Akdeniz açıkları
Koçbaşı savaş gemisi
Sabah 5:45
Tarih 14 Mart 2030Yatakhanede yankılanan o kulak tırmalayan ses bütün çocukları yataktan kaldırdı. Bu onların uyanma vakitlerinin geldiğini bildiriyordu.
Çocuklar teker teker yataklarından kalkıyor ve eşofmanlarını giyiyordu.
Marcus'ta yatağından kalkmak üzereyken sesin geldiği yöne baktı.Ses yatakhanenin girişindeki büyük kapının tam üzerinden kırmızı ışıklar saçan sirenden geliyordu.Her sabahki gibi kulak tırmalıyordu.Marcus her zaman olduğu gibi kırmızı sirene söylenerek kalktı.Siren otuz saniye daha yatakhanenin boş gri duvarlarında yankılandı.
Bu zemini ve duvarları demir ile kaplı geminin en alt kısımında bulunan yatakhane yaklaşık kırk ranza ve seksen dolaptan oluşan geniş bir yerdi.
Marcus seri bir şekilde ranzaların arasından geçerek dolabına doğru yöneldi.Pijamasını çıkartıp eşofmanını giydi.Dolaplar yatakhanenin en sonunda olduğu için kapıya doğru yaklaşık elli metresi vardı.Uykudan açılmak için yeterli bir mesafeydi.Çünkü birazdan sabah antremanları başlayacaktı. Yatakhanenin tam ortasında büyük bir masa vardı. Burası arkadaşların yatmadan önce oturup sohpet etmeleri için ve günü değerlendirmeleri için ortak alandı. Marcus tam ordan geçip kapıya yönelirken gri masanın üstüne çıkan Martin'i gördü.
Martin iri yarı bir çocuktu. Ayrıca Marcus'un buraya gelmeden önceki hayatından tanıdığı tek arkadaşıydı.
Martin hep neşeli olandı ve Marcus'un arkasını kollardı.
Martin Marcus'a oranla arkadaşları tarafından daha çok sevilirdi.
Kışlanın sevilen çocuğu her zaman Martin di.Marcus meydandan kapıya doğru ilerken Martin konuşmasına başladı."Siz fareler beni burada son görüşünüz ve bu pislik yuvasından ayrılmama üç gün kaldı. Çünkü artık gerçek adamlarla olacağım. Sizin gibi geceleri yastığına sarılan kız çocuklarıyla değil."
Sözlerini bitirirken arkadaşları tarafından alaycı tezahüratlarla masadan indi. Şimdi sıra Marcus'ta idi. En sevdiği işler arasında Martin'e sataşmak vardı. Zaten sevdiği şeyler bir elin parmağınıda geçmezdi. Gününün çoğunu antreman yaparak geçirirdi. Tek amacının iyi bir asker olup geçmişiyle hesaplaşmaktı.
Marcus daha fazla beklemeden söze girdi. "Tabikide burdan gidebilirsin ama haftanın sonunda üç sınavında başarı elde edersen."
Büyük bir sessizlik oldu ve herkes Martin'den bir yanıt bekliyordu.
Martin biraz yutkundu ve hemen fark ettirmemek için ortamı yumuşattı. "Hadi ama dostum o saçma sınavlar kimin umrunda."dedi. Bunu söylerken bile sesi titrekti. Nedeni ise askeri okulun son senesine gelen bütün öğrencilerin tek engelleri kalırdı."Subaylık Talim Sınavları"
Bu sınavlar son sınıf öğrencilerini üç farklı aşamada sınar . Bu sınavlar bedenen ve ruhen en tahrip edici testlerdir. Başarıyla bitiren öğrenci az olup bitiremeyenleri de çok daha kötü sonuçlar bekliyordu. Ama Marcus ve arkadaşları sınava çok iyi bir şekilde hazırlanmıştı. Marcus kendinden ve arkadaşlarından çok emindi. Hepsi çok iyi eğitilmişti ve Marcus ders sonlarında , eğer isterlerse bütün arkadaşlarına birkaç saat daha antreman yaptırıyordu. Sadece kendini düşünen biri değildi. Arkadaşlarınında başarılı olmasını istiyordu ve onlar için her türlü fedakarlığı yapmıştı.Martine ufak bir tebessüm ederek merdivenlerden yukarı antrenman sahasına çıktı. Gününü antrenman yaparak geçirecekti. Artık sadece kaderinin belirlenmesine üç gün kalmıştı.
*****
Marcus için zor bir geceydi. Kabuslarla dolu bir uyku çekiyordu. Ama bu gelecekle ilgili kaygısı veya şuanki sınavın stresi ile ilgili bir rüya değildi. Hayalinde canlandırdığı bir korkusu da değildi.
Haftanın neredeyse her gecesi benzer kabusları görüyor ve geçmişteki yaraları sürekli kanıyordu. Bu seferkisi en ilginci ve en acımasız olanıydı belki de.10 Haziran 2019
8 Candlelight Ct
Potomac , MD 20854 ,Washington,
Amerika Birleşik DevletleriMarcus yatağında uzanmış kulağında kulaklık ile müzik dinlerken telefonundanda dün gece izleyemediği Washington Redskins - Philadelphia Eagles maçını izliyordu.
