1991 yılının İngiltere, shenvood, ormanlarında soğuk bir aralık bir kış gecesiydi. Gökyüzünün kararması pek hayra alamet değildi. Hava kurşun gibi ağırdı. Zaman sanki bir şeyler olacakmış gibiydi. ağaçlardaki yapraklar kımıldamıyordu. Rüzgar bile az sonra olacakları anlamış gibi durmuştu. Çakan şimşekler gökyüzünü aydınlatıyor, sesler uzaklarda çalınan binlerce davuldan çıkan gürültüyü andırıyordu. Çevredeki hemen her şey uzaklaşmış, ağaçların arasına dalmış, gece karanlığında kaybolmuş gibiydi.
Ormanın içinde genişçe akan bir nehir vardı. Bu Thames nehiriydi. Suyun akıntısı hızlı idi. Nehrin her iki tarafı ağaçlarla çevriliydi. Üstelik çok derin ve büyüktü. Diğer yandan nehrin her iki tarafı kayalıklarla çevriliydi. İnsanların nehre düşüp boğulmamaları için Sanki nehrin etrafında set kurmuşlardı.
Bill, yaklaşık dört saattir kürek çekiyordu. Kollarındaki kaslar yanıyordu. Kayığın dibi, kürekleri her çekişinde azar azar. sıçrattığı soğuk sularla dolmuştu. Hava çok soğuk idi. Bill, soğuktan tir tir titriyordu. Ceketini çıkarmıştı. Üzerindeki üstlükte küreklerin sıçrattığı suyla ıslanmıştı.
Biraz daha küreklere asıldı. Gideceği noktaya daha hızlı varmak istiyordu. Çok yorulmuştu. Gücünü kaybetmeye başlamıştı. Omzu zonkluyordu. Bacaklarının iç kısımları ve boynu ağrıyordu. Bundan dört saat evvelinde kendisini gideceği yolculukları boyunca kürek çekebilecek kadar güçlü hissetmişti. Şimdiyse tüm bedeni ağrı sızı içindeydi. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Kendi kendisiyle çatışıyordu resmen.
Yukarıdan gelen yüksek sesli bir çığlık, genç kızın sıçramasına neden oldu. Sesi;vahşi hayvanların çıkardığı ulumalarına benziyordu. Sanki yirmi metre uzaklığındaydı.
Arkalarından bir şey su sıçrattı, Ses kısa sürdü. Ama korkutucu boyuttaydı. Sağ taraflarında ise, başka bir şey; ormanın derinliklerine doğru ilerliyordu. Tekrar ses duyuldu.
Genç kız" çevresindeki hayat canlandıkça hayat sönüyor gibi" diye içinden geçirdi.
Bill sımsıkı asılmış kürekleri yavaşlatmış, gelen seslere kulak kabartmıştı. Nefes alış verişi hızlanmıştı. Etrafı çok dikkatle süzüyor ve dinlemeye koyuldu. Zifiri karanlığında hiçbir şey gözle seçilmiyordu. Birden feneri aklına geldi. Ceketinin cebindeydi. Ceketine eğilip, feneri çıkardı. Ve etrafı taradı. Hiçbir şey yoktu. Kendilerinden başka. Etrafı dinlemeye devam etti. Rüzgar küçük, kesik kesik sertliklerle esiyordu. Ve Bill, nehrin yumuşak, çağıldayan suyun sesini duyabiliyordu yalnız.
Rose'de merak ve korku gözlerle, Bill'e bakmaya başladı. Olanları merak ediyordu. Bu ıssız ve vahşi ormanda gelen bir karmaşık ve ürpertici ses, Bill, neden hızla kürek çektiği kayığı yavaşlatmıştı. Ve etrafı neden bu kadar süzüyordu. Demek duyduğu sesi Bill'de duymuştu.
Rose:" Neler oluyor?" diye içinden söylendi. Korku ile Bill'e döndü.
"Bill o gelen sesde neydi öyle, tanrı aşkına! Neler oluyor?"
Bill ,"korkma her şey yolunda."
Rose," her şey yolunda mı?"
Bill:"evet her şey yolunda!"
Rose," neler söylüyorsun,
söylediklerin kulakların duyuyor mu?"Bill,"inan bana ben tek bir ses bile duymadım".
Rose,"eh, pekâlâ!" deyip, yine oturduğu yere yaslandı. Ama içi rahat değildi. Hayatında ilk kez böyle tuhaf ve ürpertici bir ses duymuştu. Hem korkuyor,hem de Merak ediyordu.
Bill ise cesaretlenip, yine küreklere serice asılıp, hızlandı.
ormanın derinliklerinde ve nehirde bir şeyler dönüyor gibiydi. Küçük küçük, karartılar. Rose bunları fark etmemişti. Görmüş olsaydı, korkudan ödü kopardı herhalde. O yüzden Bill karartılardan söz etmedi. Yanılıyor olabilirdi de.
Rose hala tedirgindi; Eliyle yüzünü kapatmış, dizlerine doğru çökmüştü.
Bill,"iyi misin? Sakinleşmen gerek, gerçekten korkulacak bir şey yok."
Rose,"burda vahşi bir hayvan veya bir yaratık olmadığını nereden biliyorsun Bill?"
Bill ise tereddütle ne diyeceğini şaşırmış bir vaziyette bakışlarını kızdan çekti. Rose'in, korkmaması için gerçeği söylememişti, yoksa bu vahşi ormanda bir şeylerin olduğunu sezmişti. Kesinlikle sezgilerinde en ufak bir yanılma olmazdı. Çünkü sezgileri çok kuvvetliydi Ve daima güvenirdi. Bill o şeyin, ne olduğunu çok merak ediyordu. Sanki o şey onları takip ediyor ve kendine mıknatıs gibi çekiyordu. Bill kara kara düşünüyorken birden Rose, bir çığlık kopardı. Ve histerik ağlama kirizine tutuldu. Şimdi hızlı hızlı soluk alıp veriyordu, ve etrafı korku dolu gözlerle bakıyordu. Rose oturduğu yerden destek alıp, güçlükle kalkıp doğruldu. Ve her iki işaret parmağıyla, kulaklarını tıkamıştı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ediyordu. O, bu gibi korkuyu taşıyabilecek güçte değildi.
Rose"Bill, tanrı aşkına, karaya inmek istiyorum... İnmeliyim lütfen!" sesi titriyordu. Öksürerek gözyaşlarına hakim olmaya çalıştı.
Bill bir küreği bırakıp, kolunu kızın beline attı. Şaşkın dolu gözlerle yüzü bembeyaz kesilmiş Kıza, bakışlarını doğrultu.
Bill"Rose yine mi o sesi duydun?"
Kız başını salladı "evet çok korkunçtu ama o şey çok yakınımdaydı gibi, ses bu sefer bir metre uzaktan duydum sen duymadın mı?" kız bunları güçlükle söyleyebildi. Sanki transa geçmişti. Gözleri fal taşı kadar büyümüş dehşete düşmüştü. Göğsünde büyüyen ve nefes almasını zorlaştıran bir tümör vardı sanki. Rose, daha önce hiç bu kadar korkmamıştı. Hala ayaktaydı. Bill'e doğru birkaç adım attı. Önceki cesareti yok olup gitmişti. Kısa bir an kendisinden, daha güçlü birinin desteğine ihtiyaç duyarak, Bill'in yamacında oturup, omzuna yaslandı. Ve fısıldar gibi, konuşarak, biraz da kendini toparlayarak "özür dilerim Bill. Ama çok korkuyorum. Hemen bir an karaya ayak basmak istiyorum. Lütfen buraya yakın bir yerde inelim. Lütfen...lütfen Bill!" diye tekrarladı.
Bill başının döndüğünü hissetti. Aklında o kadar çok soru vardı ki, düzgün düşünemiyordu. İçinden bu çok esrarengiz bir şey ve bu durum çok sinir bozucu dedi. Endişeli bir tavırla,"pekâlâ, yakın bir civarda ineriz. Lanet olsun yolculuğumuza son veriyoruz!"deyip sustu.
Rose ise artık ağzı bıçak açmıyordu. Bir ölü gibiydi. Yerinden kımıldamıyordu. Üstelik çok üşüyordu. Elleri ceplerinde, oturduğu yerde ayaklarını kendine doğru çekmiş, etrafı dinliyordu. Dikkatini sesizliğe vermişti. Yüzü o birkaç dakikada solmuştu her şeyin, ona korkunç bir hal alacak gibi hissetti bir an.