Marcus ertesi sabah gidecekleri operasyonun detaylarının anlatılacağı bir toplatı olmasına rağmen gecenin ikisinde uyuyamamıştı. Nedeni ise iki gündür aklından çıkaramadığı revirdeki uyanışıydı. Raven'ın kendisi için üzülmesini düşünüyordu.
Gerçekten ona değer veriyormuydu?
Kendisinin dik duruşuna ve asil davranışlarına ilk görüşte hayran kaldığı kadının kendisinin hastalığı karşısında bu derece çaresizliğe düşmesi gecenin bu vaktinde aklını kurcalıyordu.Tekrar onu teskin etmek için elini tuttuğunda kendisinin hissettiği huzuru Raven'da hissedebilmişmiydi?
Yatağın başlığına yaslanmış bunları düşünürken Raven'ı kafasından çıkartması gerektiğinin kararına vardı. Yatağından doğrularak kapıya yöneldi. Kapının kolunu kendine çekip dışarıya temiz hava ile beynini boşaltıcaktı ki birisi kapıyı ondan hızlı açtı.
Yüzüne doğru gelen büyük beyaz kapıyı farkeden Marcus, hamle yapması için çok geç olduğunu anladı.
Yüzünde patlayan kapıdan sonra bir süre dünyası karardı. Sadece "gözüm!" diye bağırabildi. Kafası yere doğru eğik elleri kaşında iken bir çift elin onun ellerinin üstüne geldiğini farketti. Küçük ama sıcak ellerdi bunlar. Uyandığında hissettiği sıcaklıkla aynısıydı. İnce ve titrek bir ses işitti. "Üzgünüm! Aman tanrım iyimisin? Senin orada ne işin var?"Bu ses Raven'ın sesiydi. Tüm gece kafasından çıkaramadığı kadın karşısındaydı. Marcus gözündeki acıdan değilde uykusunu kaçıran kadının karşısında belirmesine sinirlenerek kafasını kaldırdı: "Asıl senin bu saatte benim odamda ne işin var? Tanrım gözüm yanıyor!"
Raven, Marcus'un inatla bastırdığı gözünü açmaya çalışıyordu. "Tanrı aşkına çek şu elinide bir kontrol edeyim!"
Marcus homurdanarak ellerini çekti. Şimdi o sıcak ve küçük eller yüzündeydi. Bir anda gözündeki acı kayboldu. Yerini yine o huzura bıraktı.
"Kaşında birazcık açılma var. Birazda şişmiş. Şişliğin gözüne inmesini önlememiz lazım. Benimle gel pansuman yapmamız gerekiyor."
Çok geçmeden Raven'ın odasına vardılar. Çokta büyük bir oda değildi. Ortada bir yatak, sağ tarafında üzeri karışmış çalışma masası, yatağın karşı duvarında bir akvaryum ve yatağın solundaki duvarda ise büyük bir kitaplık bulunuyordu.
Marcus'u yatağın üzerine oturtturduktan sonra ilk yardım dolabından pansuman malzemelerini alarak yanına oturdu. Kanlı yarayı temizledikten sonra oksijenli su döktü ve üzerine ince bir bant çekti. Yatağın yanındaki minik buzdolabından bir buz torbası çıkartarak Marcus'un yüzüne bastırdı.
"Canın çok yanıyormu?"
"Hayır, aslına bakarsan yaptığın iyi geldi ama hala bu saatte kapımda ne aradığını söylemedin?"
Raven derin bir nefes aldı. Gözlerini Marcus'un gözlerinden kaçırarak yere baktı.
"Aslına bakarsan seni görmeye geliyordum. İyi olup olmadığını kontrol etmek için.""Sen gelene kadar iyi sayılırdım! Gördüğün üzere karşı karşıya geldiğimiz her an bir felakete dönüşüyor." Marcus bu cümleleri söylerken alaycı bir tavır takınmıştı. Raven' ın gerginliğini almak neşelendirmek istemişti. Fakat pek beklediği gibi bir sonuç alamamıştı.
Raven Marcus'un dediklerini mantıklı bulmuştu. Yavaşça başını kaldırarak Marcus'un gözlerine baktı. Yeşil gözlerine uzun uzun baktıktan sonra dudaklarından birkaç kelime döküldü:
"Bunun olmasını istemedim."
Marcus'un pis pis sırıtışını sonradan farkeden Raven, Marcus'un ciddi olmadığını anladı. Anlık bir refleksle omzuna bir tane patlattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümden Sonra: Kaybolan Ruhlar
Science FictionLabirent ve Açlık Oyunları serileri gibi distopik bir hikaye. Günümüz dünyasından biraz uzaklaşmak istiyenlerin hikayesi. Nefes kesen bir olay örgüsü.İnsan piskolojisinin sınırları.Mantık ve kalbin savaşı.Tedavi amaçlı çıkarılan ilacın virüse dönüşm...