Kendisi Amerikan futboluna hastalık derecesinde hayrandı. Okul takımında yardımcı kaptan görevindeydi. Ve kaptanlık ünvanını Martin'den almak için her gün aralıksız antrenman yapıyordu.
Marcus maçı izlemeye devam ederken alt kattan annesi Sophia'nın sesini işitti.
"Marcus sana son kez sesleniyorum , eğer aşağıya gelmezsen akşama kadar yemek yiyemeyeceksin."Marcus homurdanarak telefonunu kapatıp yatağına fırlattı. Annesinden oldukça çekinen Marcus, Sophia'nın dominant bir kadın olduğunu biliyordu. Babası kansere yakalandığında bile güçlü kalarak aileyi bir arada tutmaya çalışmıştı.
Hızlı adımlarla aşağıya inerek masadaki yerine oturmuştu. Marcus'da masadaki yerini alınca aile tamamlanmıştı. Artık dua zamanıydı. Oldukça inançlı bir aile olan Wood ailesi dua için el ele tutuşmuşlardı. Her zamanki gibi duayı Marcus'un babası Eboard yapacaktı. Herkes gözlerini kapadıktan sonra kısa bekleyiş oldu.
Marcus'un küçük kız kardeşi Rebeca gözlerini açmadan konuşmaya başladı.
"Hadi baba seni bekliyoruz daha fazla dayanamıyorum acıktım."
Karşı taraftan yanıt gelmemişti. Küçük kız daha fazla dayanamayarak gözlerini araladı ve bütün odayı inleten bir çığlık kopardı. Annesi telaşla ellerini Marcus'dan ve kocasından çekerek kızına baktı. Kız kendinden geçmiş bir şekilde hıçkırıklara boğularak ağlıyordu.
Marcus gözlerini açtığında hemen karşısındaki babası Eboard'ın yüzüne baktı sol gözünden ve burnundan sarı tenine kanlar akıyordu. Süzülerek narin dokunuşlarla teninde yayılan kan, sanki bir yere gidecekmiş gibi zikzaklı rotalar çizerek ağızına doğru süzüldü.
Marcus araba farı görmüş ceylan gibi dona kalmıştı. Sadece ağzından kendisinin bile zor duyabileceği ses tonuyla "baba" dedi. Marcus için herşey ağır çekimde gibiydi. Gözlerini yavaşça kırpıp kafasını abisi Lucas'a çevirdi. Herkesin çok korktuğu belliydi. Lucas'ın yüzü bembeyaz olmuştu. Tam o esnada babası elinin tersiyle abisine bir darbe indirdi. Sandalyeden düşen çocuk şaşkınlıktan olduğu yerden kalkmadan babasını izledi. Marcus birden oturduğu sandalyeden kalması gerektiğini düşünüdü. Hızlı bir şekilde kalkıp ağlayan küçük kız kardeşine sarılıp Rebeca'nın gözlerini kapadı.
Baba Eboard yüzünde hiçbir ifade olmadan boş bakışlarla masadan kalktı ve çalışma odasına girdi. Olayın şokunu atlatan diğer aile fertleri birbirini seyrederken yere düşen ağabey Lucas toparlandı.
Nefes nefese Martin'in sesi eşliğinde uyanan Marcus derin bir nefes aldı. Kan ter içinde uyanan çocuk arkadaşına sadece "su" diyerek sebili işaret etti.
Hızlı adımlarla suyu getiren Martin arkadaşını teskin etmek amacıyla eliyle sırtını sıvazladı.
"Yine o aptal kabuslardan biri miydi dostum?"
Marcus bardağından son bir yudum alarak komidinin üzerine bıraktı. Nefesini içten ve acıyla vererek kafasını salladı.
"Hemde en kötülerinden birisiydi. Belkide en kötüsü."
Martin arkadaşını bu şekilde gördüğü için çok üzgün ve çaresiz hissediyordu. Genellikle şakacı ve hayta olan Martin söz konusu Marcus olunca çok hassas ve ciddi oluyordu.
"Neyseki bir kabustu kardeşim ben senin yanındayım ve bir daha bize asla zarar gelmesine izin vermeyeceğim"
Marcus memnuniyetini ifade edercesine kafasını öne eğip Martin'e sarıldı.
Martin onun iyi olduğuna kanaat getirince yatmasında bir sorun olmadığını düşündü.
"Sınavlara yalnızca bir gün kaldı kardeşim, birazcık istirahat etmelisin. Yorgun olmanı istemem çünkü seni geçtiğimde bir bahanen olsun istemiyorum." Diyerek onu tatlı mizacıyla yerine yatırdı. Marcus huzurlu bir uyku dileyerek kendini karanlığın kollarına bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümden Sonra: Kaybolan Ruhlar
Science FictionLabirent ve Açlık Oyunları serileri gibi distopik bir hikaye. Günümüz dünyasından biraz uzaklaşmak istiyenlerin hikayesi. Nefes kesen bir olay örgüsü.İnsan piskolojisinin sınırları.Mantık ve kalbin savaşı.Tedavi amaçlı çıkarılan ilacın virüse dönüşm...