Bölüm 4: Arbek

65 10 1
                                    

Bilimyurdu merdivenlerinden yavaş yavaş aşağı iniyordu Arbek. Üzerinde Bilimyurdu eğitimcilerinin giymiş olduğu zengin görünümlü kıyafet ve omzuna asılı, beline kadar gelen deriden yapılmış bir çanta vardı. Merdivenden aşağı inerken, onu gören öğrenciler karşısında saygıyla eğiliyor, o geçene kadar o şekilde bekliyorlardı. Gözleri yere bakıyor olsa da aslında gördüğü şey basamaklar değil, aklından geçenlerdi Arbek'in. 

Yıllardır Bilimyurdu'nda öğretmenlik yapıyor, felsefe derslerine giriyordu. Bulunduğu konuma gelmesi kolay olmamıştı. Bu ülkede doğan çocukların hayat yolu üçe ayrılıyordu. Birinci yol, en kolay olanı, babalarının yaptığı mesleği devam ettirmekti. Akılları ermeye başladıktan sonra babalarının yanında çalışıp, onlar öldüğünde yerlerine geçmek için baba mesleklerini öğrenmek zorundaydılar. Maddi durumu iyi olmayan ailelerin çocukları genelde bu yolu tercih ederlerdi. İkinci yol ise orduya katılmaktı. Bu yol biraz heyecan arayan çocuklar için seçilebilecek bir yoldu. Ayrıca anne babası olmayan çocuklar da ordu tarafından büyütülüp asker oluyorlardı. Bu yol aileler için zorlu bir seçenekti. Bir kez orduya alınan çocuğun, ordudaki görevi son bulana kadar ailesini görme şansı olmayabiliyordu. Burası devasa bir şehirdi ve güvenliğini sağlaması kolay değildi. Şansı olanlar şehirde devriye ya da surlarda nöbetçi olarak görev alıyordu. Diğerleri ise şehir dışında, ormanda, dağlarda, uç köylerde ve birçok gözetleme noktasında görev alıyordu. Bu askerlerin tekrar şehre gelebilmesi için, yaşlanıp görev sürelerinin dolması ya da ordudan atılmaları gerekiyordu. Üçüncü yol ise Bilimyurdu'na katılıp matematik ya da felsefe öğrenmekti. Bu yol çoğu insan için imkansızdı. Bilimyurdu'na katılmak iyi bir zeka, konuşma yeteneği ve sosyal sınıf ayrıcalığı gerektiriyordu. Genelde saray çalışanlarının çocukları Bilimyurdu'na katılabiliyor, başarıyla bitirdiklerinde ise sarayda görev yapma şansına sahip oluyorlardı. Arbek içinse durum biraz farklıydı. O fakir bir ailede dünyaya gelmiş, zeki bir çocuktu. Ancak tanrı tarafından bahşedilmiş zekasına rağmen fiziksel olarak yeteri kadar güçlü değildi. Babası gibi mobilyacılık yapmaya gücü yetmiyordu. Babası ormana gidip, ormancıdan uygun keresteleri at arabasına yüklüyor ve şehirdeki dükkanına indiriyordu. Getirdiği keresteleri yapacağı eşyaya göre ölçüp biçiyor ve kesiyordu. Tüm bu işlemler Arbek'in gücünün çok ötesindeydi. Bu sebepten dolayı Arbek, kendine farklı bir hayat yolu çizmeliydi ve Bilimyurdu'na gidebileceğini düşünüyordu. Öncelikle Bilimyurdu sınavına katıldı. Başarısı dikkat çekmişti ancak onun fakir bir ailenin çocuğu olması önüne ilk engel olmaya yetiyordu. Sınavdan daha zor olarak, geçmesi gereken saray çocukları vardı. Birkaç yıl boyunca sınava katılmaya devam etti ve merhametli bir öğretmen sayesinde Bilimyurdu'na kabul edildi. Başlarda matematik dersi almasına rağmen, o felseye yöneldi. Öğretmenleri ile uzun sohbetlerde bulundu. On beş yıllık eğitim süresini başarıyla tamamladıktan sonra artık kendi de bir eğitimci olabilecekti. 

