İnsanoğlu başlı başına nankör olmaya meyillidir. Elde ettikleri yeterli değildir. Gözü yükseklerde olan insanoğlu, basamak basamak çıkar yokuşları. Düşmek kalkmak boynunun borcudur. Pes etmeden devam eder yoluna. Yine ve yine. Lakin bir türlü doymak bilmez. Bilmez ki gökyüzünün sonu yoktur. Tıpkı açlığı gibi.
Peki ya ben bunları neden anlatıyorum? Hiç, sadece bir hiç. Bunların hepsi boş, çünkü bunu diyen ben,yatağa saplanmış tavanı gözlüyorum.
Cehennemdeki-bu şehirdeki-ilk günüm. Sabah dokuz suları. Erken kalkmayı sevmedim oldum olası, bu saat idealimdi. İçimden hiç kalkıp hazırlanmak gelmedi. "Acaba neden?" diye sormaya lüzum yoktu. Tüm berraklığıyla ortadaydı gerçek.
Burada kalmak istemiyordum. Neden bilmiyorum. Sadece okul nedeniyle olamaz tüm bu nefretim, bunu biliyorum. Fakat diğer etkenler aklımda belirse dahi dile getiremiyorum. Belki de saçmalıyorum, karamsarlığın yan etkisi, ama ne farkeder ki? Öyle ya da böyle sevmedim, sevmiyorum, sevmeyeceğim.
Bu arada bir ses duyuldu. Annemin seslenişi. Yine uyuyamamış olacak ki erkenden kalkmıştı. İkiletmeden kalktım. Elimi yüzümü yıkayıp, gözlüğümü taktım. Anneme döndüm. Banyonun kapısına yaslanmış, bana bakıyordu. Yüzünde yine o buruk gülümseme vardı.
"Günaydın."
"Günaydın anne."
"Nasıldı gecen? Uyuyabildin mi?"
"Mükemmeldi(!)"dedim gözlerimi devirerek.
Annem bu cevaptan memnun olmamış olacak ki "Hadi ama. Bugün kayıt içinokula gideceğiz. Merak etmiyor musun?"
Duraksadım, bu soru canımı sıkmıştı. Yedinci okulum olacaktı. Her seferinde insanların önyargılı bakışlarına maruz kalmaktan yorulmuştum.
"Merak etmiyorum. Gideceğim ve bitecek. Bu cehennemden kurtulacağım."
Annem sustu. Ne dese bir işe yaramayacaktı. Bunu bildiğinden, kendini boşuna yormadı. Tam arkamı dönmüştüm ki,
"Hadi kahvaltı et."
"Tokum anne."
"Ne zaman aç oldun ki?"
"Gerçekten tokum anne."
Gülümsedim. Yanına gidip yanağına bir öpücük kondurdum. Üzerimi değiştirmeye gittim. Daha eylül ayının başlarıydı. Kot-tişört giyip çıktım dışarı. Annem kapıda beni bekliyordu.
Yürümeye, çevreyi incelemeye başladım. Burası nasıl bir yer diye geçirdim içimden. Böyle bir yer olmamalıydı. Acilen kaldırılması, hatta haritadan silinmesi gerekiyordu. Düşüncelere dalmışken annemin kolumdan çekmesiyle sarsıldım.
"Delirdin mi sen? Yeter artık kendine gel. Tek derdi olan sen değilsin. Ölecektin gerizekalı!"
Geçirdiğim şoku atlatıp kafamı çevirdim. Motorsiklete çarpacaktım sanırım, ya da o bana çarpacaktı. Ne fark eder? Çarpıyordu işte.
"Fark etmedim anne, özür dilerim. Dalmış olmalıyım."
Yürümeye kaldığım yerden devam ettim. Yollar dümdüzdü. Biraz daha düzlük görsem "Bilerek burayı biri mi düzledi?"diyecektim. Okula vardığımızda kapıdan içeri girmek istemedim.
"Anne, sen kayıt işlerini hallet ben burada bekliyorum."
"Peki. Ama kaybolayım deme. Bu çevreyi pek bilmiyorsun."
Nereye kaybolabilirdim ki? Burası çevreyse benim geldiğim yer ülke olmalı. Tatil köyünden beter bir boşluktaydık. Şaka gibi lakin şaka olmayan bir saçmalıktan ibaretti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECEYE MAHKÛM GECE
Non-FictionBu hikaye kurgu ve gerçeğin ilelebet aşkından doğmuştur.Büyük olasılıkla gerçek dedikleriniz kurgu,kurgu dedikleriniz gercek olacaktır.Başta anlamakta zorlanabilir,sıkılabilirsiniz.Lakin...Güzel şeyler ne zaman kolay olduki?Size küçük bi'tavsiye.Vaz...