"Herkes kendi hayat hikayesinin kahramanıysa şayet, hala bizi bekleyen mutlu sonlar var demektir"
"Babanı kaybettik!" dedi annesi ağlayarak küçük kızına. Nasıl olurdu ki? Kocaman adam nasıl kaybolurdu? Küçük kız bir yandan bunları düşünürken bir yandan da babasını bulmasını ve annesinin acısını dindirmesi gerekiğini düşünüyordu. Hem babası zamanında az bulmamıştı onu, saklandığı ağaçların tepesinden, dolapların içinden, dere kenarlarından... Bir saklambaç oyunu gibi düşündü bunu. Demek ki şimdi saklanma sırası babasındaydı ve onu bulmalıydı. Ve yine iyi bilirdi ki babası iyi saklanırdı. Hatta saatlerce bulunamasa bile asla çıkmazdı. Tüm gece hazırlandı, annesine mektup yazdı. Sonra sırt çantasını alıp güneşin doğuşuyla evden çıktı ve yola koyuldu...
Hiçbir tepki vermeyen kızına şaşırmıştı annesi. Ağlamamıştı mesela... Bağırmamıştı... Neden diye isyan etmemişti. Zaten çocuklar isyan etmeyi ne bilirdi. Hatta garip bir tebessüm bile yakalamıştı kızının yüzünde. Bulandırmadı onun duygularını... Yeni bir gün olmasını bekledi. Tekrar karşısına alıp konuşacaktı kızıyla.
Saat epey ilerlemesine rağmen kızının kalkmadığını görünce, uyandırmak için odasına girdi. Yastığını yorganın içine koymuştu Ayşe. Mektubu da yastığın üstüne. Sıcacık yatağında bir mektup yatıyordu şimdi küçük kızının yerine. Duvardaki saatin sesinden daha çok çıkan kalp atışlarını dindirip mektubu okumaya başladı.
"Sevgili Anneme...
Sakın benim de kaybolduğumu düşünme. Ben nerede olduğumu biliyorum. Ve mhtemelen babamın da nerde olabileceğini biliyorum. Sen de biliyorsun ki babamın sırdaşı bendim. Tüm gece düşündüm. Birden hatırladım ki, babam her gece hayalini, gitmek istediği yeri anlatırdı bana. Kaf Dağını. Korkma anne elimde bir klavuzum var. Ve sana söz veriyorum babamı bulacağım.
Sevgilerle küçük kızın Ayşe.... "Geç kalmıştı kızıyla konuşmak için... Kayıp kelimesine yeni anlamlar katabilmek için... Şimdi bir anne bu durumda neler hissedebilirdi? Acısı nasıl tarif edilebilirdi? Durum zordu... Anne de bu zor durumun içindeydi ama bizim hikayemiz annesi değil Ayşe'nin ta kendisiydi...
Ne demişti mektubunda," Korkma anne, elimde bir klavuzumvar." Tabiki elinde bir klavuzu vardı. Hem klavuz olmadan uzun yola çıkılır mıydı? Hemen son bir kez kontrol etmek için elini çantasına attı, babasının ona her gece okuduğu masal kitabının - Zümrüd-ü Anka'nın - yanında olduğunu tekrar kontrol ettikten sonra öptü, ona sıkıca sarıldı ve " İşte benim klavuzum", dedi , yüreği heycan dolu bir şekilde gülümseyerek...
Evet klavuzu bir masal kitabıydı...Zümrüd-ü Anka'ydı... Çünkü babası Kaf Dağından bu kitabı okuyunca bahsetmişti. Hayallerini bu kitabı okuyunca anlatmıştı. Peki madem hayallerine Ayşe de ortaktı, neden kızını da yanına almamıştı? Hani birlikte gidebilirlerdi, öyle söylemişti babası. Yoksa Ayşe'den önce o mu görmek istedi? Artık babasını bulduğunda, ona soracağı soruları vardı. Şimdi yol alma zamanıydı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAF DAĞI Bir Zümrüd-ü Anka Masalı
General Fiction(Büyükler için de masal kitabı) Yazarın Notu: Derler ki, "Babalar dağlar gibidir. Sağlamdır. Onlara güvenle yaslanırsınız. Zannedersiniz ki bir gün giderlerse arkanızdaki dağ yıkılır." Ama öyle olmuyor işte... Kağıt kesiği gibi gidiyorlar... İnced...