıraktığımda Cole bir sorun olduğunu anlamıştı. Aramızdaki yastıkları ve yiyecekleri ittirerek yanıma yaklaştı. Ellerimi uzun ince parmaklarıyla tutup sordu "Ne oldu Elizabeth?"


Gözlerini benimkilere dikmişti ve telaşlanmış gibi bir ifadesi vardı. Yaşadığım onca şeyden sonra birine güvenmemem gerekirdi, ama yapamıyordum. Ne dersem diyeyim birine ihtiyacım vardı.


"Jake" dedim "Jake bize geldiğinde onunla da bunları yapmıştık. Geçirdiğim en güzel akşam olduğunu sanmıştım, ama sadece bir canavarı beni daha da paramparça etmesi için beslemişim. Seninle de böyle olmasını istemiyorum Cole, seni güzel hatırlamak istiyorum."

Ellerimi güç verircesine sıktıktan sonra konuştu, "Sana söz veriyorum Elizabeth, beni hatırlayabileceğin en güzel şekilde hatırlayacaksın. Seni asla ama asla hayal kırıklığına uğratmayacağım. Ama şimdi bunları düşünme lütfen. Birlikte geçireceğimiz bir zaman var ve ben bunu en güzel şekilde geçirmek istiyorum."


Elinden tutup onu kaldırdım ve cama doğru götürdüm. Ne yaptığıma bir anlam veremiyordu. Camı açtıktan sonra yangın merdivenine oturdum ve Cole'u da yanıma gelmesi için çağırdım.



"Burası benim özel mekanım. Şehir ayaklarının altındaymış gibi. Ve buraya getirdiğim ilk kişi sensin." başımı yere eğip devam ettim "biliyorsun, pek arkadaşım olmadı zaten."


"Hey Elizabeth, istersen geçmişte insan öldürmüş ol. Bu senin hakkında olan düşüncelerimi asla değiştirmeyecek. Ve buraya gelen ilk kişi olmaktan o kadar onur duydum ki, sanırım bunu kutlayacağım." dedikten sonra cebinden sigara paketini ve çakmağını çıkardı.


Sigarayı yavaşça dudaklarına götürüşünü izledim. Dumanı içine çekişini, ince ve uzun parmaklarının hareketlerini, dumanı dışarı yavaşça verişini. Mailleri ilk yazmaya başladığımda, Cole'u sigara içerken görmek için bir böbreğimi verebilirdim. Ama şimdi yanımdaydı ve bu his tarif edilemezdi.



"Yanında içmemin bir sakıncası yoktur umarım?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. "Hayır" dedim "bana da verdiğin sürece bir sorun yok.". Yavaşça gülümsedi. Paketinden yeni bir tane çıkarmak yerine, kendininkini dudaklarıma yaklaştırdı. "Böyle hayal etmiştin, ben de hayallerini gerçekleştirmek için buradayım Elizabeth." dedi. Dudaklarıma iyice yaklaştırdığı sigarayı içime çektim. Tam da hayal ettiğim gibi, Cole'un elinden sigara içiyordum.

Mailleri yazarken bunun olacağını söyleseydiniz, size uygun bir tarafımla gülerdim. Ama oluyordu işte.


"Başımı omzuna yaslayabilir miyim Cole?" diye sordum. "Tabi" dedi "sorman bile anlamsızdı zaten."



Apartmanın yangın merdiveninde oturmuş, başım Cole'un omzundayken şehrin ışıklarını seyrediyordum. Ve sanki birileri bu anın daha da mükemmelleşmesini istermiş gibi, bir yerlerden treat you better'ın melodisi yükseldi.

Cole'a bakmak için kafamı kaldırdığımda, o da bana bakıyordu. Bu şarkıyı duymak ikimizi de şaşırtmıştı ama ikimiz de halimizden memnunduk.



Cole şarkıya eşlik etmeye başladığında, bu sefer dizlerinde uyumuyordum. Ona bakıyordum, tam gözlerinin içine. Ve bu sefer 'give me a sign take my hand we'll be fine' kısmında sadece ellerimizi birleştirmedi, ellerimizle birlikte dudaklarımızı da birleştirdi.







Günün 3.bölümü ama kendime engel olamıyorum!!!!

Umarım hoşunuza gidiyordur,

İyi okumalar!

heaven // cole sprouseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin