Köşkün sessiz koridorundan geçerken hiç olmadığım kadar rahat hissediyordum. Yüzümde huzur ve mutluluk dolu bir gülümseme vardı ve bu gülümseme mutfağa girdikten sonra bile devam etmişti. Rose'un bunu fark ettiğini biliyordum.
"Neler oluyor?" diye sorarken şaşkın gözüküyordu.
"Hiç, ne olabilir ki?" Çay içtiğine göre yemeğini bitirmiş olmalı, diye düşünerek, "boş" tabaklarla dolu tepsiyi tezgaha bıraktım ve karşısına oturdum. İlk önce Brain'nin yemeğine öncelik verdiğim için (ki bundan oldukça memnunum) karnım birazcık açtı.
"Brain'nin yemeğini neden sen yedikten sonra vermedin, Jane?" diye sordu Rose.
Neden bu kadar şaşırdığına anlam veremeyerek, "Ona öncelik vermek istedim," diye yanıtladım onu. "Ve bundan sonra da öyle yapmayı düşünüyorum."
Kaşlarını çatıp beni anlamaya çalışan bir yüz ifadesi yükledi suratına. Ama ben onu umursamayarak, benim için önceden koymuş olduğu tabağa patates püresinden koymaya başladım. Nedendir bilinmez, hâlâ gülümsüyordum.
***
O sabah uyanıp Brain'nin odasına gittiğimde, dün gördüğüm manzarayla karşılaşmamak beni olduğumdan daha mutlu yapmıştı.
Koyu renkteki güneşliklerle odayı kapatmamış, odayı kasvetli bir hâle bürümemişti. Geniş pencerelerden birini açmıştı. Ve en önemlisi, uyanması gereken saatte uyanmıştı. Yatağında değil, berjerindeydi. Tıpkı dün akşamki gibi.
"Günaydın, Brain," dedim neşeli bir edayla. Bana arkası dönük olduğu için siyah saçlarına ve ince boynuna kaymıştı gözüm. Brain gerçekten yakışıklı biriydi, onu bu hâle getiren asıl olayı merak etmeden duramıyordum. Şu an böyle bir yaşantıda olması... beni üzüyordu.
Kahvaltı tepsisini yeniden şifonyerin üzerine bırakarak Brain'nin dağılmış olan yatağına doğru ilerledim. Büyük bir özenle çarşafını, yastıklarını ve yorganını düzelterek geniş yatağı topladım. Hepsinin pahalı ve kaliteli kumaşlarını ellerimde hissedebiliyordum.
Tepsiyi elime alarak tıpkı dün geceki gibi Brain'in karşısına oturdum. Fakat otururken biraz şaşkındım çünkü oturduğum sandalyeyi dün gece kendi odama gitmeden önce aynen yerine koyduğumu hatırlıyordum.
Ben yanına gelmeden önce, oturmam için bunu o mu koymuştu?
Sormadım. Ama öyle olduğunu anlamıştım. Başka kim koyabilirdi ki? Ve bundan çıkaracağım anlam, onun yanında olmamı istemesi miydi?
Bu düşünce karnıma bir ağrı sapladı. Nedenini bilmediğim için, o ağrıyı çekmeye razı oldum.
Tepsiyi dizlerine bırakırken göz temasından kaçınmıştım. Oturdum ve arkama yaslandım. O ise yavaşça kahve kupasını ince, zarif parmaklarıyla kavrayıp dudaklarına götürdü. Bir yudum aldıktan sonra da kahvaltılıklarla ilgilenmeye başladı. Ben ise onu izlemeyi zevkle sürdürdüm. Çok iştahlı yediği söylenemezdi, hatta dün akşamki yemekleri tam olarak bitirmemişti. Ama yine de, bunu onun için zorlayamazdım. Demek ki çok acıkıp çok yiyen biri değildi. Nasıl olsa midesine bir şeyler gidiyordu ve aç kalmıyordu, önemli olan buydu. En azından benim için. (Böyle şeyler düşünüp kendimi tatmin etme çabalarım, sanki bir bebek bakıyormuşum gibi hissettiriyordu.)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OBSESSION
Teen FictionOnu ilk gördüğümde, tekerlekli bir sandalyedeydi. Siyah irisleri, keskin yüz hatları ve soğuk bakışlarıyla bana bir düşman gibi baktığında, ilk başta bunu umursamadım. Ancak bakacağım kişinin bir çocuk yerine o olduğunu öğrenmem, durumu tamamıyla de...