Mezarlıklardan nefret ediyordum. Ölülerin şehri. Şimdi bu şehre dahil olacaktı Damlam. Annem olmayacaktı burda ya da babam. Babamı severdim içiyordu ama iyi insandı. Bana hiç istemediğim anılar bıraktı ama babamdı.
Koluma giren Ediz'e bakıp yürümeye devam ettim. Cenazenin olduğu yerde Aysun Halam ve Ömer eniştem duruyordu. Beni görünce halam kırmızı gözlerini bir an bile benden ayırmadı. Ona doğru yaklaştıkça ağlıyordu. Duygusuzca ona yaklaşmaya devam ettim. Yanına vardığımda yutkundum ve konuştum, " Başımız sağolsun." Kafasını sallayıp ağlamaya devam etti. Bi on dakika sonra bir araçla gelen cenazeleri görünce nefesim kesiliyormuş gibi hissettim. Ediz ve Deniz sakin gözüküyordu ancak ikiside Damla'Yı çok severlerdi.Cenazeler gömülürken toprağı kıskandım. Benden alıyordu onları. Parçalarımı benden koparıyordu. Sessizce ağlıyordum. Sessizce taşıyordu okyanusum. Kimse görmüyordu. Ben ve Okyanusum.
EDİZ
Cenaze boyunca kimseye göstermeden ağlayan Su cenaze bitiminde yanaklarındaki ıslaklığı sildi ve halasına veda etmeden arkasını döndü ve arabaya ilerledi. Deniz şaşkın bakışlarla Su'ya bakarken ben Su'yun arkasından gidiyordum. Biliyordum içinde fırtınalar kopuyordu. Tek başına ağlıyordu. Sessizce.
Hepimiz arabaya bindiğimizde Su'ya baktım ve Deniz'e gidelim işareti verdim. Su yol boyunca gözünü dışarıdan ayırmamıştı. Kemer'inin takılı olmadığını gördüm ve ona, "Kemer'ini takmalısın!" Dedim. Gözlerini yoldan almayarak, "Hayat çok kısa kendimi sırdan bir arabanın içinde zincirleyemem."
"Saçmalama lütfen! Takar mısın?"
"Tamam! Haklısın." Kemer'ini takılını izledim. Yavaşça takıyordu. Takmak istemiyordu. Kemer'ini takınca bende önüme döndüm.
Eve vardığımızda ilk Deniz indi ve evin kapısını açtı. Biz ise arkadan gidiyorduk. Su önce girip odasına koşarak çıkınca Can'ının acısını hissedebiliyordum. Kalbi sökülüyordu.
SU
Odama girer girmez kapıyı kilitleyip kapının önüne çöktüm. Ağlıyordum. Ağlamak istemiyordum ama elimde olan bir şey değildi. Nasıl yaşayacaktım? Okula Nasıl gidip Ada'ya bakacaktım. Dostumun ablalarının binevi katiliyken nasıl bakardım ki? Bunu okulda uygulamalı olarak göreceğim için şuan pek düşünmek istemediğim için yatağıma atladım ve kulaklığımı taktım. (Sia-sunday) yatakta uzanmış bir şekilde dururken gözüme çizim defterim çarpınca yatakta yavaşça doğrulup defteri almak için eğilip defteri aldım. Birden kendimi sırt üstü yatıp defterin içini açtım. Damla'yı çizmiştim. Defteri ıslatan yaşlarımı silip sayfayı çevirdim. Bir darbe daha, Ada'yı çizmiştim. Kısacası bu defter beni parçalarıma tekrar ayırıyordu. Gözyaşlarımı silip defterle birlikte odanın kilidini açıp alt kata koşarak indim. Mutfakta duran çakmağı alıp dışarı çıktım. Arkamdan hızla gelen Ediz ve Deniz'i görmezden gelip Bahçenin ortasında durdum ve çakmağı yaktım, yavaşça defteri çakmağın Alev'ine tuttum. Sayfalar yanmaya başlayınca göz yaşlarım Alevleri söndürmek istercesine akmaya başladı. O an kendime söz verdim Alevler durduğunda, defter kül olduğuna bir daha bu konu için ağlamayacaktım ya da herhangi bişi için. Beş dakika içinde küle dönüşen defterle birlikte göz yaşlarımı silip hızla içeri doğru yöneldim. Kapıda beni izleyen Ediz ve Deniz'e, "Yorum yok. Bir daha göz yaşlarımı kimse göremeyecek." Dedim ve koşarak odama çıktım. Kapımı kapattığımda derin bir nefes alıp Damla'nın çok gizli kutusunu elime aldım. Yavaşça yatağıma oturdum. Bellide yapmamalıydım, gizli kalmalıydı. Onunla birlikte sırları da boğulmalıydı.Damla'yla ait her şeyi toparlayıp yatağımın üzerine koydum. Kısa bir bakış atıp aşağıya Ediz'in odasına indim. Kapısının önüne geldiğimde onun onaylamayacağını düşünüp Deniz'in odasına yöneldim. Kapıyı hızlıca çalıp beklemeye başladım. Hemen açılan kapıyla kapının önünde duran Deniz'i ittirip içeri girdim.
"Arabanızı alabilir miyim?"
"Nedenine bağlı!"
"Lütfen bişi olmaz."
"Ediz'e soralım."
"Hayır lütfen. O hayatta izin vermez. Kafamı toplamam lazım."
"Peki ama rica ediyorum yarım saate geri gel. Yoksa Ediz beni yer."
"Tamam saol."
"Anahtarlar mutfakta." Kafamı tamam anlamında sallayıp. Yavaşça odadan çıktıktan sonra aynı şekilde yavaşça Ediz'in kapısının önünde geçtim. Hızlanarak merdivenleri indikten sonra bu sefer koşarak mutfaktan anahtarları aldım ve aynı ritmimde dışarı arabanın yanına ilerledim. Arabaya vardığımda Damla'nın eşyalarını almadığımı fark ettim. Yukarı tekrar çıkamazdım. Yeni telefonumla Deniz'i aradım, "Alo Deniz benim odadan yatağın üstündeki şeyleri şuan soru sormadan ve Ediz'e yakalanmadan getirir misin?"
"Tamam!" Telefonu kapattım ve arabanın içine girip beklemeye başladım.Beş dakika sonra telaşla koşarak gelen Deniz'in arkadaşından gelen Ediz'i görünce panikle arabayı çalıştırdım ve ön camı açtım.
"Koşş Deniz!" Ben bunu derken Deniz'i yakalayan Ediz bana doğru gelmeye başladı . Panikle gaza bastım ve ilerlemeye başladım. Arkamdan bağıran Ediz'e son kez baktım ve önüme döndüm. Sahile gidiyordum. Hızla!
EDİZ
Su'yun arabayla uzaklaşmasını izledikten sonra Deniz'e döndüm, "oğlum kafan mı güzel?"
"Ya bişi olmaz!"
"Olursa vicdanın seni kemirecek."
"Evet!" Hızla içeri girip kanepeye attım kendimi. Beklemeye başladım. Uzun bekleyişler her zaman umut doludur. Çünkü o kadar beklemesine deymesini ister insan. Tabiki sonuç hüsran.
SU
Kısa süre içinde sahile ulaştığımda hızlı adımlarla iskeleye yürümeye başladım. Çok soğuktu. Deniz dalgalıydı ve ben tek başımaydım. Çok ilerde bir dükkan vardı ancak bir şey olsa yetişemezlerdi.
İskeleye vardığımda. Ucuna oturdum ve düşünmeye başladım. Sadece düşünüyordum ağlamak istemiyordum. Kendime söz vermiştim. Tabiki sözümü bir anlık unutup göz yaşlarımın yanaklarımdan süzülmesine izin verdim. Rüzgar gö yaşlarımı yönlendiriyordu. Bir an aklıma geldi. Rüzgar! Bir an öyle biri vardı değil mi diye düşündüm sonra beynimi daha fazla meşgul etmemek adına bu düşüncemi kafamdan attım.Biraz daha ağladıktan sonra denize baktım. Hırçındı! Dalgalar çok şiddetliydi. Sanki bana kızmıştı ve beni çağırıyordu. Gitmeli miydim? Okyanus'uma kavuşmalı mıydım? Zaten karada kimim kalmıştı ki? Kime bağlanacaktım? Oysaki Okyanus beni bekliyordu. Annem,babam ve Damla beni çağırıyordu. Gitmeliydim ve bu Özleme son vermeliydim. Yavaşça ayağa kalktım. Son kez etrafa baktım ve nefesimi verdim. Gözlerimi kapattım kollarımı açtım ve Okyanus'uma atladım. Soğuktu. Huzura eriştiğimi hissetmiyordum. Nefesim bittiğinde dayanamamıştım ve yüzeye çıkmaya çalıştım. Okyanus buna izin vermiyordu. Ciğerlerime dolan suyu hissediyordum. Gerçekten kötü bir yolculuktu. En berbatından.
Her şeyin bittiği noktada suya birinin atladığını duydum. Biri beni kurtarmak için atlamıştı ve ben artık Okyanus'umu onunla paylaşıyordum. Ancak kim oldunu göremeden kararan gözlerim dejavu yaşarken kendine sövüyordu.
Ediz
"Gelmedi lan!"
"Hadi gidelim."
"İyide nereye?" Deniz'in umutsuzca sorduğu soruyla aynı anda koşarak Su'yun odasına doğru koşmaya başladım. Hızlıca kapıdan içeri daldım ve birşeyler aradım. Arkamdan gelen Deniz, "Ne arıyorsun?"
"Günlük gibi bişi!"
"Kızın günlüğünü mü okuyacaksın?"
"Aptal aptal konuşma günlüğüne nereye gideceğini yazmıştır."
"Sanırım bu!" Deniz in elindeki defteri alıp okumaya başladım. Hep Okyanus'undan bahsediyordu. Acaba sahile mi gitti diye kendime sorular sorarken Deniz, " Oğlum çok açık işte! Sahile gitmiş!"
" Tamam hadi gidiyoruz çıkar bisikletleri." Deniz kafasıyla beni onayladığını gösteren bir hareket yapıp aşağıya indiğinde arkasından ilerlemeye başladım. Umutsuzluk beni boğarken umut ise benim ayakta durmamı sağlıyordu.ÖNCELİKLE KAREKTERLER DEĞİŞTİ. YANŞ ÜçünCu BÖLÜMÜ TEKRAR Bİ OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM. KAREKTERLERİ AYRI BİR BÖLÜMDE TANITACAĞIM.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Esperanza
RomanceDışarı bakın. Ne görüyorsunuz? Su aptal lise aşıklarından olmak istemiyor ama Poyraz'ın ona aşık olması olayları değiştiriyor? Peki asıl soru o mesajları ona kim attı? Ciddi miydi?