Arbek yaklaşık yirmi yıl görev yaptıktan sonra aklını bazı şeyler kurcalamaya başladı. Tam da bu merdivenlerden inerken, buradan çıktığı ilk günü düşündü. O gün üstündeki eski kıyafetlerle hor görülürken, şu an zengin gösterişli kıyafetler giyiyor, istediği yemekleri tadabiliyor, saray sınıfıyla oturup felsefe konuşabiliyordu. O gün o basamaklara ilk adımı atan Arbek, sıfırdan başlayarak şu an sahip olabileceği en üst konuma gelmişti. 

"Bir insan daha ne ister?" diye bağırdı merdivenlerde aniden. Kelimeleri kesme taş duvarlara çarpıp soğuk koridorda yol aldı yankılanarak bir süre. Binadaki öğrenciler büyük bir şokla bakakaldılar öğretmenlerine. Arbek yerden kafasını kaldırıp hızlı adımlarla dışarıya yöneldi. Aklını işgal eden düşüncelerini bir türlü kontrol edemiyordu. "Sahip olduğum onca şey... bir şey eksik. Tanrım beni ne ile cezalandırıyorsun? Bunca zenginlik, bir şey eksik... Her istediğim şeye sahip olmama rağmen bir şey eksik!" Arbek olduğu yerde dönerek etrafına bakındı: Çalışan esnaflar, ipeklere nazikçe dokunan kadınlar, köpeğin peşinde koşan çocuklar, devriye gezen askerler. Etrafında döndükçe gözlerinin önünden kayıp geçen resimlerdi sanki gördükleri. Daha hızlı döndü etrafında Arbek ve daha hızlı geçti resimler gözünün önünden. O an sanki bu dünya ona ait değildi, her şey yapaydı. Bir an durup öylece bekledi. Sanki karar vermesi gerekiyordu bir şeye. Tekrar ani hareketle yürümeye başladı. Gittiği yer babasınının dükkanıydı. Sokağın ortasında hızlı adımlarla yürürken pelerini etrafa savruluyor, cılız vücuduna rağmen heybetli bir görüntü katıyordu Arbek'e. Babasının dükkanına geldiğinde, kardeşi bir keresteyi zımparalıyordu. "Babam nerde?" diye seslendi Arbek, kardeşi Tolan'a. Dükkanda olmadığını görünce, cevabı beklemeden koşarak merdivenlerden yukarı, eve yöneldi. İçeri girdiğinde yaşlı babasını çiçekleri sularken gördü. "Tanıdığın bir demirci var mı baba?" diye sordu ve babasının meraklı bakışlarıyla tarif ettiği yeri öğrenir öğrenmez tekrar yola koyuldu. 

Verdiği kararın doğru olduğuna inanıyordu Arbek. Kararından vazgeçerse, bir daha cesaret edemeyeceğini de biliyordu. Aklını kemiren, içine sığmayan o soruların cevaplarını bulmak için gereken her şeyi yapacaktı. Aradığı şeyin ne olduğunu bilmese de, onu bulmadan asla geri adım atmayacaktı. Babasının  tarif ettiği yere yaklaşınca biraz yavaşladı. Bir dükkandan demir sesleri geliyordu. Bir süre bekledi, iyice soluklandı. Demir sesleri kesilince artık içeriye girebileceğini düşündü ve derin bir nefes alarak dükkan kapısından içeri girdi. Örsün sağında, kapıya bakan geniş bir sandalyenin üstünde kendinden birkaç kat iri bir adam oturuyordu. Demirci ona dikkatlice bakarken, kendisinin bir şey demesi gerektiğini anladı. Elini köşedeki kılıç yığınına uzatarak: "Merhaba benim adım Arbek, burada en iyi kılıcı sizin yaptığınızı duydum." dedi.

Arayış: YolculukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin