Hanın arka bahçeye açılan kapısından yirmi kadar adam çıktı. Üzerlerinde kendilerini gizleyen pelerinleri ve erzaklarını taşıdıkları çantaları vardı. Arka bahçelerden yürüyerek nöbetçi askerlerden uzak durmak istiyorlardı. Önlerinde şehirden ayrılmak için yarım saatlik bir yol vardı. Bu süre içerisinde kimseye görünmeden nehir kıyısına varmaları ve daha önceden kıyıya demirledikleri tekneye binmeleri gerekiyordu.
Tekneyi Börgen inşa etmişti. Pars, Tulsar ve Arbek uzun zaman önce, yolculuk planlarını kesinleştirdikten sonra Börgen'in yanına gelmişler ve ondan bir gemi yapmasını istemişlerdi. Planlarını Börgen'e anlattıktan sonra, o da yolculuğa katılmak istemiş ve kendini kabul ettirmişti. Şehirden ayrılmanın tek yolu olan köprüden bu kadar kalabalık geçemezlerdi. Her ne kadar denetimler çok sıkı olmasa da ormancılıkla uğraşan köylüler ve esnaflar haricinde ormana geçişe çok fazla izin verilmiyordu. Şehir, yöneticileri tarafından tamamen kapalı bir kutu gibi yönetiliyordu. Şehri bir sur gibi çevreleyen nehirden dışarı çok fazla çıkılmasına izin verilmiyor, bulundukları yerin dışarısında ne olduğu hakkındaki konuşmaları da yasaklanıyordu. Kendi içerisinde büyüyen, sınırlarını zorlamayan bir halk yaşıyordu bu devasa şehirde. Bugün eski handan ayrılan insanlar zincirlerini kırmak için yola çıkmışlardı. Tekne ise şehirden ayrılmaları için en güvenli yoldu. Önceden belirledikleri yerde tekneye binecek ve nehri takip ederek ormanı dışarıdan dolaşabildikleri kadar gideceklerdi. Sonrası için ise onları nelerin beklediği hakkında bir fikirleri yoktu.
Gruba Pars öncülük ediyordu. Grubun içerisinde birkaç saray yöneticisi, Bilimyurdu'nda görev yapan eğitimciler, esnaflar ve birkaç asker bulunuyordu. Askerler içerisinde ormanda görev yapan sadece Pars olduğu için, öncülük görevini ona vermişlerdi. Sessizce evlerin arasından ilerleyip ekin alanlarına çıktılar. Ay ışığı altında yeni biçilmiş bir buğday tarlasını geçerek meyve bahçelerine vardılar. Meyve bahçeleri onları bir süre daha gizleyecekti.
"Biraz kilo vermemin vakti gelmiş" dedi Tulsar soluk soluğa yürürken. Kahkaha sesi yükseldi gruptan. "Aç kalırsak seni yemek zorunda kalabiliriz. Eve dönüş için yeteri kadar et çıkar senden." diye gülerek bir bakış attı Pars Tulsar'a. "Midenize otururum." diye homurdandı Tulsar. Gülerek yollarına devam ettiler. Herkes heyecanlıydı. Şimdiden sanki saatler geçmiş gibi hissediyorlardı. Oysaki yolu henüz yarılamışlardı. Şanslarına bugün dolunay vardı ve bu, açık alanda görünmelerine sebep olabilirdi.
Bahçenin bitimine yakın Pars gruba durmasını işaret etti. Bu bahçeden sonrası nehre kadar tarlaydı. Herkes durup, kısa bir mola için bir süre beklediler. Pars diğerleri dinlenirken etrafa göz atarak nöbetçileri kontrol etti. Her zamanki gibi köprü üstünde askerler duruyor, ellerinle meşalelerle güvenliği sağlıyorlardı. Grubun bahçeden çıkıp nöbetçilere farkedilmeden nehir kenarına ulaşmaları ve doğrudan sazlıkların arasına girmeleri gerekiyordu.
Serin bir yaz akşamıydı. İçinde bulundukları elma bahçesi parlak kırmızı elmalarla dolu, dallar ağırlığı taşımakta güçlük çekerek aşağı sarkıyordu. Tarlalar yeni hasat edilmiş, toplanmaya değmeyecek yaralı veya şekli bozuk sebzeler yerlerde evsizlerin kendilerini toplamalarını bekliyordu. Mola esnasında arada sırada bazı vahşi hayvanlar tarlada beliriyor, yerdeki sebzelerden alıp kaçıyorlardı. Bu kadim şehir hem insanlara hem de hayvanlara oldukça cömert davranıyordu. Her ne kadar şehir yönetimi insanları sınırları içerisinde tutmak için baskı altında tutsa da, insanların bunca bolluğu bırakıp başka bir yere gitmeye cesareti yoktu. Biraz yokluk görenler kafayı çekince ağız dolu küfürler sallayıp şehirden gitmeyi söz konusu etse, ya bir nöbetçi askerin beygirinin nalları arasında eziliyor ya da ayılana kadar dayak yiyordu. Ama bugün artık tüm geri dönüş kapılarını kapatmışlardı. Aylardır eski handa bu günün planını yapıp, uykusuz geceler geçiriyorlardı. Henüz evlenmemiş olanlar yeterince şanslı sayılabilirdi. Evli olanlar ise geride kadınlarını bırakmak zorunda kaldılar. Fakat onlar bu macera için kadınlarını bile bırakacak kadar özgür ruhlu ve istekliydiler.
"Hazırlanın" diye seslendi Pars. "Hızlı olmaya çalışın ve tekneye binince hemen küreklere asılın." Herkes tekrar ayaklandı. Pars gözleriyle nöbetçileri kontrol ederken "İşaretimi bekleyin" dedi alçak bir ses tonuyla. Elini yumruk şeklinde havada tutuyordu. Askeri anıları tekrar canlanmış olmalıydı. Hiçbir zaman rütbeli bir subay olamamıştı ancak şu an yirmi kadar adama önderlik ediyordu. Yumruğunu hızlı bir hareketle indirdi ve biraz yüksek sesle "Şimdi!" diye seslenerek koşmaya başladı. Bahçenin içinden sırayla herkes çıkarak koşmaya başladı. Teknenin demirlendiği sazlığın kenarına biraz sonra varmak üzereydiler. Pars sazlığa varınca hemen diz çökerek diğerlerinin gelmesini bekledi. Hemen arkasından Arbek geldi ve tekneye atladı. Daha sonra diğerleri seri bir şekilde tekneye atladılar. En son Tulsar koşmaya benzer hareketlerle onlara yetişmeye çalışırken uzaktan bir ses geldi. Pars sesin geldiği yöne bakınca nöbetçilerin kendilerini farkettiğini gördü. Uzaktan bulundukları yere doğru sesleniyorlardı. Daha sonra ise iki nöbetçi nöbet yerinden ayrılarak yanlarına koşmaya başladı. Tulsar en sonuncu olarak tekneye atladı. Pars hala sazlıkların kenarında duruyordu. Uzaktan nöbetçilerin sesi gelirken tam olarak durduğu yere dikkatlice göz gezdirdi. Yıllar önce kendisi henüz bebekken üvey babası balıkçı Kapgan'ın Pars'ı bulduğu yerdi burası. O gün Kapgan sayesinde hayata tutunmuştu ve şu an yine aynı yerdeydi. Dolunay ışığının vurduğu haşmetli şehre baktı. Ay ışığı büyük duvarlara yansıyor, şehri korkutucu bir canavar gibi gösteriyordu. Pars'ın burda bulunduğu günden, şu ana kadar olan zaman hızlıca gözlerinin önünden geçti. O canavara teslim olmayacağım diye geçirdi içinden ve tekneye atladı. Nöbetçiler yolu yarılamıştı ama yetişemediler. Teknedekiler hızla şehrin tam tersi yöne kürekleri çekmeye başladılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arayış: Yolculuk
Fantasía"Ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyi arıyorduk. Uğruna uzun yollar kat ettik. Köprüler geçtik, denizler aştık. Gerçeği anladığımızda eve dönecek kadar ömrümüzün kalmadığını fark ettik. Ve şimdi korkuyoruz" Bu öyküde insanlığın içine düştüğü büyük bu...