Bölüm 12: Katedrale Çağrı

197 30 16
                                    

Uyandığında ne kadar verimsiz uyuduğunu fark etmişti. Kendini dinlenmişten ziyade, sersemlemiş gibi hissediyordu. Rahatsız edici histen nefesini üfleyerek kurtulmaya çalıştıysa da bir işe yaramadı. Yavaşça sızdığı koltuktan doğrulmaya çalıştı. Göğsünde duran kitap kayıp yere düşünce refleks olarak aniden dikildi. Elleriyle gözlerini ovuşturup eğildi ve kitabı koltuğun üstüne bıraktı. Derin bir nefes aldı.

Başka bir hayata uyanmıştı.

Sallana sallana mutfağa yürüdü. Buzdolabının kapağını açtığında tahmin ettiği bir manzarayla karşılaştı. Bomboştu. Sıkıntıyla üfleyip annesinin verdiği zarfı nereye koyduğunu düşündü. Cebine koyduğunu hatırlayana kadar evde iki tur atmıştı. Ardından elini cebine attı. Sinirle gözlerini devirerek ihtiyacı olacak kadar para alıp marketin yolunu tuttu.

Hava yine kapalıydı ve sabah serinliği vardı. Sabah düşüncesi aklına gelmişken, Tobias telefonundan saate baktı. 11:05i gösteren saat hayattan bir dakika daha uçtuğunu gösterircesine bir adım daha attı geleceğe: 11:06.

Küçük bir markete girdi. İhtiyacı olduğunu belirlediği şeyleri aklında toparlayıp sırayla elindeki sepete atmaya başladı. Yumurta, katı yağ, peynir, portakal suyu ve biraz da ekmek aldı. Asıl alışverişi yapmaya üşenmiş, ertelemişti. Tekrar son bir kontrol yaptıktan sonra kasaya yöneldi. Hala uykuluydu. Uyanamamış olmanın etkisiyle onu beğeniyle süzen sarışın kasiyeri bile fark etmeden parayı bırakıp kuru bir "İyi günler." ile evine geri yöneldi.

Anahtarını çevirip kapıyı açtığında karşısındaki manzara garip gelmişti. Kendi evine o kadar alışmıştı ki burada yabancı birinin evinde misafirmiş gibi hissediyordu. Ancak bu hisler elbette ki zamanla geçecek ve burası evi olacaktı.

Düşünceler arasından bilincini çıkarabildiğinde mutfağa gelmiş, malzemeleri yerleştiriyordu. Lazım olanları tekrar tezgaha alıp dolapları kuracaladı. Küçük bir tava ve ona uygun tabak çıkardı. Bir yandaki dolaptan tost makinesi çıkması sevinciyle yumurtaları aynı dolaptan çıkardığı kapta kırıp hemen önündeki çekmeceden bulduğu çatalla çırptı.

Kahvaltısı hazır olduğunda aynı zamanda odasına bıraktığı bavuldan dizüstü bilgisayarını da çıkarmış, masaya yerleştirip kurmuştu. Mutfaktan kendisine hazırladığı tepsiyi masanın bir diğer kenarına koydu ve amcasının dediği modemin üstündeki kağıdı alıp kablosuz internetin şifresini girmeye koyuldu. Tostundan ilk ısırığını aldığında internete bağlanmıştı.

Yemeyi bitirene kadar internetten Köln'e bakmıştı. Yeterince baktığına kanaat getirince tepsiyi tekrar mutfağa götürdü ve yapacak bir şey bulmaya çalıştı. Günleri böyle geçecekse eğer zor bir hafta bekliyordu onu.

İşte, yine aklına Lucitech gelmişti. Durduk yere bir hafta süre vermelerine hala bir anlam veremiyordu. Üstelik daha kimseyi tanımıyordu. Ani gelen bir kararla bilgisayarın başına geçti. Arama motoruna "Lucitech" yazacaktı ki "Luc" yazılı olduğu sırada çıkan önerilerde "Lucy" filmini görünce duraksadı. Ne kadardır izlemek istediği bir film olduğunu hatırlayınca "Acaba şimdi mi izlesem?" şeklinde bir fikre kapıldı. Scarlett Johansson hayranı olarak çoğu filmini izlemiş olsa da Lucy nasip olamamıştı. Filmi izlemekten vazgeçmesi uzun sürmemişti; ancak Lucitech'e olan odağını da kaybetmişti bile. Bilgisayarını kapatıp tekrar kitabın başına dönme kararı aldı.

*****

Kitabı bitirip tekrar rafa koymaya gittiğinde, hissettiği şey; hayal kırıklığıydı. Lena'nın onda uyandırdığı beklentiden olmalı, kitap onu çok etkilememişti. Ne kadar havası bir kılavuz kitabını andırsa da, yazarın seçtiği bazı kelimelerden ufak da olsa öfke sezilebiliyordu. Yazarın duygularını hissettiği an, Tobias kitaptan uzaklaşırdı. Ancak yine de kabul etmeliydi ki her ne kadar kendisi çok etkilenmemiş olsa da kitabın anlam veremediği bir çekiciliği vardı. İnsanı okumaya itiyordu. Özellikle ikinci bölümde cadıların özelliklerinin anlatıldığı kısımda kitap iyice ilgi çekici hale gelmişti. Üçüncü bölümde ise bir kılavuz halini almıştı.

TERS SAVAŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin