Göğsüm endişe ve heyecanın verdiği karmaşık etkiyle hızla alçalıp yükselirken, Brain'nın sorguya ev sahipliği yapan bakışlarının altında gittikçe ezildiğimi hissediyordum. Gözlerini gözlerimden bir saniye olsun ayırmaksızın vereceğim tepkiyi izliyordu. Telefonun çaldığı andaki fevri çıkışımın nedenini bilmek istediğini biliyordum ancak ona verebileceğim mantıklı bir açıklama yoktu. Varsa bile, şu an onu bulacak kadar iyi düşünemiyordum. Aklım bir az önce çalmayı bırakan telefondaydı.
"Brian," diye mırıldandım bir açıklama yapacakmış gibi cümleye başlarken. Devamını getiremeyeceğimin farkındaydım fakat aramızda büyümekte olan sessizlik o kadar sinir bozucu bir hal almıştı ki konuşma gereği duymuştum.
Brain kaşlarını kaldırarak devam etmemi bekliyordu. Harelerine sıçrayan sabırsızlığın varlığı beni daha da köşeye sıkıştırırken, içim artık sıkıntıyla dolup taşmıştı. Ona yalan söylemek, daha doğrusu buna zorunda hissetmek gerçekten berbat bir histi. Oysaki sadece kendi sorunumu kendime saklamaya çalışıyordum.
Tam o anda, Rose'un "Telefon size," diye seslendiğini işitmem, bakışlarımı Brain'nın gözlerinden ayırmamı sağladı. Ardından bir kapı rüzgarın etkisiyle olsa gerek hızla kapandı ve sesiyle etrafı inletti. Sanırım bu verandanın kapısıydı ve Bayan Kaitlyn oradan çıkmıştı. "Gidebilirsin" dedi Rose'u kastederek. Sesi öyle heyecanlı, öyle panik geliyordu ki söylediklerini olduğum yerden bile işitebiliyordum.
Brain de ben de hiçbir tepkide bulunmadan kapının arkasındaki konuşmalara odaklandık. Kaşlarımı çatıp silik cümlelere kulak kabartırken, bir yanım artık rahatlamam gerektiğini söylüyordu. Sonuç olarak arayan kişi Aiden değildi, telefon Bayan Kaitlyn'e gelmişti.
"Telefonun tekrar bana gelmiş olabileceğini düşündüm," dedim yavaşça Brain'a dönerken. Biraz olsun rahatladığım için daha mantıklı düşünebiliyordum şimdi.
"Kimden?" Cümlemi bitirir bitirmez karşılaştığım soru karşısında afallamama mani olamasam da, bozuntuya vermemem gerektiğinin bilincindeydim. "Ben," diye başladım konuşmaya. "Şeyden, az önce arayan arkadaşımdan."
Brain birden bire kaşlarını çattı. Bana doğru bir adım atıp daha da yakınlaşırken, gözlerimi kırpıştırarak ona bakmaya başladım. "Arkadaşın kim?"
"Neden soruyorsun ki?" diye sordum sessiz bir mırıldanışla.
Yüz hatlarının yavaş yavaş keskinleştiğini fark ettiğimde, yutkunup bir adım gerilemeye çalıştım ancak kolumu tutan eli buna izin vermemişti. Aklına bir şey düşürmüştüm bir kere, cevabını almadan rahat bırakmayacaktı, biliyordum.
"Neden merak ediyorsun, Brian?" diye sordum sesimi yumuşak tutmaya özen göstererek. "Arkadaşım işte."
"Jane."
Kapının ardından gelen beklenmedik sesle irkilirken, bakışlarımı Brain'dan çekip yan tarafıma yönelttim. Bu Rose'du.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OBSESSION
Teen FictionOnu ilk gördüğümde, tekerlekli bir sandalyedeydi. Siyah irisleri, keskin yüz hatları ve soğuk bakışlarıyla bana bir düşman gibi baktığında, ilk başta bunu umursamadım. Ancak bakacağım kişinin bir çocuk yerine o olduğunu öğrenmem, durumu tamamıyla de...