Yukarı tırmanırken elimi tuttu ve sıkıca kavradı. Buna şaşırdım. O da güç almak istiyordu benden. Eve yaklaştığımda kapının önünde iki çift duruyordu ve kenarda da renkli saçlı benim yaşlarımda bir kız. Garip bir aile oldukları çok belliydi onlara yaklaşana kadar gözlerini benden ayırmadılar. Yaklaşırken de Yakışıklı kulağıma eğilip "Sakın renklerinde korkuya yer verme." dedi. Ah neden son anda derdi ki. Zaten heyecanlıydım ayrıca saklamayı öğretseydi bununla uğraşmazdık.
Yanlarına vardığımızda wowenlar Yakışıklı'ya tenezzül edip selam bile vermedi. Sadece aralarındaki en güzel kadın elini uzatıp Yakışıklı'ya uzunca baktı. Buna sinirlendim ama duygularım arasından çıkarmaya çalıştım. Diğerleri de bana direk sarılarak "Ne mucize şeysin sen." dedi.
Bense gülümseyebildim sadece. Pembe saçlı kız yanıma geldi ufak tefekti. Güzel bir güzü vardı. Bana ise ilk önce dikkatlice baktı ardından arkasındaki adama döndü sonra tekrar bana baktı ve sarıldı kulağımaysa "Seninle çok yakın arkadaş olacağız" dedi. Gerçekten ailecek garip olduklarını tasdiklediler. Tek tek sarılma faslı bittiğinde eve girdik onlar koltuklara oturduktan sonra "Daha iyi bir ev yok muydu?" derken benim sinirlerim yine oynadı ama rengimi sabit tutmaya çalıştım. Çok küstah ve garip bakışlılar grubu olarak evimizi beğenmemişlerdi. Biz de onları beğenmiyorduk ama onlara bir şey demiyorduk. Babam ve Meta olayları toparlayarak anlattılar.
Garip bakışlı adamın adı Leon'du. Kızı Burçe. Karısı yoktu ama yanında ki kardeşiydi. Onun da adı Eon'du 'yaratıcı bir aile yaratıcı isimler' diye düşünürken gülümsedim. Yakışıklı ise anlamış gibi bana bakıp başını salladı sadece omzumu silktim. Yanlarında ki çift ise bizim arabulucumuz olacakmış ama beni tanımaları gerekiyormuş. İlk soruları da "Tüm duyu organlarını kullanabiliyor musun?" oldu.
Ne diyordu bunlar Allah aşkına. "Dilinizi bilmiyorum." derken güldüm ama tek gülen ben ve pembe saçlı Burçe oldu. Yakışıklı elimi tutarak sıktı. Bu bir uyarıydı. Ben de ifademi düzelterek "Anlamadım efendim." dedim ardından da yakışıklıya -oldu mu? bakışı yolladım. O da –oldu. bakışı yolladı.
-Beş duyu organını kullabiliyor musun? dedi yine.
Sağır değilim sizi duyuyorum ama ne demek istediğinizi anlamıyorum demek istesem de "İnanının ne sorduğunuz hakkında bir fikrim yok." dedim sadece.
Babam araya girerek "Sadece iki duyusunu kullanabildiğini gördük." dedi. O an anladım. Görme ve işitme'den bahsediyorlardı peki geri kalan üç duyuyu da kullanabilir miydim? Dokunma, koklama ve tat kalıyordu geriye. Onlarla ne yapılabilirdi.
Leon bana bakıp "Umarım hepsini kullanabiliyordur. Çünkü ciddi bir işin içine girdin küçük hanım." dedi bakışlarını üstümden ayırmadan.
Hayır yani ben girmedim ki.
Babamla annem rahatladı Yakışıklı ise sıktığı elimi serbest bıraktı. Bu testi geçtin Nefes demekti. Gece yarısına kadar hazırlıklardan konuşuldu. Benim beş duyumla savaşabileceğim kıvama gelmem gerekti bunun içinse adamlarından üç yetenekli seçip yollayacaktı. Bizim tarafımızda yer alacaktı çünkü Lucifer'la eskiden kalma hesapları olduğunu söyledi. Ve tüm gece Yakışılı'yla yaşadığı tek diyalog şuydu:
-Nefesi koruyabilir misin?
-Canım pahasına!
Mühürlü olduğumu söyledikten sonra sormuştu bunu cevabı biliyordu ama onun duymak istediği başka bir şeydi. Ve onu da duymuşçasına güldü. Gece geri yarısına geldiğinde ayrıldılar evden. Burçe uzun uzun sarılarak bana şans diledi. Eğer ki atlatamazsak eğitimleri savaşta bizimle yer alacağını söyledi. Sadece Eon bizim tarafında olacağını söylemeden ayrıldı yanımızdan. Kadında bi gariplik vardı. Tüm gece sadece Yakışıklı'yı izledi ve sanki bizi dinlemiyor gibiydi.
Onlar gittikten sonra yataklarımıza ayrıldık. Annem ise bu gece yanımda değildi. Bense yalnız başıma sadece sabahı düşünebildim. Yakışıklıyla göl kenarındaki halimizi ve uykuya daldım. Sabah 05.00da Yakışıklı başımda oturuyordu.
-Ah hayır, derken mızmızlandım.
-Uyanmalısın.
-Hayır gerçekten. Şu an aslında gece, derken gülmesine sebep olmuştum.
