Gün yeni doğmuştu. Şehrin sırtını dayadığı dağdan akıp heybetiyle şehri izleyen şelale, güneşin ilk ışığıyla sararmaya başlamış, esnaflar dükkanlarını açmaya başlamıştı. Balıkçı Kapgan, atına yüklediği av malzemeleriyle nehrin yolunu tutmuştu. Bugün istediği kadar balık yakalamayı umuyordu. Son birkaç gündür ancak evlerine yetecek kadar balık yakalayabilmişti. Günlük ihtiyacından fazla yakaladığı balığı pazarda satıyor, kazandığı parayla evini geçindirmeye çalışıyordu Kapgan. Önce şehrin sokaklarından geçti. Sonra ise şehrin dışından nehre kadar uzanan tarla ve bahçelerin arasında yoluna devam etti. Büyük bir elma bahçesine varınca, biraz soluklanmak için yakınında bulunan çeşmede mola verdi. Soğuk sudan içtikten sonra bir süre şehri izledi.
Şehir yapılaşma itibariyle büyük bir dağın eteklerine kurulmuştu. En üstte büyük kral sarayı bulunuyordu. Çevresinde yine çok katlı krallık binaları, gözetleme kuleleri ve zenginlerin yaşadığı evler vardı. Dağın eteğinden düz araziye inince küçük, tek katlı binalar başlıyordu. Bu bölgelerde daha çok esnaf ve ekonomik durumu iyi olmayan insanlar yaşıyordu. Şehrin göbeğinde büyük bir meydan vardı. Bu meydanda bazı günler gösteriler düzenlenir, pazarlar kurulurdu. Çok sık olmasa da bazı suçlular burada cezalandırılır ve idam edilirdi. Şehrin dışına doğru binalar bittikten sonra, tarlalar ve bahçeler başlıyordu. Tarlalar ve bahçeleri büyük bir nehir kesiyordu. Aynı zamanda bu nehir şehrin de sınırlarını oluşturuyordu. Nehirden karşıya geçmenin tek yolu yıllar önce üzerine yapılan, şehrin heybetine yakışır büyük bir köprüydü. Köprünün her iki tarafında da gözetleme kuleleri bulunuyor, giriş çıkışlar kontrollü sağlanıyordu. Zaten karşı yakaya geçmek isteyen çok az insan vardı. Köprünün karşısına geçince büyük bir orman karşılıyordu insanları. Buraya geçenler orman çalışanları, askerler ve bazı esnaflardı.
Kapgan çeşmenin başında yeterince dinlendikten sonra tekrar yola koyuldu. Bu kez her zaman gittiği yerin aksine, nehrin daha uzak bir yerine gitmeye karar verdi. Nehir kıyısı boyunca yol aldı Kapgan. Yeterince ilerlediğine karar verince, sazlıkların olduğu bir yerde durdu. Önce atını yakınındaki bir ağacın gövdesine bağladıktan sonra, av malzemelerini ve oltasını indirdi. Sazlıklarda iyi balık yakalayabileceğini düşünüyordu. Oltalarına yem bulmak için su kenarında yem aramaya başladı. Boyundan büyük sazlıkların suyla buluştuğu yerleri eliyle aralayarak küçük kurbağa ve böcek aramaya koyuldu. Bulduğu böcek ve kurbağaları beline astığı torbasına dolduruyor, gününün iyi geçmesi için içinden tanrıya dua ediyordu. Elleriyle sazlıkları aralarken bir ses işitti. Biraz kulak kesilip sesin geldiği yöne hareketlendi. Sesin geldiği yere varınca donup kaldı, ne yapacağını şaşırdı. Yerde örtüye sarılmış bir bebek duruyordu. Öylece baktı önce. Sonra bebeği kucaklayıp atına yöneldi. O an tüm av malzemelerini unutup, atın üstüne atladı ve bebekle şehrin yolunu tutmaya başladı.
Kapgan o gün sazlıkta bulduğu bebeği tanrının bir armağanı olarak görmüştü. Ancak evde baktığı iki bebeği daha vardı ve üçüncü onun için çok fazla zorlayıcı olacaktı. Hem karısını bu konuda ikna etmesi de zor bir işti. Eve vardığında karısının şaşkın ve biraz da korku dolu bakışları arasında durumu açıkladı. Önce sert bir şekilde karşı çıkmasına rağmen, Kapgan'ın karısı merhamet duygusuyla sahip çıktı çocuğa. O da üçüncü bir bebeğe bakmanın zor olacağını biliyordu.
Bebeğe o gece Pars adını koydular. Yıllar yılı kovaladı ve Pars artık yürüyor, konuşuyor ve kendi kararlarını kendi vermeye başlıyordu. Öz babası olarak bildiği Kapgan ile nehre balık tutmaya gidiyor, balıkçılığı öğreniyordu.
Artık kaçınılmaz olan an geldiğinde, Kapgan Pars'ın onun öz evladı olmadığını, onu nasıl bulduğunu anlattı. Önce inanmak istemese de, gerçekleşe yüzleşen Pars daha fazla dayanamadı ve babasının yanından kaçtı.
İşte bugün, yıllar önce kaçıp saklandığı terkedilmiş orman kulübesinde o günleri düşünüyordu. O günden sonra orduya başvurmuş ve birkaç yıl öncesine kadar görev yapmıştı. İtaatsizlik yüzünden ordudan atılmış, cezalandırılacağı mahkeme günü geldiğinde yine kaçıp bu kulübeye saklanmıştı. Elinde içki şişesiyle eski günlerini düşünürken kapı çaldı. Pars yakınındaki masadan destek alarak, ayağa kalktı. Elindeki şişeyi masanın üstüne bıraktı. Sendeleyerek birkaç adım atıp pencereye gelince, perdenin kenarından dışarıya göz attı. Gelen eski bir dostuydu.
Kapıyı açtığında karşısında şişman eski dostu ve yanında zayıf uzun boylu bir adam vardı. "Hala yaşıyorsun demek dostum!" diye hırıltılı bir kahkaha patlattı şişman olan. Diğeri tepki vermeden yavaş adımlarla onu takip ederek içeri girdi. "Sana bir çaylak getirdim" diye devam etti şişman adam. Pars masanın üstüne koyduğu şişeyi tekrar eline alıp, büyük bir yudum alkol içti. "Ben kimseyi eğitmiyorum, Tulsar" diyerek kırmızıya dönmüş gözleriyle şişman eski dostuna baktı.
Tulsar Pars ile ordu siparişleri alırken tanışmıştı. Pars askerken, sık sık siparişler için Tulsar'ın demirci dükkanına geliyor, sohbet ediyorlardı. Pars ordudan atıldıktan sonra ise, onu saklandığı kulübesinde ziyaret etmeye başladı. Dostlukları çok sağlamdı. Pars içip kafayı çektiğinde, çoğunlukla sıkıcı asker hikayelerini dinliyor ama bazende ormanın uzak noktalarına gittiği hikayeleri dinlerken heyecandan yerinde duramıyordu. Bugün buraya bu yüzden gelmişlerdi. Tulsar, yanında Pars'ı heyecanlandıracak birini getirdiğini biliyordu.
"Ona güzel bir kılıç yapacağım ve sen de onu eğiteceksin" dedi gür sesiyle. Sonra "Bu seferki farklı" derken sesini gizemli bir şekilde kıstı. Pars, Tulsar'ın yanındaki adamı neden getirdiğini ve ne demek istediğini anlamaya çalışırken zayıf olan adam araya girerek heyecanla, "Onu ben ikna ettim, beni sana getirmesi için. İyi bir kılıca ve kılıç ustasına ihtiyacım vardı. Tulsar kılıcı yapabileceğini ve bana kılıç kullanmayı öğretmesi için iyi bir kılıç ustası tanıdığını söyledi" dedi. Pars adamı dinlerken arada Tulsar'la gözgöze geliyordu. Zayıf olan adam devam etti: "Benim adım Arbek. Bilimyurdu'nda öğretmenim ve bu şehirden uzaklara, bir şeyi aramaya gideceğim"
Pars alkollü halinden eser kalmamış gibi gözlerini şaşkınlıkla kocaman açarak Tulsar'a baktı. Tulsar, hınzır gülüşünü suratına takarak, "Doğru duydun eski dostum, Pars. Bu şehirden uzaklara gitmeyi istiyor" dedi ve tekrar bir hırıltılı kahkaha patlattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arayış: Yolculuk
Fantasía"Ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyi arıyorduk. Uğruna uzun yollar kat ettik. Köprüler geçtik, denizler aştık. Gerçeği anladığımızda eve dönecek kadar ömrümüzün kalmadığını fark ettik. Ve şimdi korkuyoruz" Bu öyküde insanlığın içine düştüğü büyük bu...