Lillian öksürüklerinin ona izin verdiği kadarıyla gözlerini saatten ayırmıyordu. Geçen her saniye acısını biraz daha derinleştiriyordu. Titanik birkaç dakika sonra hareket edecekti. O burada halsizce yatarken gemi tüm umutlarıyla birlikte Amerika’ya gidecekti.
Sıcak damlalar gözlerinden süzülerek yanağına düştü. Neden, diye sormadan edemiyordu. Neden hasta olmak zorundaydı? Neden annesi, babası veya Emilia değil de o hastaydı? Emilia’nın sağlığını, hiç tükenmeyen umudunu ve tatlı yüzünden eksik olmayan gülümsemesini her zaman kıskanmıştı. Defalarca kez yataklara düşüp bu acılara katlananın o olmasını istemişti. Onu seviyordu fakat böylesine hayat dolu ve pozitif oluşuna katlanamıyordu. İntikam almak istiyordu, çaresiz olmanın, eksik olmanın ne olduğunu öğrenmesini istiyordu. Arkadaşı olabilirdi ama aynı zamanda bir hizmetçiydi. Lillian bunu ona sık sık hatırlatsa da Emilia her zaman görmezden gelmiş ya da gülümseyerek onaylamıştı. Bu kadar anlayışlı olduğu için de nefret ediyordu.
Kaşlarını çatarak gözlerini bir anlığına saatten ayırıp odaya baktı. Neredeydi? Birkaç dakika önce buradaydı ve şimdi yoktu. Umursamadı. Emilia her zaman böyle kaybolur, sonra geri dönerdi.
Telaşla odaya dalan bir hizmetçi gözlerini bir kez daha saatten almasına neden oldu. Lindsay eğilerek annesinin kulağına bir şeyler fısıldadı ve annesinin ağzı derin bir şok ifadesiyle aralandı. Lillian kaşlarını çattı, ne söylemişti?
Julien hizmetçiyi dışarı gönderdikten sonra umutsuzca pencerenin yanında dikilip dışarıyı izleyen eşinin yanına koştu. Yaşadığı şaşkınlık yüzünden sesini alçak tutmakta zorluk yaşıyor olmalıydı ki fısıltısı Lillian’ın hasta kulaklarına ulaşacak kadar güçlüydü.
“Emilia biletler ve eşyalarla birlikte kaçmış.”
Öksürük krizi bu sefer onu hazırlıksız yakaladı. Nefes almakta zorlanıyor, kalbi delicesine bir ritimde atarken kasılıyordu. İhanet… Sözcük zihninde hiç durmaksızın yankılanırken fiziksel ızdırabının farkına bile varmıyordu. Hiçbir şey hissetmiyordu artık, sanki bedeni artık ona ait değildi. Dışarıdan bir gözlemciymiş gibi anne babasının feryat ederek yatağa doğru koştuğunu gördü. Her yer kararıyordu, tüm dünya üzerine çöküyormuş gibi hissediyordu. Ağzına dolan kan yüzünden soluk borusu tıkanmıştı artık, nefes alamıyordu. Fakat acısı bundan da öteydi.
Nasıl cüret edebilmişti? Aklı almıyordu, öylesine tatlı bir insan nasıl böyle bir şey yapabilmişti? Çaldığı sadece biletler değildi, hayallerini de çalmıştı. Lillian asla Amerika’ya gidemeyecekken basit bir köylü kızı hiçbir şey yapmadan bu hayali gerçekleştiriyordu. Yıllar boyunca ona baktıktan sonra minnettarlığını böyle mi gösteriyordu? Küçük yılan, diye geçirdi içinden. Uzun yıllar boyunca nasıl da saklanmıştı aralarında. Demek her şeyi yalandı. Güler yüzü, nezaketi, yumuşacık ses tonu… Hepsi birer yalandan ibaretti.
Saat on ikiyi vururken Lillian Jane Howard, Emilia’nın sahip olduğu en değerli şeyin de bir yalan olmasını dileyerek kendi yatağında, kendi kanında boğularak son nefesini verdi. Titanik, peşinde Lillian’ın ruhu ve son arzusuyla birlikte Amerika’ya doğru yola çıktı.
Emilia gülümseyerek hizmetçilere teşekkür etti ve hepsini süitten dışarı çıkardı. İçindeki derin vicdan azabını görmezden gelmek zor olsa da deniyordu. Bitmişti. Titanik yola çıkmıştı artık, Howardlar onu Amerika’da asla bulamayacaklardı.
Silkinerek bunu bir daha düşünmeyeceğini söyledi kendisine. Yeteri kadar parası olduğunda onlara olan borcunu ödeyecekti, bundan emindi. Karaya adım attığında kendine bir iş bulacak ve çalışacaktı. Öğretmenlik yapabilirdi mesela. Amerika’nın eğitimi ciddiye aldığını duymuştu, çocuklara okuma yazmayı, matematiği ve felsefeyi öğretebilirdi. Referansı olmaması yüzünün asılmasına neden oldu. Ya orası da İngiltere gibiyse? Elinde bir güvencesi olmadan kimse ona iş vermek istemezdi. Başını iki yana salladı, bir yolunu bulurdu. Tanrı aşkına, orası Amerika’ydı! Hayaller ülkesi olarak adlandırılan bir yerde elbette onun için de bir şans olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Unutulmaz Gece
DragosteYaralı bir geçmişe sahip bir asker ve hayallerinin peşinde koşan bir hizmetçi... Ortak noktaları ne olabilirdi, aşktan başka?