-Uyan görmen gereken bir şey var. dedi bense direnmeyi kafama koymuştum. Bu saatte uyanmak demek intihar etmekti. Bunu anlamamışçasına beni kucakladı. Evin kapısından çıkarken "Sen kazandın." dediğimde yere indirdi beni. Neye acele ediyordu anlam veremiyordum. Ayakkabılarımı giyerken "Hadi hadi" diye kıpır kıpırdı. Şunu fark etmiştim ki onu gördüğüm ilk andan beri ilk defa bir çocuk gibi şendi. "Hazırım." Dediğimde gülümsemesi iyice arttı ve elindeki çantanın birini bana uzattı.
-Bu ne?
-Hadi çok konuşman yüzünden geç kalacağız. diye beni çekiştirirken çantayı omzuma takıvermişti. Ardında da o önde ben arkadan ormanlık yola doğru yürümeye başladık. Yol boyunca doğayla ilgili okuduğu kitaplardan bahsetti. Yıllardır yalnız yaşamasından dolayı çoğu konu da uzman sayılırdı. Diğer her konu hakkında da fikir sahibiydi. O tüm yol boyunca her şeyden bahsederken ben sadece "Hı hı, evet" gibi sözler söyledim. O kadar güzeldi ki bir şeyler anlatması. Anlatırken yüzünün aldığı şekil. Özellikle hayvanlar ile ilgili verdiği bir örnekte tavuk taklidi yapmıştı buna çok gülmüştüm. Sonsuza doğru yürüyüşe çıkmak istedim onunla. Ama dağın en güzel manzaralı yerine geldiğimizde durduk saatine baktığındaysa "Az kaldı." Deyip sessizleşti ve elimi tutup manzarayı izlemeye başladık. Neyi beklediğimizi bilmeden huzur içinde o güzel manzaraya bakıyordum ve şafak sökmek üzereydi. Güneş ışınları yer yüzüne indiği an tüm şehir rengarenk oldu o an ne olduğunu anlayamadım ama ağzım açık izliyordum çünkü tüm renkler ilk önce belirirken müthiş diye düşünmüştüm ama sonra belirginleşip birbiriyle karıştığında nutkum tutuldu. Lunaparktaki renklerin bir arada sentezlenmesiydi ama tüm şehirde aynı anda. Çok uzun sürmemesinden dolayı hayal kırıklığı yaşamıştım. Daha sonrada hepsi gökyüzünde bir araya gelip sarı oldular ve yok oldular bu şekilde... Bu beni büyülemişti. Büyük bir şaşkınlıkla Yakışıklı'ya döndüm yüzünde öyle bir gülümseme vardı ki hem bu büyüden hoşlanıyor hem de benim tepkim çok hoşuna gitmişti.
-Nasıl ama?
-Bu... Bu harika. Nedir bu? Derken ağzımı kapatamıyordum.
-İnsanların auraları. Her gün şafak vaktinde güneş çeker ve tüm gün bizi bununla ısıtır.
-Hadi canım. Ciddi olmazsın? Bunu söylerken omzuna vurmuştum. Benimle dalga geçiyor olmalıydı çünkü tüm coğrafya bilgimi altüst edebilirdi.
-Tabii ki doğru söylüyorum. Sıradanlar bunu farklı bir şekilde yorumluyorlar.
-Sıradanlar?
-İnsanlar.
-Sen değilsin sanki.
-Değilim. Ben bir hiçim. Derken şaka mı yapıyor yoksa ciddi mi anlamamıştım ama mundar olmasını kast ediyor gibiydi. Bu olayı düşündükçe kendimi kötü hissediyordum. Benim yüzümdendi. Ama bu konulara girmeden geri şehrin manzarasına döndüm o da aynısını yaptı. Hava iyice aydınlanmıştı. Yorulduğumuz için biraz dinlenip öyle dönmeye karar verdik. Bu onu yakından tanımam için fırsat olabilirdi. Yine başladı bir şeyler anlatmaya. Ne anlattığını çok takip edemiyordum çünkü kendi kendine anlatırken bazen yarım cümleler kuruyor çoğunda kahkaha atarak yine yarım bırakıyordu. Ama onu bu şekilde görmek her şeyden harikaydı. En son ne kadar çok konuştuğunu fark ettiğinde utandı.
-Çok konuştum biliyorum ama biriyle bu şekilde konuşmayalı çok olmuş.
-Benim çok hoşuma gitti bence hep konuşabilirsin.
İkimizde birbirimize bakıp gülümsedik. Aramızdaki şeyin özel olduğunu biliyordum ama şu an sadece mühür yüzünden olmadığından da emindim. O benim hayatımda hep başrol oynamak için doğmuştu adeta.
Eve dönüş yolunda ise bu sefer ben konuşkan taraf olmayı seçtim. Ona x ve y'den bahsettim.
Belki bir gün tanışırlardı ve bu harika olurlardı çünkü x'e bu kadar yakışıklı biriyle sevgili olacağımı hep söylerdim. Şimdi de ispat zamanıydı. Gerçi sevgilim değildi daha ama olacaktı biliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFES
Fantasy"Ah size bundan bahsetmedim daha değil mi? Sanırım deli olmamı düşünmeyin diye erken anlatmak istemedim. Sizlerde ruh haline göre renkleri görebiliyorum yani aşıksan avucunda kırmızı bir aura oluşur sinirliysen siyah olur. Huzurluysan pembe, yenilik...